Düz Dünya Komplosu: Dünya Düz mü? Daha Önemlisi, Dünya Düz Olabilir miydi?
Dünya’mızın düz değil de geoit (kutuplardan basık, ekvatordan şişkin) şekilde olduğu yüzyıllar boyunca bilinmesine karşın, günümüzde “Düz Dünyacılar” (İng.: Flat Earthers) denen bir kesim hâlen görülmektedir. Bu kişilerin bazıları Dünya’nın düz olduğuna inanmadıkları hâlde insanlarla alay etmek için bu tarz iddiaları yayabilirler; ancak bunların haricinde uzun yazılar, hesaplamalar ve videolar hazırlayıp, ortada bir “NASA komplosu” olduğuna inanıp sanki her birimiz aktör Jim Carrey’nin başrolde oynadığı The Truman Show (1998) filmindeki karaktermişiz gibi iddialarında ciddi olan insanlar da bulunmaktadır. İddialarını desteklemek amacıyla komplo teorilerine dikkat çekmeleri haricinde, bazılarının dinî referanslara da dayandıkları görülebilir. Yani kutsal görülen kitapların (Kitab-ı Mukaddes ve Kur’an-ı Kerim gibi) Dünya’nın düz olduğunu belirten ayetlere sahip olduklarını iddia ederler.
Daha rahat okunabilmesi için yazının devamında “Düz Dünya” için DD ve “Küresel Dünya” için KD kısaltmalarını kullanacağız. Öncelikle, DD iddialarını gündeme getiren ve güncel tutan çalışmalardan birine bakış atalım:
Old Bedford Nehrinde Yapılan Gözlem
Yazar Samuel B. Rowbotham, 1838 yılında İngiltere’de bulunan Old Bedford nehrinde “Bedford Level Experiment” olarak bilinen gözlemde, suyun 20 santim üzerinde bir teleskop tutarak 6 mil (9.7 kilometre) boyunca ilerleyen ve sudan 0,91 metre yükseklikte olan direkteki bayrağı taşıyan bir botu izlemiştir ve Welney Köprüsü’ne kadar giden botu hep görebildiğini belirtmiştir, ancak KD olsaydı bu direğin en üst kısmının 3,4 metre daha aşağıda olması beklenirdi, böylece DD sonucunu çıkarmıştır.
Rowbotham bu deneyleri seneler içerisinde tekrarladı, ancak asıl ilgiyi 1870 yılında görmüştü, çünkü DD fikrini savunan John Hampden bu deneyi tekrarlayıp DD’yi kanıtlayabileceğine dair bahse girmişti. Modern Evrim Kuramı’nın Charles Darwin’den bağımsız eş kâşifi Alfred R. Wallace da bu bahsi kabul ederek, Rowbotham’ın ölçüm metoduna atmosferik kırınımı hesaba katıp deneyi tekrarladığında KD olduğu sonucuna ulaşmıştı ve böylece bahsi kazanmıştı; ancak yöntemini kabul etmeyen Hampden, Wallace’ın burada hile yaptığını söyleyerek parayı geri alabilmek için kendisine dava açmıştı. Hampden, uzun seneler boyunca Wallace’a yönelik karalamalar düzenlemesiyle birlikte, onu öldürmekle tehdit ettiği için hapse atılmıştı. Wallace’ın eşine gönderdiği bir mektupta, Wallace’ın başındaki bütün kemiklerin bir gün kırılmasına şaşılmamasını, onun bir yalancı ve hırsız olduğunu, onunla birlikte yaşadığı için sefil bir kadın olduğunu ve henüz kocasıyla işinin bitmediğini yazmıştı. Kuşkusuz ki bu durum, iki zıt görüşlü insanın arasında olmaması gereken bir davranış. Elbette günümüzdeki DD savunucuları böylesine tehditkâr ve saldırgan bir kişiliğe sahip değiller.
Peki Wallace’ın hesaba katarak iddiayı kazanmasına neden olan “atmosferik kırınım” da neyin nesi? Şöyle düşünün: Suyla dolu bir kaba bir çubuk koyun ve yan taraftan suyun yüzeyine bakın. Suyun içindeki çubuğun suya girdiği noktadan ikiye kırılmış gibi gözüktüğünü görebilirsiniz. Bu, ışığın farklı ortamlar (“su” ve “hava”) içinden geçişi sırasında yön değiştirmesiyle ilgili bir durumdur. Her kimyasalın farklı bir “kırılma indisi” bulunmaktadır ve bu sayıya bağlı olarak, ışık bu maddeler arasından geçerken belirli yönlere doğru yön değiştirir. Aynı kırılım, Güneş ışınlarının uzaydan Dünya atmosferine girmelerinden sonra da görülmektedir. Bu olaya “Atmosferik Kırılım” (İng.: Atmospheric Refraction) denir. Buna bağlı olarak, Dünya’nın yuvarlaklığından ötürü normalde göremeyeceğimiz cisimler bile, teleskopla yeterince uzağa bakıldığında görülebilir.
Rowbotham bütün bunlara rağmen elde ettiğini düşündüğü sonuçlarına dayanarak “Zetetik Astronomi” adını verdiği bir görüşü icat ederek ilerleyen yıllarda Earth Not a Globe (1873) adlı bir kitap yazmıştır, bununla da kalmayıp Zetetik Topluluğu’nu kurmuştur. İddiasına göre Dünya düzdü, Kuzey Kutbu ise Dünya’nın merkezinde yer alıyordu. Antarktika da Dünya’yı çevreliyordu. Gezegenimizin “kenarları”, aşılamaz olan yüksek (iddialara göre 45 metre yüksekliğinde) buz duvarları ile çevriliydi. Kitaba göre bunların ötesinde nelerin olduğu bilinmiyordu (ve muhtemelen asla bilinemeyecekti). İddianın bazı versiyonlarında gezegenimizin sonsuza dek gittiği de ileri sürülmektedir. Bu komploculara göre, Güneş ve Ay yüzeyden neredeyse 4800 kilometre yüksekliktedir; dolayısıyla Güneş, aslında gezegenimizden çok daha küçüktür. Hatta bu kişilere göre evrenin kendisi de sadece 5000 kilometrelik bir yüksekliğe sahiptir. Bir diğer deyişle, bu iddialara göre “kozmos” olarak bildiğiniz o devasa yapı, üzerimizi örten bir gök kubbeden ibarettir. Tüm bu iddiaların temellerinin İncil’de geçen ayetlere dayandırıldığını, dolayısıyla Hristiyan köktendinciliğinin bir uzantısı olduğunu vurgulamadan geçmemek lazım. Bu akıl dışı ve asılsız iddiaların Hristiyanlığın kutsal saydığı kitabın literal yorumunun bir sonucu olduğu gerçeğini fark etmek, kendilerini Müslüman ilan etmiş ülkelerde, asli kimliklerini Müslüman olarak tanımlayan kişilerce bu iddiaların neden aynen yurtdışından ihraç edilip savunulduğunu anlamayı güçleştirmektedir.
