Stockholm Sendromu: Hayatta Kalmak için Bağlanmak
- İndir
- Dış Sitelerde Paylaş
1973 yılında İsveç'te Jan-Erik Olsson isimli bir adam, Kreditbanken adlı bankaya silahlar ve patlayıcılarla girdi. Havaya ateş açtı, "Herkes yere yatsın, parti başlıyor!" diye bağırdı. Bu sırada müşteriler ve birçok banka görevlisi dışarı kaçtı. Soyguncu, dört banka görevlisini rehin aldı. Banka, polisler tarafından kuşatıldı.
Arabulucu, soyguncuyla iletişime geçtiğinde, soyguncunun talepleri yüklü miktarda para, biraz mühimmat, cezaevinden bir arkadaşının kendi yanına getirilmesi ve bankanın önünde hazır bir araba bulundurulmasıydı. Soyguncunun dediğine göre talepleri yerine getirilirse, bu arabaya arkadaşıyla birlikte binip, gidecekti.
Polis, hükümlü olan arkadaşını dışarı çıkararak bankaya getirdi; bankanın önüne onlar için bir araba bırakıldı. Parayı da kendisine teslim etti. Ancak soyguncu, paraları ve arkadaşını alıp kaçamıyordu; çünkü polis kuşatmayı kaldırmıyordu.
Polis, tavanda bir delik açtı, iki soyguncu polisin içeriye uyuşturucu gaz vereceğini düşünerek (ve doğru tahmin ederek) rehinelerden birisinin boynuna ip bağlayıp tavana astı; ancak rehinenin ayakları yere değdiği için, bir türlü ölmüyordu. Soyguncular, zekice bir açıklama geliştirdiler: Polise, eğer içeriye uyuşturucu gaz verirlerse, bu rehinenin uyuyakalacağını ve artık ayakları yere değmeyeceği için, boğularak öleceğini söylediler.
Bu kuşatma, birkaç saat değil, tam 6 gün sürdü. Altıncı gün, polis içeriye girdi ve soyguncular silahlarını atarak teslim oldular. Bu sırada, şaşırtıcı bir şekilde rehineler, kendilerini soyguncuların önüne atarak siper ettiler ve polisin soyguncuları vurmasını önlemeye çalıştılar, aynı anda "Sakın onlara ateş etmeyin!" diye bağırdılar.
Soyguncular, tutuklandıktan sonra garip bilgiler gelmeye devam etti. Rehinelerden biri olan Elizabeth Smart’ın, kuşatma boyunca bir noktada kaçma şansı olduğu halde, kendi tercihiyle kaçmadığı öğrenildi.
Daha ilginç olan, bu olayların yaşanıp bitmesinden sonra bile rehinelerin soyguncuları hep desteklemiş olmalarıdır. Rehineler, mahkemede soygunculara karşı ifade vermekten kaçındılar; hatta aralarında para toplayıp, onların mahkeme masraflarını karşılamalarına yardımcı oldular. Sık sık onları hapishanede ziyaret ettiler. Soygundan yıllar sonra, History Channel üzerinden yayınlanan bir belgesele konuşan bir rehine, şöyle diyordu:
Soyguncu beni öldürmeyeceğini, sadece bacağımdan vuracağını söyledi. Ne kadar nazik ve düşünceli bir insan olduğunu düşündüm.
Patty Hearst
Bu olaydan bir sene sonra ABD’de zengin bir ailenin kızı olan Patty Hearst, kendilerine Simbiyonez Özgürlük Ordusu diyen bir grup tarafından kaçırıldı. Grup üyeleri, kadını ışık geçirmez, ufak bir dolapta kilitli tuttular, sürekli ölümle tehdit ettiler ve ona defalarca tecavüz ettiler. Sadece birkaç gün "ödül" adı altında dolabın kapısı biraz açık bırakılarak, kadının hava almasına izin verildi. Patty Hearst, bu şekilde, o dolapta, iki ay boyunca yaşadı.
Olayın üzerinden yaklaşık bir yıl geçtikten sonra Patty Hearst, San Francisco’da elinde tüfekle bir bankayı soymaya çalışırken yakalandı. Eski rehine, Tania takma adını almış ve kendisini kaçıran örgütün silahlı bir militanı olmuştu.
Tutuklandığında, bu ilginç dönüşümü şöyle ifade etmişti:
Ben bir şehir gerillasıyım. Herkes bilsin ki yüzüm gülüyor, kendimi bu şekilde özgür ve güçlü hissediyorum. Dışarıdaki tüm kardeşlerime selamlarımı ve sevgilerimi yolluyorum.
