Psikolojik Etkiler
İnsan ölümlü bir varlık. Tüm yaşamı bu gerçeğin etrafında şekilleniyor. Ölüm gerçeği sadece insanı değil tüm varlığı kapsıyor. Hatta cansız olarak nitelediğimiz varlıkların bile varoluş süreleri belirli. İnsan ölüm gerçeğini en fazla idrak eden varlık. Dünya üzerindeki varlığının bir gün biteceğini bilerek yaşıyor. Bu durum hayatın anlamı hakkında sorular sormasına yol açıyor. Denebilir ki ölümlü olmak ve kolaylıkla incinebilir olmak insanı insan yapan belki de en önemli özellikler. Hayvanların çevreyi ve eşyayı algılama biçimleri insan kadar kapsayıcı değil. İnsan sahip olduğu benzersiz şuur yüzünden onu en çok korkutan gerçek olan ölümle sürekli yüzleşme halinde. Bu hal aslında düşüncenin ve sanatın gelişiminde motor görevi görüyor. İnsanlar sanat ve edebiyatla hayatı anlamaya ve yorumlamaya çalışıyorlar. Var olduklarını hissetmek ve geleceğe miras bırakmak için uğraşıyorlar. Bunun için çok uzun bir süreye sahip olmadıklarının farkındalar. Ölümün yenildiğinin düşünüldüğü, ortalama yaşam süresi beklentisinin yüzlerce hatta binlerce yıl olabildiği bir iklimde sanat, edebiyat gibi uğraşlar bile anlamını yitirebilir. Cenneti bulduklarına inanan insanlar herhangi bir yaratıcı ve düşündüren bir uğraş içinde olmayabilirler. Oysa insan psikolojisinin temelinde sorgulama ve bunun da temelinde ölüm fikri vardır. Ölümün olmadığı dolayısıyla sorgulamanın bittiği yerde insan daha önce aşina olmadığı duygusal ve zihinsel bir boşluğa düşebilir. Çok uzun, amaçsız, yönü belli olmayan bir hayat bitmeyen bir mahkumiyete benzeyecektir.
Entropi evrensel bir kuraldır. Anlamı basitçe her şeyin bozulmaya ve ölüme gittiğidir. Bu kural insan, hayvan gibi varlıklar için olduğu gibi gezegenler, yıldızlar hatta evrenin kendisi için de geçerlidir. Yani her şeye bir fena( fanilik) mührü vurulmuştur. Singularity akımı bir yerde bu mührü kırmaya çalışıyor. Fani(ölümlü) olarak programlanmış varlıklara kaldıramayacakları bir ölümsüzlük yükü yüklüyor. Hayat, teknoloji ve bilim ne kadar ilerlerse ilerlesin sorunlarla dopdolu. Mutluluk kesintisiz değil gölgeli. Modern insan ölüm ötesine inanmıyor ya da inanmakta çok güçlük çekiyor. Bu yüzden de hayat ağır bir yük haline gelmiş durumda. En zengin ülkelerde en zengin topluluklara baktığınızda alkol, uyuşturucu ve yatıştırıcı-sakinleştirici ilaç kullanımının sürekli arttığını görüyorsunuz. Dünyevi zenginliği ve başarıyı yakalamış, en mutlu olması gereken insanların aslında hiç de öyle olmadıkları anlaşılıyor. İnsanlar teknolojinin onlara verdiği yeni oyuncaklarla oynayıp kendilerini unutmaya çalışıyorlar. Buna rağmen terapi gören insanların sayısı her geçen gün artıyor. Daha önce görülmeyen, teknolojiyle ilintili tuhaf bağımlılıklar oluşuyor. İnsanlar günden güne birbirlerine yabancılaşıyorlar. Aile kurumu tarihe karışma yolunda. Tüm bunlar aslında hayatın yükünün taşınamadığını gösteriyor. Modern zihin kutsalı reddederek işleri bu hale getirdi. Daha fazlasına sahip olmak, daha fazla oyuncak edinmek cevap değil. Teknolojik singularity ve transhümanizm yoluyla daha konforlu ve uzun bir hayat mümkün olsa bile bu daha mutlu bir hayat anlamına gelmeyecektir. Hatta sorunların derinleşmesi ve mutsuzluğun artması olasıdır. Dünya terhisi mümkün olmayan bir hapishaneye dönüşürse insanlar kendi yaşamlarına son verebilirler. Ömür uzatma amaçlanırken tersi sonuçlar alınabilir. Bugün her şeye rağmen yaşlanma ve ölüm insan için rahatlatıcı unsurlar. İnsan yaşlanarak hayatın farklı yönlerini keşfediyor ve tekdüzelikten bir ölçüde kurtuluyor. Ölüm bir bakıma emeklilik anlamına geliyor. Ölümsüz bir hayat hiç bitmeyen dertler ve sürekli yeni sınavlar demek. Buysa ölümlü olmaya programlı bir zihnin başa çıkamayacağı bir durum. Çünkü ne kadar ileri gidilirse gidilsin dertlerden arınmış gölgesiz bir mutluluk mümkün değildir.