Hikayemize geri dönelim: Rowbotham’ın ölümünün ardından Elizabeth Blount, Evrensel Zetetik Topluluğu’nu kurarak 1901 ila 1904 yılları arasında aylık bir dergi çıkartmıştır. Dinî referanslara daha az odaklanıp sözde bilimsel yönlerine daha çok ilgi duyan Samuel Shentonise 1956 yılında IFERS’i (Uluslararası Düz Dünya Araştırma Topluluğu) kurmuştur. 1971 yılında topluluğun başına meşhur Düz Dünyacı Charles K. Johnson geçtikten sonra, topluluk 2001 yılında dağılmıştır. Ancak 2004 yılında Samuel Shenton ile akrabalığı bulunmayan Daniel Shenton, topluluğu bir internet sitesi üzerinden yeniden canlandırmıştır. Bu şahıs ilginç bir karaktere de sahiptir: Düz Dünyacı olmasına rağmen, bilimin diğer temel gerçekleri olan evrim ve insan kaynaklı iklim değişikliğini kabul eden bir kişidir. Bizzat yalancılık ve kitlesel komplo ile itham ettikleri NASA’dan gelen verilerle doğrulanan iklim değişikliğini kabul ederken, aynı kurumun astronomik verilerini neden görmezden geldiğini anlamak da pek mümkün değil.
Tüm bu iddialar, daha önce de söylediğimiz gibi akıl dışıdır ve hiçbir bilimsel dayanağı bulunmamaktadır. Günümüz astronomisi gezegenimizin şeklinin ne olduğunu tartışmayı aşalı asırlar oluyor; günümüzde tartışılan konu evrenin şekli gibi çok daha kapsamlı ve uç düzey konulardır. Haklı olarak şöyle isyan edebilirsiniz: “İyi de fotoğraflar ve videolar var; nasıl yalan olabilir ki? Dünya’nın şeklini anlık olarak canlı yayın yapan uydulardan bizzat kendimiz de görebilmekteyiz; daha neyin Düz Dünyası bu?”
İşte sorun da burada zaten... Düz Dünyacılar, oyunu kurallarına göre oynamamaktadırlar. Çeşitli iddiaları art arda sıralayarak İspat Yükü’nü üstlendikleri gibi bir illüzyon yaratmaktadırlar; hâlbuki en temel argümanları, tamamen ispatsızdır. Varsayım şudur: Birbirinden bağımsız ve emelleri birbiriyle çelişen ülkelerin uzay ajanslarının her biri yalan söylemektedir. Örneğin NASA’nın Dünya’ya dair fotoğraflarının hepsi aslında Adobe Photoshop ile oluşturulmuştur. İnsanlar hiçbir zaman Alçak Dünya Yörüngesi’ni aşamamıştır; dolayısıyla Ay Görevleri yalandır. Aslında, gezegenimizin altında gizli üsler kurulmaktadır. Bu ve bunun gibi bir dolu kurgu varsayım, sayısız diğer iddianın temelini oluşturmaktadır. Ancak bu iddiaların doğruluğu ispatlanmaksızın, bu varsayım üzerine inşa edilen diğer argümanları değerlendirmek anlamsız bir çaba olacaktır. NASA’nın veya diğer uzay ajanslarının fotoğraf, video ve canlı yayınlarının sahte olduğunu düşünmemize sebep olabilecek hiçbir gerekçe bulunmamaktadır. Rusya, Çin, ABD ve hatta Türkiye gibi emeller konusunda birbiriyle çatışma hâlinde olan ülkelerin hepsinin aynı anda, aynı yalanı, aynı şekilde söylemesini düşünmek abesle iştigaldir.
Bu gerici akıma kanan ve gönül veren bazı insanları ikna etmek mümkün olabilir; ancak sanıyoruz ki görüşlerinde daha katı olan DD savunucularının tamamen tükenmesi için “uzay turizmi”nin yaygınlaşmasını beklemek zorundayız. Yine de, meraklısı için burada DD komplosuna ait iddiaları ele alacak ve Dünya’nın neden düz değil, küresel olmak zorunda olduğunu sizlere anlatacağız. Bunu 21. yüzyılda yapmak zorunda kalmaktan utanç duyuyor olsak da...
Diğer Gezegenler: Tüm Gök Cisimleri Neden Küresel?
Öncelikle şunu idrak etmek gerekmektedir: Doğrudan üzerinde bulunduğumuzdan Dünya’yı dışarıdan gözlemek için uzay araçlarına ihtiyaç duyuyoruz; ancak diğer gök cisimlerini gözlemek için ihtiyacımız olan tek şey bir teleskop. Ve teleskoplarımızı hangi gök cismine çevirirsek çevirelim, Güneş gibi yıldızlardan Jüpiter gibi gaz devi gezegenlere, Merkür gibi kayalık gezegenlerden Plüton gibi cüce gezegenlere, hatta Oort Bulutsusu’ndan gelen kuyrukluyıldızlar ve diğer gök cisimlerine kadar hemen hemen her gök cismi küreseldir. Bu durumda tek “düz” gök cisminin Dünya olduğunu iddia etmek saçmalık olacaktır.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
İyi ama neden? Neden gök cisimleri hep küresel? Temel fizik, sorumuzun yanıtını veriyor: Gezegenler ve yıldızlar gibi gök cisimleri, kendilerinden önce gelen bulutsuların maddece yoğun bölgelerindeki kütleçekim kuvvetiyle oluşurlar. Birbirinin çekim alanına giren toz parçaları, giderek daha iri yapılar inşa ederler; tıpkı bir kartopunun çığa dönüşmesi gibi. Bu olurken, cisimlerin enerjisi ve momentumu korunmak zorundadır; çünkü bu en temel fizik yasasıdır. Tıpkı birbirine çarpan bilardo toplarının enerji ve momentumlarının her zaman korunması gibi... Momentumun korunması için, cisimlerin bir eksen etrafında dönmesi gerekmektedir. Bu nedenle gök cisimleri irileştikçe, bu devasa kütle de belli bir yöne doğru döner. Bu dönüşe bağlı olarak cismin yuvarlaklığı belirginleşir; nihayetinde küresel bir gök cismi ortaya çıkar. Hatta bu dönmenin etkisine bağlı olarak ortaya çıkan gök cisimleri kusursuz küreler değillerdir; daha ziyade, “ekvator” bölgesinde şişkin, “kutuplar” bölgelerinden baskın “Kutupları Yassılaşmış Küremsi/Sferoit” (İng.: Oblate Spheroid) bir cisim ortaya çıkar.
Dünya da bundan bağımsız değildir. Neredeyse hiçbir gök cisminin olmadığı gibi Dünya da yassı değildir; çünkü gezegen oluşumu 3 boyutlu bir süreçtir ve 3 boyutta en dengeli yapı küre ve küre-benzeri yapılardır. 2 boyutlu bir evrende yaşıyor olsaydık, gezegenlerimiz de yassı tabaklar olacaktı; ancak 2 boyutlu bir evrende yaşamıyoruz.
Aynı şey, Ay için de geçerli. Ay, Dünya’nın erken evrelerinde Theia isimli bir ön-gezegenin Dünya’ya çarpması sonucunda Dünya’dan koparak oluşmuş bir gök cismidir. Tıpkı Dünya’nın oluşumunda olduğu gibi, Ay’ın oluşumunda da enerji ve momentum korunumu iş başında olmuştur ve küresel yapılı bir gök cismi ortaya çıkmıştır.