Jaycee Lee Dugard
1991’de birkaç görgü tanığı, küçük bir kızın bir çift tarafından kaçırıldığını gördüklerini söyleyerek polise başvurdu. Gerçekten de 11 yaşındaki Jaycee Lee Dugard kaybolmuştu. 2009 yılında 29 yaşındayken kendi başına California Polis Merkezi'ne gidip kendini tanıtana kadar polis, Jaycee’yi bulamamıştı ve kendisinden hiç haber alınamamıştı. Anlattığı kadarıyla bir karı-koca tarafından kaçırılmış, 18 yıl boyunca esir tutulmuştu. Cinsel ve fiziksel şiddete maruz kalmıştı. Bu sürede, iki çocuk doğurmuştu.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
İlk baştaki tutsaklık döneminden sonra Jaycee, defalarca kaçma fırsatı bulmasına rağmen, bilerek kaçmamıştı. Hatta rehineliği boyunca uzunca bir süre, internet bağlantısı olan bir bilgisayara ve telefona erişimi vardı. Jaycee, bu çifte bağlılık hissettiğini ifade ediyordu.
Natascha Kampush
2006 yılında, 18 yaşındaki Viyanalı Natascha Kampush, Wolfgang Priklopil tarafından kaçırılarak bir hücrede esir tutuldu. Başlarda sadece penceresiz bir hücrede tutuluyordu. Ancak zamanla adam, evin içine girmesine izin verdi. Evde temizlik ve yemekle uğraşmaya başladı. Birkaç yıl sonra da bahçeye çıkmaya başladı. Bir süre sonra adam, onu arkadaşlarıyla tanıştırmaya bile başlamıştı! Sekiz yıl boyunca Natascha aç bırakılmış, ciddi düzeyde fiziksel şiddete uğramış, tehdit edilmiş ve tecavüze uğramıştı. Buna rağmen kaçmamıştı.
Sekiz yıl sonra Natascha, bir gün kaçtı. Kendisini kaçıran adam bunu öğrenince, bir trenin önüne atlayarak intihar etti. Haberi alan Natascha yıkıldı, etrafındakiler onu teselli etmekte zorlandılar.
Esir edildiği süre içinde Natascha'yı görmüş olan adamın arkadaşları, kadının çok mutlu ve neşeli bir karakteri olduğunu ifade ediyorlardı. Daha sonra kendisiyle yapılan bir röportajda, Natascha şöyle diyor:
Evet, çok farklı bir hayat yaşadım; ama bir açıdan da bana faydaları oldu. Örneğin sigaraya ya da alkola hiç başlamamış oldum, hiç kötü arkadaşlarım olmadı.
Olaylardan sonra Natascha, sekiz yıl esir tutulduğu eve kendi isteğiyle yerleşti ve yanında her zaman Wolfgang'ın bir fotoğrafını taşıdı.
Stockholm Sendromu Nedir?
Yukarıda bahsettiğimiz olaylar, bu tür tuhaf durumlara sadece birkaç örnektir. Medyada ve literatürde buna benzer çok sayıda benzer birçok olay bulmak mümkündür. Rehinelerin bu paradoks gibi görünen bağlılığı, daha sonra kamuoyunda ve akademik camiada ünlü banka soygunu olayının geçtiği kentin adıyla, "Stockholm Sendromu" olarak tanımlanmıştır.
İlk başlarda Stockholm Sendromu, rehinelerin kendilerini esir tutanlara karşı geliştirdikleri, sağduyuya aykırı olarak nitelendirilen sempatik duygulara işaret etmek için kullanılmıştır. Sonrasında ise yeni vakaların tespit edilmesiyle, anlamı zamanla genişlemiştir. Toplama kampındaki mahkûmlarda askerlere ve gardiyanlara karşı, tarikat/kült üyelerinde önderlerine karşı, fahişelerde kendilerini pazarlayanlara karşı, ensest mağdurlarında ebeveyne karşı, şiddete uğrayan kadınlarda kocalarına karşı gözlenen tuhaf ve anlaması güç bağlılık, Stockholm Sendromu'na dahil edilmiştir.[1]
Bunun nedeni nedir? Nasıl olur da bir insan, kendisi için yüksek derecede tehdit oluşturan ve kendine zarar veren birine karşı duygusal bağlılık hisseder? Nasıl olur da onu korumaya çalışır, eksikliğini özlemle hisseder ve onun ardından yas tutar? Dahası, nasıl olur da bir terör esiri, zaman içinde kendisini esir edenlerden birisi haline gelir?
