Zaman, olayları öncelik-sonralık ilişkisi içerisinde anlamamızı sağlayan bir kavramdır. Varlıklardan bağımsız apayrı bir varlığı, uzay-zamanda bir hacmi (?), yoktur. Zamanın akışı (yahut varlıkların hareketlerine dair algımızın hızı) izafidir. Ancak teorik olarak bir gözlemcinin zamanda geriye gitmesi olanaksız olduğundan yavaş veya hızlı hep ileri akar. İmkansız görmemin sebebi bir gözlemci geçmiş zamana gittiği takdirde gittiği teknik olarak geçmiş zaman olmayacaktır. Zira gerçek anlamda geçmiş zamanda, o gözlemcinin bulunmaması gerekirdi. Diğer bir değişle böyle bir durumda zaman en azından gözlemci açısından ileri akar ve onun geleceğinde geçmiş zamandaki durumun oluşmasına neden olur. Bu gerçek anlamda bir geri gidiş değildir. Soru açısından ikinci önemli kavram "sonsuzluk". Sonsuzluğu bir nokta olarak düşündüğümüzde soruyu bu şekilde sormamız da doğaldır. Ancak sonsuzluk zamanda bir nokta değil sonu gelmeyen bir süreçtir. Dolayısıyla ezeli sonsuzluk da geçmiş zamanın sonunun olmamasıdır. Bu durum kanaatimce fiktif de değildir. Zira başta da belirttiğim gibi zaman ile olayları öncelik-sonralık ilişkisi içerisinde anlamlandırırız. Eğer geçmişte hiçbir varlığın olmadığı bir an tecrübe edilseydi bu mutlak yokluk anında hiçbir olay gerçekleşmeyecekti ve mutlak yokluk durumu sonsuza kadar sürecekti. Ancak bugün bir şeyler var. O halde geçmişte hangi anı ele alırsak alalım en azından bir varlığın mevcudiyeti, bu varlığın öncelik-sonralık ilişkisi içerisinde dış dünyayı değiştirmesi veya kendisinin kendiliğinden değişime uğraması, zorunludur. Bu zorunluluk nedeniyle olsa gerek "ilk madde", "arke" kavramı daha Antik Yunan'da ileri sürülüyor ve tüm varoluş bir "ilk maddeye" dayandırılıyor. Yaygın dinler ise bu ilk "maddeyi" metafizik bir boyuta taşıyarak ona ilahi bir bilinç katıyor. Özetle sonsuz geçmişe sonsuzluk bir anı ifade etmediği için gitmek mümkün olmadığından sonsuz geçmişten günümüze gelme gibi bir ifade de hatalıdır diye düşünüyorum.