Dünya’mız, yaşama elverişli olması bakımından Güneş sistemindeki diğer gezegenlerden farklı olabilir, ancak bir gezegendeki özellikler bakımından gezegenimiz bir istisna değildir. Diğer gezegenlerin şekilleri, izledikleri yörünge, çekim kuvvetinin etkileri, kısacası “davranışları” her ne kadar farklı şekillerde oluşup farklı maddeleri barındırsalar bile hepsi birbiriyle aynıdır. Gezegenlere dair tüm anlayışlarımızı yaptığımız gözlemlerden anlayabiliyoruz. Bu sebeple gördüğümüz tüm gezegenlerin düz olmayıp Dünya’mızı bu şekilde görmek, hiçbir bilimsel temele dayanmayan bir zorlamadır.
Ayrıca böyle bir iddia, bugüne kadar geliştirdiğimiz ve çalıştığını tekrar tekrar ispatladığımız sayısız astronomi ve jeoloji bilgimizin hatalı olduğunu ispatlamayı gerektirirdi. Hatta GPS (Küresel Konumlama Sistemi) ve koordinat sistemi gibi sayısız teknolojinin de aslında çalışmadıklarını iddia etmemiz ve mevsimler ile rüzgâr yönleriyle ilgili bildiklerimizi değiştirmemiz gerekirdi. Oysa bu bilgilerimizi değiştirecek hiçbir bilimsel sonuç yok.
Gezegen ve sistemlerin oluşumları kütleçekim kuvveti tarafından belirlenmektedir. evrenin dokusu ve kütleçekimi bildiğimiz şekliyle çalıştığı müddetçe bırakın Dünya’nın düz bir gezegen olmasını, evrende (bildiğimiz kadarıyla) düz bir gezegenin oluşması bile imkânsızdır.
Dünya'nın Ay Üzerindeki Gölgesi
Antik Yunan zamanlarında gezegenimizle yakından ilgilenen Aristo (MÖ 384-322), Ay tutulmaları sırasında ilginç bir şeyle karşılaşmıştı. Bildiğiniz üzere Ay tutulmaları, Dünya’mızın Güneş ile Ay’ın arasında yer aldığı durumda yaşanan bir fenomendir. Ay’ın yüzeyindeki karanlık yüzey aslında Dünya’mızın Ay’ın üzerindeki gölgesinden ibarettir.
Peki tutulmalar sırasında Ay üzerine düşen gölgenin şekli hiç dikkatinizi çekti mi? Her zaman eğri bir gölge görüyoruz, öyle değil mi? Hiçbir zaman düz bir çizgi hâlinde gölge görmüyoruz. Neden? Çünkü Dünya düz değil de ondan! Eğer DD doğru olsaydı, söz konusu gölge eğri olamazdı; hatta kimi zaman dümdüz bir hat halinde Ay’ın ortasından geçen bir çizgi görmeyi beklerdik. Ancak bu, hiçbir zaman yaşanmamıştır.
Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, DD üzerinde farklı noktalardan Ay’ın her yüzü görülebilir olmalıdır. Çünkü eğer ki Ay, iddia edildiği gibi Dünya’dan çok küçükse, düz Dünya’nın farklı noktalarındaki insanlar Ay’ın farklı yüzlerini görürlerdi. Hatta modern astronomiden bildiğimiz kütleçekim kilidi diye bir olgu da geçersiz olacağı için, Ay döndükçe Dünya üzerinden her yüzü görünebilir olurdu. Ancak yapılan gözlemlerde böyle bir durumla karşılaşmamaktayız. Dünya’nın her yerinden Ay’ın daima tek bir yüzü görünür; çünkü Dünya ile Ay, kütleçekim kilidi adı verilen bir kütleçekim olayı etkisi altında kilitlenmiş hâlde dönerler. Yani Ay’ın kendi etrafında dönüşü ile Dünya etrafındaki dönüşü neredeyse birebir aynı hızda yaşanır, böylece Dünya üzerinde nereden bakarsanız bakın Ay’ın aynı tarafını görürsünüz.
Nokta Işık Kaynağı, El Fenerine Karşı!
DD savunucuları, aşağıdaki görseldeki gibi bir Dünya-Güneş-Ay modeli ileri sürmektedirler (her ne kadar bu grup arasında bu konuda tutarsız modeller görmek mümkün olsa da). Bu modelin çok ciddi bir problemi vardır: Görseldeki gibi Güneş’in Dünya’nın tamamını değil de, sadece belli bir bölümünü aydınlatabilmesi için, Güneş’in bir el feneri gibi tek yönlü ışık saçması gerekirdi. Halbuki Güneş’i kendi teleskoplarımızla gözleyebiliyoruz ve kendi etrafındaki dönüşünden ötürü bir “el feneri” gibi değil, bir “nokta ışık kaynağı” gibi olduğunu biliyoruz. Yani Güneş, tek bir yöne doğru değil, her yöne doğru ışık saçmaktadır.
Bu durumda görseldeki kısıtlı aydınlatmaya erişmek mümkün olmazdı; çünkü Güneş ışınlarının fotoğrafta karanlık gösterilen yerlere ulaşması için bir sebep olmazdı. Fakat günümüzde uçak seyahatleri ve anlık görüntülü konuşma teknolojileri sayesinde gezegenimizin aynı anda bir kısmının aydınlık, bir kısmının karanlık olduğundan eminiz. Bu durum, bir nokta ışık kaynağı olan Güneş tarafından aydınlatılan Dünya’nın küresel olmasını zorunlu kılmaktadır.
Denizdeki Gemiler ve Ufuk
Eğer denize yakın bir yerde, ufka dikkatli bir şekilde baktıysanız, ufuktaki geminin birdenbire, bir bütün olarak ortaya çıkmadığını ve sanki denizin içinden yükseliyormuş gibi yavaş yavaş belirdiğini görürsünüz. DD üzerinde ise uzaktaki bir obje birden görünür olurdu; çünkü insanın çıplak gözle görme mesafesi 20 kilometreyi aşmakta, kimi zaman 40 kilometreyi bulmaktadır; hâlbuki gezegenimiz üzerinde görebildiğimiz en uzun mesafe kabaca 4.8 kilometre kadar; çünkü bu mesafeden sonra gezegenimizin şeklinden ötürü cisimler görüş alanımızın “altında” kalıyor!
Bunu şöyle düşünün: Dümdüz bir çölde, ufuktaki bir aracın size yaklaştığına bakacak olsaydınız, görüşünüz netleştikçe aracın bir bütün olarak görüş alanınıza girdiğini görürdünüz. Ancak eğer ki araç azıcık bir tepeyi bile tırmanıyorsa, uzak bir mesafeden yeryüzü sanki düzmüş izlenimi verebilirdi. Gemilerde de aynı durum geçerli mi? Hayır, çünkü karasal gözlemler, deniz suyu gibi akışkanlar üzerinde yaptığınız gözlemlerden farklıdır. Su, bulunduğu kabın şeklini kusursuz bir şekilde alır. Karalarda ise girinti çıkıntılar olabilir. Dolayısıyla ufukta görülen bir araba, yüzey şekillerinden etkilenir. Gemi içinse aynı durum geçerli değildir.
İstisnasız olarak bütün gemilerin önce bacalarının, sonra gövdelerinin görüş alanına giriyor olması, denizlerin Dünya’nın şekline uygun bir biçimde ufukta “kıvrılıyor” olmasındandır. DD savunucularının iddialarında bu yüzden çoğunlukla suyu (deniz, göl, nehir vb.) ilgilendiren şeyleri öne sürdüklerini görebilmektesiniz, sonuçta Bedford Deneyi de bir nehrin üzerinde yapılmıştı.