Stockholm Sendromu'nun Evrimsel Avantajları
İnsanlarda Stockholm Sendromu olarak tanımlanan bu tepki türüne kimi sürüngenlerde ve insan dışındaki memelilerde, özellikle de şempanzelerde de rastlanmaktadır. Bu durum, konunun insanlarla sınırlı olmadığını, evrimsel tarihin bir parçası olduğunu düşündürmektedir.
Michael Chance, baskın bir erkek tarafından saldırıya uğrayan maymunların, saldırıdan sonra kendisine saldıran bu maymuna sığındığını belirtir.[2] Ona göre bunun nedeni, şiddete uğrayan maymunun kendi güvenliğini sağlamaya çalışmasıdır. Maymun, bulunduğu ortamdaki en güçlü maymunun hangisi olduğunu, yaşayarak öğrenmiştir. Hayatta kalmak için gruptaki güçlü bireye "biat etmesi" gerektiğini anlamıştır. Yenilen maymunun muhtemelen aciz, yaralı, güçsüz olduğu izlenimi uyandırmak için kendisini şiddetle tırmaladığı ve tırnaklarını yediği de gözlenmiştir.
Benzer şekilde köpekler, güçlü bir köpek kendisine saldırdığında sırt üstü yatıp bacaklarını oynatarak yavru köpekleri "taklit ederler". Bu şekilde, kendilerinin bu güçlü bireye karşı ciddi bir tehdit olmadıkları mesajını verirler.
Pragmatist perspektife göre Stockholm Sendromu'nun kurban için işlevi, kendisinin özgürlüğünü kısıtlayana karşı geliştirdiği olumlu duyguların, travma ile başa çıkma kapasitesini artırmasıdır.[3] Bu durumda birey, o denli travmatik bir deneyim yaşamaktadır ki, içinde bulunduğu yoğun stresi azaltabilecek tek durum, kendisini esir tutanla geliştirdiği olumlu bağdır.
Sugiyama'ya göre avcı toplayıcı topluluklarda kadınların, rakip kabileler tarafından kaçırılıp bir daha da kurtarılamaması durumu çok yaygındı.[4] Evrimsel bir perspektiften bu durumda yaşamkalımın ve dolayısıyla gen aktarımının sağlanması için Stockholm Sendromu'nun işlevsel olduğu düşünülebilir. Stöfsel’in, bu durumun kadınlarda ve gençlerde daha çok yaşandığına ilişkin bulgusu da bu açıklamayla tutarlıdır.[5]
- Dış Sitelerde Paylaş
İki farklı grubun (insanlar bağlamında kabilenin ya da ordunun) savaştıktan sonra, yenilen tarafta sağ kalanların kendilerini savaşı kazanan gruba adamış olmaları, yaşamkalım açısından gayet makul bir açıklama gibi görünüyor.[6]
Toplumsal Savunma Mekanizmaları
Dee Graham, Stockholm Sendromu ifadesini sadece bireysel travmaya karşı geliştirilen bir psikolojik tepki türü olarak sınırlamaz, ezilen bir grubun ya da kitlenin travmatik bir duruma karşı verdiği tepkiyi de kapsadığını belirterek, “Toplumsal Ölçekli Stockholm Sendromu” ifadesini kullanır.[7] Graham, özellikle kötü muameleye maruz kalan kadınların tutumuna odaklanır; bu kadınların, erkek şiddetinden kaçınmak için duygusal, fiziksel ve cinsel açıdan onları memnun etmek zorunda kalarak bir süre sonra bunu içselleştirdiklerine değinir. Bu içselleştirme, kadının durumundan ve ilişkisinden memnun olması, kendisini ezene bağlanması şeklinde ortaya çıkar.
Dünya'nın birçok kültüründe kadınların, kendi seçimleri olmayan, belki kendilerinden çok yaşlı, belki de çok saldırgan bir erkekle evlendirilmelerine rağmen akıl sağlıklarını koruyarak hayatlarını sürdürebilmeleri de bununla ilgili olabilir.