Ölümsüzlük Yöntemleri
Bir başka mesele de ölümsüzlük ve uzun yaşamla ilgili vaatlerin gerçekleştirilme yöntemleri söz konusu olduğunda ortaya çıkıyor. Mesela bu yöntemlerden biri zihnin dijital ortama aktarılması(mind uploading). Kişinin ölüm öncesi zihni kopyalanarak bilgisayara aktarılacak ve sanal alemde varlığını sürdürebilecek. Sorun şu ki aktarılan zihnin gerçekten o insanı temsil edip etmediğini tam olarak bilmek mümkün olmayacak. Sanal zihinle konuşulduğunda ölen kişinin özelliklerinin görülmesi yetmeyebilir. Sadece taklit eden bir programla karşı karşıya olunmadığının bir garantisi yoktur. Bu sorular hem bu teknolojiye başvuranların hem de onların yakınlarının içini sürekli kemirecektir. Ortada teknoloji eliyle ruh çağırma seansları düzenleniyormuş gibi bir görüntü ortaya çıkabilir. Bu yolla ne olduğu belirsiz bir “şey” ile konuşan insanların psikolojik dengeleri bozulabilir.
Robotik bir bedene kopyalanmış zihnin aktarıldığını düşündüğümüzde bile sorun aşılmış olmayacaktır. Çünkü insan olmak aynı zamanda hissetmek demektir. Sıcağı, soğuğu, ışığı, karanlığı, renkleri, sesleri, lezzeti duyumsamaktır. Bu dış etkiler herkesin iç dünyasında farklı biçimlerde karşılık bulur. Makina bir bedenden bunları bekleyemeyiz. Bu beden ne kadar insana benzerse benzesin mutlaka muhatabında bir yapaylık ve soğukluk duygusu uyandıracaktır. Sevdiğiniz insana benzeyen, onun gibi konuşan ama o olmayan bir varlıkla kurulan ilişki yıkıcı psikolojik etkiler doğurabilir.
Biyo teknoloji sayesinde klonlama veya başka bir yolla organik bir beden oluşturularak zihin aktarımı gerçekleştirilirse durum biraz daha kabul edilebilir gözüküyor. Ama bu da bizi başlangıçtaki sorudan kurtarmaz. Eski, tanıdığımız insanla mı yoksa yeni bir varlıkla mı karşı karşıya olduğumuzu kesin olarak bilemeyiz. Bu, hem yeni insan hem de onu tanıyanlar için ciddi ve yakıcı bir sorun olarak ortada durur. Oluşan karmaşa psikolojinin sınırlarını aşacaktır.
Karanlığı Beslemek
Konunun bir de bilinç dışı ile ilgili kısmı var. Freud insanın hayvani yönünü bilinç dışı olarak niteler. Bilinç dışı, insana bilinç düzeyinde yapmayacağı şeyleri yaptırmaya çalışır. İnsan evrimsel süreç sonucu hayvanlardan ayrılmış, medeni vasıflar edinmiştir. Sosyal hayatın kuralları bilinç dışı arzularla çelişir. Bu yüzdendir ki bilinç dışı ile bilinç arasında sürekli bir mücadele vardır. Bilinç düzeyinde yaşayan insan bu hayvani yönünü bastırmak zorundadır. Bu gerilim insanı psikolojik desteğe mecbur kılar.
Freud’un kurucusu olduğu psikanaliz yöntemiyle tedavinin temelinde bu mücadele yatmaktadır. Bu yüzden psikanaliz aslında bitmeyen bir süreçtir. Çünkü bilinç dışı yüzeye çıkmak için sürekli fırsat kollamayı sürdürecektir. Fotoğrafın tamamını yansıtmasa da genel anlamda Freud haklıdır. Başka bir terminolojiyle nefs dediğimiz mekanizma insanın başına çok büyük belalar açabilecek potansiyele sahiptir. Bu mekanizmayı beslemek çok tehlikeli sonuçlara yol açabilir. Teknolojik singularity ise tam olarak bunu yapmaya aday. Her insanın içindeki canavarı beslemeye soyunmuş durumda. İnsanlar sanal dünyalarda, güçlendirilmiş gerçeklikle her türlü sınır dışı istek ve arzularını gerçekleştirebilecekler. Mesela, gerçek yaşamda asla kimseyi öldüremeyecek biri sanal dünyada cinayet işleyebilecek. Bu konuda bazı ahlaki sınırlar konmaya çalışılsa bile bunun söz konusu mecrada işe yaraması çok zor. Sanal alemin kontrolsüzlüğü içinde insanlar içlerindeki karanlık tarafları büyütebilir, farkına bile varmadan akıl sağlıklarını yitirebilirler. Şimdi bile benzer sorunlar görülmeye başlandığına göre ileri aşamalar için endişelenmek doğaldır. İnsanların karanlık arzularını kimseye zarar vermeden sanal dünyada gerçekleştirmelerini yararlı bulanlar, bir tür terapi olarak görenler çıkabilir. Ancak karanlığı beslemek, ona istediğini vermek sadece onu büyütmeye yarar. İçinde olduğumuz süreç daha fazla hızlanmadan önce bu konuları iyice düşünmek gerekiyor. Çünkü çok yakında bunun için zaman bulunamayabilir.