Değişen Takımyıldızları
Gökyüzünde gördüğümüz takımyıldızları yıl içinde değişmektedir. Bu gözlemi ilk kez Aristo yapmıştı. Aristo, Ekvator’dan uzaklaştıkça takımyıldızlarının değiştiği gerçeğinden yola çıkarak Dünya’nın küresel olduğu çıkarımında bulunmuştu. Mısır’a olan yolculuğundan dönüş yaparken Aristo, “Mısır ve Kıbrıs’ta kuzey bölgelerde görülmeyen yıldızlar görülmektedir.” demişti. Bu fenomen, insanlar ancak yuvarlak bir yüzeyde yaşıyorlar ise görülebilecek bir şeydir. Ekvator’dan giderek uzaklaştığınızda, bilinen takımyıldızlar da bir o kadar ufuk çizgisine doğru gidecektir ve yerlerine yeni yıldızlar görülecektir. Eğer ki DD doğru olsaydı, Dünya üzerindeki her bir noktadan birebir aynı gökyüzünü görürdük. Çünkü yıldızlar, Dünya’nın genişliğine göre çok ama çok uzaktadır. Ve bu uzaklıklarını bağımsız teleskoplarla bizzat doğrulamamız mümkündür.
Çubuklar ve Gölgeler
Güneşli bir günde yere iki benzer çubuk yerleştirdiğinizi bir düşünün. Eğer gezegenimiz düz olsaydı, o zaman farklı yerlerde bulunan çubukların, birbirlerinden ne kadar uzak olurlarsa olsunlar, gölgeleri birebir aynı uzunlukta olurdu. Ama tam aksine, birbirinden birkaç kilometre uzaklıkta, birebir aynı şekil, doğrultu ve yönelimdeki iki çubuk için bile birbirinden farklı uzunluklarda iki gölgeyle karşılaşıyoruz. DD doğru olsaydı, Güneş ile Dünya arasındaki mesafe, iki çubuk arasındaki mesafeden yüz binlerce kat fazla olacağı için farklı bir gölge uzunluğu göremezdik. Matematikçi, coğrafyacı ve gökbilimci olan Eratosthenes (MÖ 276-194) aynı prensibi gezegenimizin çevresini hesaplayabilmek için kullanmıştı.
Hoş, DD savunucuları bu iddiayı savuşturmak için Güneş’i Dünya’ya çok daha yakın modellemektedirler; ancak bu geçersiz bir iddiadır, çünkü teleskopların büyütme oranından yola çıkarak Güneş’in uzaklığını bağımsız olarak tespit etmemiz mümkündür. Dolayısıyla Güneş’in Dünya’ya çok yakın olmadığını biliyoruz. Dahası, eğer Güneş Dünya’ya DD savunucularının iddia ettiği kadar yakın olsaydı, kütleçekim dinamikleri tamamen farklı olurdu; dolayısıyla gezegenimizdeki gelgitler gibi doğa olaylarının yapısı günümüzde gördüğümüz gibi olmazdı. Hepsi bir yana, aşırı hassas astronomik cihazların tespit ettikleri kütleçekim dalgaları gibi fiziksel olayların şiddeti tamamen farklı olur, fizik teorilerinin hepsi çelişkilerle dolu olurdu. Ancak bunların hiçbiri görmüyoruz çünkü... Dünya düz değil, küresel.
Daha Yüksekten, Daha Ötesini Görmek
Bir arazide durduğunuzu hayal edin. Elinize bir dürbün aldınız ve ileriye baktınız. Daha ötesini görebilmek için daha da yükseklere tırmanırsınız. Ufuktaki gemi aklınıza gelsin, ancak bu sefer günbatımını bir düşünün. Sahilde uzanırken Güneş batıyor ve birden kayboluyor. O esnada doğru yüksekliğe, zamanında çıkarsanız, günbatımını tekrar izleyebilirsiniz, ki bunu Burç Halife gibi dev binalarda bizzat deneyimlemeniz mümkündür! Ancak DD doğru olsaydı, günbatımını farklı yüksekliklerde iki defa izlemek mümkün olmazdı; çünkü Güneş’in görüş alanımızdan çıkması için bir sebep olmazdı.
Farklı Saat Dilimlerinin Var Olması
Size basit bir soru: Çin’de, ABD’de ve Türkiye’de şu an saat aynı mıdır? New York’ta saat 12.00 iken Güneş gökyüzünün tam ortasında bulunur, aynı zamanda Pekin’de ise saat 24.00’ı göstermektedir ve Güneş hiçbir yerde görülmemektedir.
Farklı zaman dilimlerinin var olma sebebi, Güneş’in Dünya’nın bir tarafını aydınlatırken, diğer tarafının karanlık kalmasından dolayıdır. Bu da Dünya’nın şeklinden kaynaklanır.
DD’de Güneş her açıdan bir spot ışığı gibi görünürdü ve doğup batana kadar doğudan batıya kadar herkes onu görebilirdi. Ancak böyle bir şey söz konusu değil.
Çekim Kuvvetinin Merkezi
Bir kürenin kütle merkezi, kürenin tam merkezinde bulunmaktadır. Bu da kütleçekimin sizi yüzeyin neresinde olursanız olun kürenin merkezine doğru çekeceği anlamına gelmektedir. Ancak düz bir Dünya’da yaşasaydık ve kütle merkezi yine merkezde olmak zorunda olduğu için, kenarlara doğru gittikçe üzerinizdeki kütleçekiminin açısı giderek merkeze doğru dönemk zorunda kalırdı. Buna bağlı olarak sınırlara yaklaştıkça, dümdüz yürüyor olsanız bile, sanki dik bir dağı tırmanmaya çalışıyormuş gibi bir kuvvet hissederdiniz. Bu, gezegenimiz üzerindeki bağımsız ölçümlerin hiçbiriyle örtüşmemektedir, ki bu ölçümleri cep telefonunuz veya kendi üreteceğiniz ivmeölçerler ile siz de yapabilirsiniz!
DD modelinde, düz bir yolda hiç durmadan Dünya’nın “kenarına” ulaşana kadar koştuğunuzu hayal edin. Kenara yaklaştıkça üzerinizdeki çekim kuvveti öyle artacaktır ki, düz bir yolda koştuğunuz hâlde sanki eğimi giderek artan bir yokuşu çıkıyormuş gibi hissederdiniz. Bu hissi şuna benzetebiliriz: Düz olan Dünya’nın merkezinde bir çubuk var ve o çubuğa elastik bir iple bağlısınız; dolayısıyla ondan uzaklaştıkça, elastik ipin sizi geri çekme kuvveti de artıyor. Ancak gerçekte işlerin böyle olmadığını biliyoruz. Bir elma Türkiye’de nasıl düşüyorsa, Avustralya’da da aynı şekilde düşmektedir. Bunun tek açıklaması KD’nin doğru olmasıdır.
Bazı DD savunucuları bu iddiayı savuşturmak için kütleçekimin gerçek olmadığını, hatta Dünya yüzeyinde kalıyor olmamızın, düz olduğunu iddia ettikleri Dünya’nın durmaksızın “yukarı” doğru hareket ediyor olmasından kaynaklandığını bile ileri sürmüşlerdir! Görebileceğiniz gibi bu iddialar, herhangi bir bilimsel incelemeye değil, inat temelli bir ayak diremeye dayanmaktadır. DD komplocularının amacı gerçeğe ulaşmak değil, gerçeği kendi fantezi dünyalarına uydurmaktır.