Stockholm Sendromu'na göre kurban/ezilen durumunda olan topluluk, kendilerini tehditle, şiddet yoluyla ve özgürlüklerini kısıtlamakla yoğun strese sokan kişilerin bakış açısını benimseyebilir. Bu durumda artık kendi bakış açılarına göre bir "kurban/ezilen" durumunda değildirler. İçinde bulundukları durum, bir anda meşru ve doğru bir duruma, kendilerini ezen insan da aslında yanlış anlaşılmış bir kişiye, hatta bir tür "kahraman"a dönüşür.
Böyle bir dönüşüm size inanılmaz geliyor olabilir. Ancak sıra dışı durumlarda insanların tepkisi de sıra dışı olabilmektedir. İnsanın, gerçekliği apaçık ortada olan bir duruma karşı bakış açısının travmatik olaylarda ne kadar ciddi bir şekilde değişebileceği ile ilgili bir araştırma, Speckhard tarafından yapılmıştır.[8] Araştırmacı, 2002 yılında Moskova Tiyatrosu silahlı 50 Çeçen militan tarafından basılıp içeridekiler rehin alındığında; hatta silahlı çatışma sonucu 130 rehine ve tüm saldırganlar öldürüldüğünde, orada izleyici olarak bulunan insanların bir kısmının bunu, "sanatsal bir gösteri" olarak algıladığını belirtir.
Ağır stres koşulları altında insanın bakış açısı, bu koşulları ve onları yaratanları farklı bir şekilde kavramsallaştıracak şekilde değişir. İnsan, bu yeni bakış açısı doğrultusunda davranışlarını da değiştirir.
Mağdurların, içinde bulunduğu olumsuz koşullardan kurtulma ümidi tükendiğinde, göz önünde ve muktedir görünen bir güce bağlanarak her şeyi onun açısından, onun gibi düşünmesi durumunun toplumsal ölçekli yansımaları da vardır. Ezilenler, bir yandan bu "güç" sahibi kişi ya da kişilerin gazabından korkarlar, bir yandan da bu hiyerarşik ve güce dayalı ilişkiyi zihinlerinde normalleştirerek bilişsel açıdan çelişkilerini azaltırlar. Kendisine şiddet uygulayan eşini sevdiğini söyleyen kadınlar, tacize ve suistimale uğrayan çocuklar, ağır ekonomik ve hak ihlaline uğramasına rağmen totaliter bir yönetimi destekleyen kesimler bu duruma örnektir.
Mağdur, Nasıl Ezen Tarafa Geçer?
Peki, Patty Hearst vakasında mükemmel bir örneğini gördüğümüz, mağdurun ezen taraf haline gelmesine ne sebep olmaktadır? Mağdur, kendisini baskılayan koşullardan kurtulmasına karşın nasıl hâlâ bu kodlara göre hareket etmektedir?
İnsan dâhil her türün bireyleri, doğdukları andan itibaren çevresel koşulları gözlemleyerek kendisine bir "yaşam normu" tasarımı oluşturur. Bu tasarımı kısıtlı ve dar bir çevrede oluştursa bile, genelleme yaparak tüm dünyaya ve yaşama atfeder. Şiddete ve tacize uğrayan çocuklar, bu şartlardan kurtulduklarında bile daha saldırgan ve karamsardır, bu çocuklar suça daha eğilimlidir.[10] Şiddete uğrayan kadınlar çocuklarını daha çok döverler.[11] Uzun süre dezavantajlı koşullar altında yaşayan insanların da daha çok suça bulaştıkları bilinmektedir. Şiddetli olumsuz koşullarda bulunan insanların bu davranışlarının nedeni elbette onların cinsiyeti, etnik grubu, ırkı vb. değil; olumsuz koşullardan kaynaklanan yaşantı birikimleridir.
Zira dünyaya ilişkin tasarımları, dünyanın vahşi, adaletsiz ve kötücül bir yer olduğudur. Yaşamkalımlarını sürdürebilmek için kişiliklerini ve davranışlarını buna adapte etmişlerdir, artık hayatın temelinin hiyerarşiye ve güce dayandığına inanırlar. Buna uygun hareket ederler.
Bu şekilde bir zamanın mağdurları, ezilenleri, acı çekenleri dünyanın nasıl bir yer olduğuna dair kötücül bir tasarım oluşturur, hayatta kalabilmek için de bu tasarıma uygun davranırlar.
Bu insanlar ancak kendi tasarımlarına uygun hareket ettiklerinde güvenli ve göreli özgür olduklarını hissederler. İnandıkları kurtuluş yolu güce sahip olup, onu diğerlerini baskılamak için kullanmaktır. Böyle insanlar adalete değil, hiyerarşiye inanırlar. Artık tutsak değil özgürdüler, mağdur değil muktedirdirler.