Diğer İddialar
Bu kısımda, DD komplocularının delil ve bulgu üretmek yerine, KD modelini çürütmek için uydurdukları bazı diğer yaygın iddialara hızlı bir bakış atacağız.
1. İddia: “K.D. doğru olsaydı, yolculuk boyunca uçaklar her birkaç dakikada bir burunlarını aşağıya eğmeleri gerekirdi.”
Yapılan da odur zaten! Uçuş eğitimleri alan herhangi bir deneyimli pilota bu bilgiyi teyit ettirebilirsiniz. Hatta bir pilot sizi kokpite alırsa, bunu kendiniz bizzat gözlemleyebilirsiniz de. Bu durumda, yanıtlayın bakalım: Dünya düzse, durmaksızın burunlarını aşağı çeviren uçaklar neden çakılmıyor?
2. İddia: “K.D. doğru olsaydı uçaklardaki jiroskopların eğilmesi gerekirdi.”
Bu, çekim kuvvetinin tek yönlü çalıştığını varsaymaktır, ancak bu yanlıştır, çünkü tam aksine çekim kuvveti Dünya’nın merkezine doğru olduğu için, jiroskoplar da görevlerini düzgünce yapmaktadır (uçaklarda bunlar elektroniktir). Eğer uçak, Dünya’nın atmosferinden dışarı çıkıp uzaya gitseydi, işte o zaman jiroskobun eğildiğini görebilirdiniz.
2017’de DD görüşünü kanıtlamak isteyen genç bir adam uçağa bir su terazisi alıp kayda çekerek hiçbir değişimin olmadığını göstermek istemişti; ancak bu değişim KD’nin neresine uçulursa uçulsun görülemezdi zaten. Çünkü su terazisi zaten öngörülen görevini yapmaktadır: O da, çekim kuvvetine uymaktır!
DD komplocuları arasında kütleçekim kuvvetine dair o kadar çok yanlış anlaşılma var ki...Örneğin Dünya’nın dönüş hızını hesaba kattığınızda, neden havaya zıpladıktan sonra tekrar aynı yere düştüğünüzün yanıtı fiziksel olarak açıklanabilir: Tıpkı saatte 200 kilometre hızla giden bir trende zıpladığınızda vagonun sonundaki kapıya yapışıp kalmamanız gibi! Neden? Çünkü tren içindeki hava ve sizi trene bağlayan sürtünme kuvveti de aynı yapının içinde ilerlemektedir. Keza, atmosferdeki gaz ve o gaz içinde ilerleyen siz ile sizi yeryüzüne bağlayan ayaklarınızdaki sürtünme kuvveti de aynı sistemin içindedir. Dolayısıyla zıpladığınızda aynı yere düşersiniz.
3. İddia: “Gece yıldızların hareketlerine dair çekim yaptığınızda ve tüm görüntüleri birleştirdiğinizde mükemmel birer daire çizmektedirler, ancak Dünya hareket ediyorsa ve Güneş’in etrafında dönüyorsa o zaman bu yıldızların rastgele yönlere gittiklerini görmeniz gerekirdi.”
“Jeosantrizm” (yani Dünya-Merkeziyetçi) görüşüyle benzerlikler taşıyan “Hareketsiz Dünya” (İng.: Stationary Earth) görüşü, günümüz bilimsel araştırmalarında geçerli bir görüş değildir. Örneğin Foucault Sarkacı, Dünya’nın döndüğünü açıkça ortaya koymaktadır.
Ayrıca bu iddiada yıldızların uzaklıkları da göz ardı edilmektedir. Gökyüzünde Ay’ı gördüğünüzü düşünün, ardından şehrin bir ucundan diğer ucuna yürüdüğünüzü düşünün. Yine baktığınızda Ay ne kadar yer değiştirmiş olacaktır? Fark edilemeyecek kadar az bir oranda, hatta o kadar az ki hareket etmediğini bile düşünebilirsiniz. Yıldızlar ise milyarlarca kilometre uzaklıkta olan gök cisimleridir. Güneş’ten sonra bize en yakını 4.6 ışık yılı uzaklıktadır (4.6 x 9500 milyar kilometre).
Eğer kameralı teleskobunuzu alıp tek bir noktadan gökyüzüne doğrultup bir sene boyunca kayıt yapsaydınız, o zaman o her bir “mükemmel daire”nin kaydığını bilgisayar ölçümleri yaparak görebilirdiniz, ancak bunu çıplak gözle yapabileceğinizi sanmayın.
4. İddia: “Dünya’dan görüntülenen Ay ile Ay’dan görüntülenen Dünya’nın boyutları arasında fark var, biri diğerinden daha yakın gözüküyor, öyleyse bu fotoğraflar sahtedir.”
Bu çekimle ilgili bir durumdur. Örneğin kameranız ile yakınlaşırsanız o zaman Ay’ı olduğundan daha büyük gösterebilirsiniz fotoğrafta. Eğer Dünya’dan ve Ay’dan çekilen fotoğrafları görülen eğriliklerine göre orantılanıp kıyaslarsanız, boyutsal olarak gerçektekinden farksız olduklarını görürdünüz.
5. İddia: “Dünya’yı gösteren videolarda bulutlar hareketsizdir.”
Eğer daha yakından incelenirse bulutlar hareket etmektedir, sadece dışarıdan bakıldığında Dünya’nın dönüş hızına oranla oldukça yavaş hareket ettikleri görülür.
6. İddia: “Bütün bu tartışmaları Hubble Uzay Teleskobunu Dünya’ya döndürüp iyice yakınlaşarak canlı çekimle bizim haksız olduğumuzu kanıtlayabilirlerdi ama bunu yapmıyorlar.”
Benzer bir iddia Ay Görevleri için de söylenmektedir; ancak Hubble yakında olanı değil, uzakta olanı görüntülemek için tasarlanmıştır, üstelik canlı yayın yapmamaktadır. Her iki gözünüz de şu an burnunuzu görebilmektedir, peki burnunuz bu kadar yakın iken üzerindeki bütün detayları görebiliyor musunuz, yoksa bulanık mı görünüyor? Burada “odaklanma” söz konusudur, Hubble’ın odağı da bizi görüntülemek için değil, evrendeki büyük yapıları görüntülemek içindir. Hem Hubble’ı çevirip fotoğraf çekseler, “NASA’nın oyunu bu, yalan söylüyorlar, fotoğraflar sahte!” demeyecek misiniz sanki? Demeyecekseniz, hâlihazırda gezegenimizi fotoğraflayan ve görüntüleyen, bağımsız ülkelere ait kameraların her biri sizler için fazlasıyla yeterli kanıt olmalıdır.
7. İddia: “NASA, çektiği fotoğrafların üzerinde oynamalar yapmaktadır.”
Bu hiç kimse için yeni bir haber değil, evet, yapılıyor. Birçok fotoğrafın üzerinde oynama yapılmaktadır; ancak bu, bir şeyler saklandığından değil. Fotoğraftaki detayların daha iyi görünebilmesini sağlamak için. NASA’da bu işlerle uğraşanlar, yaptıkları manipülasyonların hepsinin detayını fotoğrafların altında belirtmektedirler. Gizleyecekleri bir şey olsaydı bu detayları da paylaşmazlardı. Örneğin, Cassini uzay aracı Satürn gezegeninin ayları olan Titan ile Dione’nin görüntülerini çekmişti. Bunu yaparken üç farklı lensten (yeşil, kırmızı ve mavi) çekilen görüntüler daha sonra birleştirilerek (kompozit), gerçek renkleri (İng.: true-color) yansıtan bir görüntü elde edilmişti. Böylece mis gibi görüntüler elde edilebildi. Üstelik bu fotoğrafların ham (RAW) hallerine ulaşmak da mümkün!
8. İddia: “Bir NASA çalışanı fotoğrafların sahte olduğunu ve D.D.’nin doğru olduğunu itiraf etti.”
Burada DD savunucuları en çok veri görselleştirici ve tasarımcı Robert Simmon’ın 2012’de yaptığı röportajda “Goddard’da (Uçuş Hava Merkezi) işinizin bir parçası olarak yaptığınız en havalı şey nedir?” sorusuna karşılık verdiği cevabı (onlara göre bir “itiraf”) paylaşırlar:
Alçak Dünya yörüngesinin üzerinden bütün yarım küreyi (kürenin bir tarafını) gösteren bir fotoğraf en son 1972’de Apollo 17 görevi sırasında çekilmişti (Fotoğraf No: AS17-148-22727). NASA’nın EOS (Dünya Gözlem Sistemi) uyduları Dünya’nın durumunu kontrol etmek için tasarlanmışlardı. 2002’de nihayet bütün Dünya’yı gösterebilecek kadar veri elde etmiştik. Böylece işe koyulduk. İşin en zor kısmı dört aylık uydu verileriyle Dünya yüzeyinin düz haritasını yaratmak olmuştu. Artık İsviçre Federal Meteoroloji ve Klimatoloji bölümünde olan Reto Stockli işin çoğunu üstlenmişti. Ondan sonra düz haritayı bir topun etrafına sardık. Benim görevim; yüzeyi, bulutları, denizleri ve insanların Dünya’nın uzaydan nasıl görünmesi gerektiğine dair beklentilerini entegre etmekti. Bu top daha sonra ünlü Mavi Bilye olarak tanınmıştı. Bununla mutluluk duymuştum ama bu kadar yaygın olacağına dair hiç fikrim yoktu. Hiçbir zaman bir ikon hâline geleceğini düşünmemiştik. Hiçbir zaman “Bay Mavi Bilye” (İng.: Mr. Blue Marble) olarak tanınacağımı düşünmemiştim. O zamandan beri temel haritaları çözünürlüğü arttırarak güncelleştirdik ve 2004 için aylık olarak haritalar dizisi hazırladık.
Kısacası Simmon burada “Mavi Bilye” öyküsünün nereden kaynaklandığını anlatıyor. 2 boyutlu olarak çekilen fotoğraflarda Dünya yüzeyi kaçınılmaz olarak düz gözüktüğü için (bir basketbol topunun fotoğrafını çekecek olursanız, 2 boyutlu telefon ekranınızda top tabak gibi gözükecektir), bunları 3 boyutlu bir küreye dönüştürmek için birleştirme işlemi yaptıklarından bahsediyor. Bunun neresi itiraf? Gayet normal bir işlem. Yaptığı mesleğine dair kısa bilgiler de veriyor, aynı röportajda “Goddard’daki rolünüz hakkında en ilginç olan şey nedir? Goddard’ın görevine nasıl yardımcı oldunuz?” sorusuna şu cevabı vermişti:
Benim rolüm yerbilimleri verilerinden görseller oluşturmaktır. Verileri resimlere çeviririm. NASA’nın eşsiz yeteneklerini gösterecek şekilde NASA’nın uyduları tarafından görülen ya da en son verilerin içerisinde gizlenen yeni ve ilginç olayları arıyorum. Bir şeyler bulmak en eğlenceli kısımdır. Verileri oluşturmak için mühendislere ve bilim insanlarına güveniyorum. Onların güvenilir, gerçek-zamanlı, bir günde 1.7 terabaytlık akışı inanılmazdır, bu, günde 3000 CD üretmek gibidir. İlginç şeyleri nerede arayacağımızı biliyoruz çünkü her bir araç özelleştirilmiş bir tür veri sunmaktadır. Böylece belirli bir şey arıyorsam, nereye bakacağımı biliyorum. Örneğin, yakın zamanda Kızıldeniz’de bir volkan patlaması yaşandı. Buna dair en güvenilir görüntü NASA’nın uydularından gelmişti. Yeni bir adanın yaratıldığını açıkça doğrulayabilmiştik. Ekibimiz sırf iletişim üzerinedir. Veriyi kullanılabilir ve anlaşılabilir bir şekle dönüştürüyoruz. Yazarlarımız ve görselleştiricilerimiz bizlere neler gördüklerimizi açıklarlar ve ağ (Web) geliştiricilerimiz de tüm dünyayla bunları paylaşır.
Üstelik mavi bilye lakabıyla bilinen Dünya’ya dair görüntüler sadece NASA’dan gelmiyor. Rusya’nın Elektro-L uydusu, Avrupa’nın MSG-3 uydusu, Japonya’nın Himawari-8 uydusu ve Çin’in Chang’e-5 uzay aracından da muhteşem görüntüler elde edilmiştir.
9. İddia: “Antarktika’da uçuş yasağı (İng: No fly-zone) var” ya da “Antarktika’ya gitmek yasaktır, bir şey saklıyorlar çünkü.”
Bu iddialar doğru değildir. Örneğin 2013-2014 seneleri arasında Antarktika’ya yolculuk yapan kişilerin sayısı IAATO (Uluslararası Antarktika Birliği ve Tur Operasyonları) verilerine göre 37,045 kişiydi. Bu yolculuk genellikle gemilerle yapılmaktadır, ancak ticari uçaklarla da yapılabileceğini göstermek için 26 Kasım 2015 tarihinde ALE (Antarktik Lojistik ve Seferleri) tarafından organize edilen yolculukta bir Boeing 757 yolcu uçağı ilk kez Antarktika’ya bir iniş gerçekleştirdi. Bununla beraber Antarktika’da Amundsen-Scott Güney Kutup İstasyonu gibi pek çok ülkeye ait sayısız araştırma istasyonlarının kurulmasıyla birlikte Antarktika'ya birçok sefer de yapılmıştır. Bu istasyonların konumları bellidir ve buralara ait birçok sayıda fotoğraf da paylaşılmıştır.
Peki iki Türk akademisyenin Antarktika’ya yeni üs için gidip incelemeler yaptıklarını biliyor muydunuz ya da TAKBAM’ı (Türkiye Antarktika Kutup Bilimsel Araştırma Merkezi) daha önce duymuş muydunuz? Ya da İTÜ’nün kutup araştırma merkezi olan PolRec ekibinin Antarktika’da Türkiye Bilimsel Araştırma Üssü çalışmalarından haberiniz var mıydı? Bazı şeyleri iddia etmeden önce araştırmak bu yüzden önemlidir.
10. İddia: “K.D.’nin farklı noktalarında dönüş hızı da farklıdır, yani Ekvator’daki dönüş hızı saatte yaklaşık 1670 kilometredir, kutuplara gidildikçe bu hız azalır. Bu durumda daha yavaş dönüş hızı olan bir yerde yaşayan insan uçakla daha hızlı dönüş hızı olan bir yere gittiğinde bunu hissetmez mi? Uçağın kendisi de Dünya’nın dönüş yönünde saatte 800 kilometre hızla gidince aslında gitmesi gereken yere dönüş hızıyla beraber saatte 2470 kilometre hızla gitmesi gerekmez mi?”