Evrimsel, psikolojik ya da sosyolojik açıklamaların hepsinde mevcut ortak bir noktadan söz edilebilir: Kendini seçeneksiz hisseden birey, yeni şartlarına adapte olur. Çünkü her bir canlı türü için hayatta kalmanın odak noktası, çevreye uyum sağlamaktır. Bu çevresel şartlar ne kadar sıra dışı olursa, birey de o kadar sıra dışı bir uyum yapmaya çalışır. Birçok durumda da sağladığı uyum sadece davranışsal boyutta kalmaz, düşünsel/duygusal bir dönüşüm de geçirir.
Bir insanın yüksek dereceden bir tehlike ile karşılaştığında doğal içgüdüsü, diğer türlerde olduğu gibi savaşmak ya da kaçmaktır. Bu, tüm hayvanların en temel dürtülerindendir.
Ancak bireyin tehdit karşısında “savaş ya da kaç” seçeneklerinin ikisi de mümkün olmadığında seçtiği üçüncü bir yol olarak, tehdit yaratan bireyin aslında tehdit olmayabileceği şeklindeki düşünsel/duygusal dönüşüm onu hayata bağlar. Freud, yüksek tehdit altında bulunan bir insanın, içinde bulunduğu duruma uygun savunma mekanizması geliştirerek kendisini tehdit edenle empati kurabileceğinden, bu şekilde zihnen “tehdit edilen”den “tehdit eden”e dönüşebileceğinden bahseder. Yani mağdur, saldırganla empati kurar.[9]
Seçenekleri tükenen birey kendisine farklı bir seçenek yaratmış olur.
Savaşamaz, kaçamaz; ancak bakış açısını ve davranışını değiştirir.
Başa çıkamayacakları bir durum, tehdit ya da şiddet altında köpekler sırt üstü yatıp bacaklarını sallar, maymunlar tırnaklarını yer, insanlar ise boyun eğip diz çökerler.
Onlara diz çöktürenler ise, büyük olasılıkla, bir zamanlar başkasına diz çökenlerdir.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 72
- 51
- 45
- 24
- 24
- 18
- 10
- 8
- 6
- 4
- 3
- 3
- ^ L. A. Cordon. (2019). Popular Psychology: An Encyclopedia. ISBN: 978-0-313-32457-4. Yayınevi: Greenwood Press.
- ^ M. R. A. Chance. (1988). Social Fabrics Of Mind. ISBN: 0-86377-097-5. Yayınevi: Hove: Lawrence Erlbaum Associates.
- ^ S. M. Auerbach, et al. (1994). Interpersonal Impacts And Adjustment To The Stress Of Simulated Captivity: An Empirical Test Of The Stockholm Syndrome. Journal of Social and Clinical Psychology, sf: 207-221. | Arşiv Bağlantısı
- ^ M. Sugiyama. (2014). Fitness Costs Of Warfare For Women. Human Nature, sf: 476-495. | Arşiv Bağlantısı
- ^ W. Stöfsel. (1980). Psychological Sequelae In Hostages And The Aftercare. Danish Medical Bulletin, sf: 239-241. | Arşiv Bağlantısı
- ^ H. K. Henson. (2002). Sex, Drugs, And Cults. An Evolutionary Psychology Perspective On Why And How Cult Memes Get A Drug-Like Hold On People, And What Might Be Done To Mitigate These Effects. The Human Nature Review, sf: 343-355. | Arşiv Bağlantısı
- ^ L. R. G. Dee, et al. (1995). Loving To Survive. ISBN: 9780814730591. Yayınevi: New York University Press.
- ^ A. Speckhard. (2019). Soldiers For God A Study Of The Suicide Terrorists In The Moscow Hostage Taking Siege. ISBN: 9781400888979. Yayınevi: NATO Science Series.
- ^ A. M. Sandler. (1996). The Psychoanalytic Legacy Of Anna Freud. The Psychoanalytic Study of the Child, sf: 270-284. | Arşiv Bağlantısı
- J. E. Lansford, et al. (2007). Early Physical Abuse And Later Violent Delinquency: A Prospective Longitudinal Study. Child Maltreatment, sf: 233-245. | Arşiv Bağlantısı
- ^ E. Peled. (2011). Abused Women Who Abuse Their Children: A Critical Review Of The Literature. Agression and Violent Behaviour, sf: 325-330. | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 05/11/2024 13:49:42 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/7517
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.