Bu çok sık yanlış anlaşılan bir durumdur. “Neden uzaya fırlamıyoruz birden? Öyleyse Dünya dönmüyor.” şeklindeki argümanla birlikte kurulur, oysa sizi uzaya fırlatmak isteyen kuvvetin kendisi Ekvator'da size uygulanan çekim kuvvetinin sadece %0,3’ü kadardır, bu etki kutuplara doğru gittikçe azalır. Yani Dünya dursaydı, %0,3 oranında daha ağır hissederdiniz sadece.
Bir diğer nokta da şudur: Ekvator’un tam üzerinde sabit durduğunuzda, Dünya’nın dönüşüyle aynı noktaya ulaşmanız 24 saat sürecektir. Güney Kutbu'nun birkaç adım gerisinde bekleyip sabit durduğunuzda, yine aynı noktaya gelmeniz 24 saat sürecektir (Bkz: Açısal Hız). Ekvator’da Dünya’nın çevresi kadar dönmüş iken Güney Kutup’ta küçük bir daire kadar dönmüş oluyorsunuz, işte hız farkı genel olarak bundan dolayıdır.
İddianın bir diğer sorunu da “atmosferin” kendisinin de hareket hâlinde olduğunu unutmaktan kaynaklanmaktadır. Çünkü bahsi geçen hız sadece Dünya’nın yüzeyi için geçerli değildir. Olayın özü şudur: Pistte bekleyen bir uçağın hızı 0 km/s değildir, bulunduğu yerde Dünya’nın hızıyla aynıdır. Bu durumda Ekvator’dan kalkan bir uçağın hızı, Dünya dışı bir gözlemciye göre zaten saatte 1670 kilometreyle başlamaktadır ve batı ya da doğu yönüne göre hızı değişmektedir, bu durumda uçağın “kendisi” saatte 800 kilometre hızla giderken toplamda saatte 1670 + 800 = 2470 kilometre hızla gitmektedir zaten (bkz. Görelilik Kuramı ve fizik derslerindeki Vektörler konusu). Bu durumda uçağın “kendisi”nin saatte 2470 kilometre hızla gitmesine gerek yoktur. Uçak, Dünya’nın dönüş yönüne ters istikamette gitseydi bu sefer saatte 1670 – 800 = 870 kilometre hıza sahip olurdu. Elbette işin içinde hava sürtünmesi, rüzgâr yönleri gibi birçok etki de bulunmaktadır (bkz. Coriolis Etkisi).
Uçaktaki hostes gelip size bir kahve koyduğunda, sabit gibi görünen o kahve uçakla beraber havada saatte 800 kilometre hızla gitmektedir. Siz de içinde yer alan bir yolcu olarak uçakla aynı hızda gitmektesiniz. Bulutları bir referans noktası olarak seçerek bir yöne doğru gittiğinizi anlayabilirsiniz, ancak referans noktanız yoksa yerinizde sabit olduğunuzu düşünebilirsiniz. Bu durumda Vuçak = Vyolcu > Vbulut olurdu (V = Hız), kısacası siz uçakla aynı hızla gidiyorsunuz ve bulutlardan daha hızlısınız. Lakin bulutlarla aynı hızda gidiyor olsaydınız, yine havada öylece asılı kaldığınızı sanırdınız.
Siz aracınızı sabit bir hızla sürerken de yerinizde sabit hissetmektesiniz. Ancak aniden kaza yaptığınızda ya da hızlandığınızda bu değişimi hissedersiniz (bkz. Newton’ın Hareket Yasası’ndaki F = m.a formülü). “Hissettiğiniz” şey hızın kendisi değil, ivmenin kendisi olmaktadır. Havanın ve hatta denizin ve neredeyse her şeyin kendisi de yüzeyle birlikte döndüğü için, kutuplara gittiğinizde “Yavaşlıyoruz gibi hissediyorum.” demiyorsunuz. Ancak Dünya birden ivmelenseydi ya da dursaydı bunu hissederdiniz, hatta birden hızının 25 katına çıksaydı işte ancak o zaman uzaya fırlardınız. DD savunucuları bu gibi temel fizik kurallarını hesaba katmadıklarından dolayı da “Neden denizler hızdan dolayı Ekvator’da toplanmıyor, neden nehirler yukarıya doğru akmıyor?” gibi hatalı iddialarda bulunabiliyorlar.
Dünya’nın dönüş hızıyla ilgili bu temel bilgiler uzaya roket fırlatımını kolaylaştırmak için bilim insanlarına faydalı bilgilerdir, bu sebeple fırlatma noktaları atmosferden çıkış hızlarına göre özenle seçilmişlerdir. Fizik kuralları hayatımızın her yerinde işlemektedir, örneğin bir motosikletçi kontra tekniğini (İng.: Countersteering) bilmeden sağa dönen bir viraja hızla girdiğinde panikleyip sağa eğilmek yerine kolu sağa doğru çevirdiğinde “merkezkaç kuvvetine” (İng.: Centrifugal Force) karşı koyacak ve motosikletçi de sol şeride doğru ister istemez fırlayacaktır. Bunu şu şekilde daha iyi kavrayabilirsiniz: Arabadasınız ve kullanan arkadaşınız aniden direksiyonu çevirip keskin bir sağ dönüşü yapar. Siz ne tarafa doğru eğilmiş olursunuz? Sol tarafa elbette.
Kısa bir fizik bilgisi daha verelim: Merkezkaç kuvveti gerçekte var olan bir kuvvet değildir, sadece “hissedilen” bir kuvvettir. Oyun parklarında hiç dönencelerde bulunduysanız sizi dışarıya doğru çeken bir kuvvet varmış gibi hissederseniz ve hızınız arttıkça bu kuvvetin gücü de artar, yani merkezden uzaklaşma ya da kaçma hissi oluşur (merkez”kaç” kelimesini düşünün). Dışarıya fırlamamak için kendimizi merkeze doğru yakınlaştırırız, yani “merkezcil kuvvet” gösteririz (İng.: Centripetal Force), bu karşı koyuş da merkezkaç kuvveti varmış gibi hissettirse de dışarıya doğru bizi çeken bir kuvvet gerçekte yoktur.
Uzaydan Fotoğraflar
Son 60 senedir uzaya birçok sayıda uydu ve insan gönderdik. Bu insansız uzay araçlarının bazıları geri döndü, bazıları hâlâ Güneş sistemimizin bir yerlerinde geziniyor ve uzaya dair birbirinden muhteşem fotoğraflar iletiyorlar. ISS’den çekilen görüntülere bakmanız bile yeterli olacaktır. Belki sırf ABD’de yer aldığı için NASA’ya güvenmeyebilirsiniz, peki ama ya onlarla çelişmeyen Avrupa’daki ESA, Hindistan’daki ISRO, Japonya’daki JAXA, Çin’deki CNSA, Rusya’daki Roscosmos, İtalya’daki ASI ve Kanada’daki CSA gibi ulusal ve uluslararası uzay ajanslarına veya Juno, Curiosity vb. uzay araçlarına? Hatta Türkiye’den çıkan Göktürk ile Türksat uydularına? Ne var ki şahsi güvensizlik, bilimsel bir ispat yöntemi değildir.
Yüksek İrtifa Balonları
Bazı iddiacılar yüksek irtifa balonlarına kameralar bağlayıp DD’nin gerçek olduğunu göstermeyi amaçlamışlardır. Ancak burada bir göz yanılgısı mevcuttur.
CERN’deki (Avrupa Nükleer Araştırma Örgütü) LHC’yi (Büyük Hadron Çarpıştırıcısı) bir düşünün, yaklaşık olarak 27 kilometrelik bir tünelin çevresinde dönmektedir. Eğer ki bu çarpıştırıcıya ait fotoğraflara bakacak olursanız, ne kadar uzağa bakarsanız bakın çarpıştırıcı sanki tamamen düzmüş gibi görünecektir. Fakat yeterince dikkatli bakacak olursanız, tünelin ucunda bir yerlerde, bir noktadan sonra bir yöne doğru kıvrılmaya başladığını algılayabileceksinizdir. Bu göz yanılgısının sebebi, kıvrılma yarıçapının, sizinle cisim arasındaki mesafeye göre aşırı büyük olmasıdır. Bir diğer deyişle, kıvrılan devasa cisme çok yakınsınızdır! Bunu çözmenin yolu, ondan yeterince uzaklaşmaktır (veya daha önceden izah ettiğimiz dolaylı yöntemlere başvurmaktır).
Yüksek irtifa balonuyla gözlemlenen Dünya’nın çevresi LHC gibi 27 kilometre değil, tam olarak 40,075 kilometredir, yani çarpıştırıcının 1484 katıdır! Dolayısıyla Dünya’nın küreselliğini tam olarak fotoğraflayabilmek için, yüksek irtifa balonundan çok daha fazlasına ihtiyacınız vardır. Bu yüzden KD’nin doğru oluşunu yakın bir yükseklikten belli bir açıya kadar çekebilen bir kameradan anlayabilmeniz zordur. Ancak basit bir hesapla bile kayıtlardan her iki taraftan iki nokta seçip aralarındaki farkı hesaplayarak Dünya’nın eğriliğini hesaplayabilirsiniz. Videoyu çeken kişiler ise size sadece "Bakın! Size düz olduğunu söylemiştim." demekle kalırlar.
Burada DD savunucularının şu doğru tespitine de katılmakta fayda var: Dünya’nın yuvarlaklığını göstermek için uzaya gönderilen aksiyon kameralarında ciddi anlamda lens bozulması (İng.: Lens Distortion) bulunmaktadır. Dolayısıyla bu video kayıtlarının ham görüntülerinde ufuk çizgisinin eğimli olması, kameranın gerçekten gördüğünün o kadar eğimli olmasından değil, lensin “balık gözlü kamera” şeklinde olmasından ötürü görüntüyü bükmesidir. Ancak bu demek değil ki Dünya yuvarlak değil, düzdür. Çünkü uzaya gönderilen her kamera balık gözlü lenslere sahip olmadığı gibi, çok basit bir lens düzeltme işlemiyle o görüntüleri kaydeden kameraların gerçekten gördükleri görüntülere erişmemiz mümkündür. Hatta Adobe Premiere Pro gibi yazılımlarda, GoPro gibi aksiyon kameralarının lens bozulmalarını otomatik olarak düzelten sayısız araç bulunmaktadır. Eğer bir kameradaki lensin görüntüyü bozma miktarını biliyorsanız, bunu tersine çevirmeniz de mümkündür. Bunu yaptığımızda, gezegenin gerçekten de yuvarlak olduğunu görüyoruz.
Sonuç
DD komplocularının bazılarını ikna etmek oldukça güçtür, çünkü bütün sorularınıza karşılık bir “cevap” üretmeye hazırdırlar. Film ve dizi izleme platformu Netflix üzerinden Behind the Curve – Çağın Gerisinde Yaşamak (2018) adlı belgeselini izleyip kendiniz de görebilirsiniz.
Bütün bunlarla birlikte listelenen bilimsel izahlara ve verilen onca bilgiye rağmen, sitemizde yer verdiğimiz diğer safsatalarda olduğu gibi sıkça “Peki bir de buna ne diyorsun?” şeklinde argümanlarına devam etmektedirler. Eğer DD gerçekten doğru olsaydı, Güney Amerika’dan Avustralya’ya yapılan 12 saatlik bir uçuşu DD haritasına göre (Azimutal haritasına tekrar dikkatle bakarsanız her iki kıta birbirlerine göre ters uçlardadır) uçakların ses hızının iki katı hızında (yani 1 saatte yaklaşık 2450 kilometre hızla) gitmesi gerekirdi. En hızlı ticari uçakların hızı saatte 800-950 kilometre arasında olduğunu düşündüğünüzde, DD’nin neden geçerli olmadığını daha iyi kavrayabileceksinizdir. DD görüşünü kabul etmek, fizik bilimine dair bildiğimiz her şeyi (tüm alt dalları dâhil) çöpe atmamızı gerektirirdi: Ne evrenin yapısı hakkında konuşulabilir, ne parçacıklar hakkında konuşulabilir, ne fizik kuvvetleri hakkında yorum yapılabilir ne de ışık, ses, hareket ve nice kavramlar açıklanabilirdi. DD sadece gezegenimizin yapısıyla ilgili değildir, içinde var olduğumuz tüm evreni de ilgilendirmektedir.
Ve DD görüşü, neresinden tutarsanız tutun, hangi iddialarını ele alırsanız alın... Hatalıdır.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 36
- 22
- 9
- 8
- 8
- 7
- 7
- 5
- 5
- 5
- 4
- 2
- Rational Wiki. Flat Earth. (16 Mayıs 2019). Alındığı Tarih: 16 Mayıs 2019. Alındığı Yer: Rational Wiki | Arşiv Bağlantısı
- D. Adam. The Earth Is Flat? What Planet Is He On?. (23 Şubat 2010). Alındığı Tarih: 16 Mayıs 2019. Alındığı Yer: The Guardian | Arşiv Bağlantısı
- N. Wolchover, et al. Are Flat-Earthers Being Serious?. (30 Mayıs 2017). Alındığı Tarih: 16 Mayıs 2019. Alındığı Yer: Live Science | Arşiv Bağlantısı
- M. Schottlender. 10 Easy Ways You Can Tell For Yourself That The Earth Is Not Flat. (26 Ocak 2016). Alındığı Tarih: 16 Mayıs 2019. Alındığı Yer: Popular Science | Arşiv Bağlantısı
- B. Dunning. The Flat Earth Theory. (27 Kasım 2012). Alındığı Tarih: 16 Mayıs 2019. Alındığı Yer: Skeptoid | Arşiv Bağlantısı
- A. Observatory. Star And Planet Formation. (16 Mayıs 2019). Alındığı Tarih: 16 Mayıs 2019. Alındığı Yer: Alma Observatory | Arşiv Bağlantısı
- F. Cain. How Fast Does The Earth Rotate?. (1 Ocak 2009). Alındığı Tarih: 16 Mayıs 2019. Alındığı Yer: Universe Today | Arşiv Bağlantısı
- S. Stierwalt. Can We Feel The Earth Spin?. (27 Haziran 2015). Alındığı Tarih: 16 Mayıs 2019. Alındığı Yer: Ask an Astronomer | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 22/11/2024 16:29:12 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/4860
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.