Genelde bu soruya farazi bir yanıt verilir; ancak ben, insanların yaptıklarının amaçlarını tanımladığını düşünüyorum. Çünkü birçok durumda "amaç" ile "arzu" birbirine karıştırılıyor. Mesela masabaşında sabah 8 akşam 5 çalışan birinin de, çok zengin birinin de birçok arzusu vardır. Biri zengin ve özgür olmak isteyebilir, diğeri belki görmediği bir yere gitmeyi arzular (yakın geçmişte gördüğümüz gibi bu yer, uzay bile olabilir). Ancak bence bunlar, "amaç", özellikle de "hayat amacı" olamaz. Çünkü masabaşında çalışan kişi, o işi çok iyi yapmayı da amaçlayabilir, hasbelkader işleri yürütüp maaşını alıp kafaya çok takmadığı bir hayatı sürdürmeyi de amaçlayabilir. Bu amaçlar elbette zamanla ve durumla değişir. Ama ne olursa olsun, bu amaçların hepsinin insanlar tarafından belirlendiğini ve içinde bulunulan çevre tarafından şekillendirildiğini anlamak gerek.
Bu çerçevede ben, bir bilim insanı ve anlatıcısı olarak, yaşamın sahip olduğumuz tek şans olduğunu düşünüyorum. Bu, insanları bazen nihilizme götürüyor; yani "Her şey mekanik ise neden bir amacın olsun ki, öl gitsin." falan gibi şeyler söylenebiliyor. Eğer boş bir levha olarak doğsaydık ve boş bir levha olarak kalsaydık, dedikleri doğru olabilirdi. Ancak ne boş bir levha olarak doğuyoruz ne de öyle kalıyoruz. İçine doğduğumuz çevre/Dünya/Evren, bir sürekliliğe sahip. Biz, bu upuzun filmin bir sahnesine doğuyoruz. Ve hepsinden önemlisi, bu filmin gidişatına etki etme şansımız var. Daha da önemlisi, bizden önce gelenlerin bu filmin gidişatına yaptıkları etki sayesinde mesela aslandan kaçtığımız, saçma sapan hastalıklar nedeniyle 30 yaşında öldüğümüz bir döneme doğmadınız. Yani bireylerin çevreye yaptığı müdahalenin geleceği değiştirebileceğini biliyoruz, bunu ispatlayabiliyoruz.
İşte bana yaşama amacı ve isteği veren şey tam olarak bu: Gerek evrimsel açıdan, gerek sosyolojik açıdan bakıldığında biz, süreğen bir soy hattının bir parçasıyız. Hiçbir şey yapmadan ot gibi yaşayıp gitmek de bizim tercihimiz, bizden öncekilerin yaptığı gibi bu filmin gidişatına dokunuşlar yapmak da bizim tercihimiz. Biri iyidir, biri kötüdür demiyorum; ama işte "amaç" dediğiniz şey, bu gibi tercihler arasından hangilerini seçtiğinizle belirleniyor. Amaç, edilgen bir şey değil, aktif bir şey. Sizin seçmeniz gerekiyor. (Kimi durumda çok kötü/ağır şartlar altında insanların amaç belirleyemeyecek durumda olabileceği olasılıkları göz ardı ediyorum; çünkü bunu okuyanların ezici çoğunluğu o kadar -ve sandıkları kadar- güçsüz değiller).
Yani arzunun ötesine geçirdiğiniz her şey bence amacınız olabilir. Düşünceden eyleme geçirdiğiniz şeyler, amaçlarınızı yansıtır. Mesela ben, kendi çevreme, kendi ülkeme, kendi türüme, kendi gezegenime pozitif olduğuna inandığım bir şeyler katmayı/yapmayı "amaç" belliyorum. Bu yönde çaba sarf ediyorum, her günümü bu amaç etrafında şekillendiriyorum, her saniyemi bu amacı daha fazla yerine getirebilecek yollar aramakla geçiriyorum.
"Ölüp gideceksin, etkilerini görmeyeceksin bile, ne anladım o işten?" gibi yorumlar da bana çok tuhaf geliyor. Böylesi ben-merkezci birininin zaten bu amacı anlaması imkânsız olurdu; dolayısıyla bu soru bana çok boş geliyor. Ben bunları kendim için yapıyorum demedim ki! Kendime faydası ne olur? Bu yolda verdiğim çaba boyunca öğrenirim, gelişirim, keyif alırım, problem çözme becerilerim artar, bu konuda çevreme faydalı olabilirim, çocuklarıma bu donanımı aktarabilirim, bu kişiler daha iyi şeyler yapabilirler ve kümülatif olarak değişim yaratabiliriz. Zaten bu tür yıkıcı sorular soranların kendi amaçları da büyük oranda "self-serving" dediğimiz, "kendi kendine hizmet eden" türden; sadece kendisini kurtaracak şeyler ("sonsuz hayata kavuşmak" gibi yüzeysel ve bence üzerinde iyi düşünülmemiş, banal amaçlar). Bu kadar bireyci ve ben-merkezci biriyle ortak bir paydada anlaşmamız çok zor zaten, o nedenle tekil bireylerin kinizmine çok fazla takılmadan, bir yandan size iyi hissettirecek, diğer yandan başkalarının iyi hissetme haline engel olmayacak, öte yandan da kalıcı etkisi olabilecek bir şeyler yapmak bana çok anlamlı geliyor. Bunu anlamlı bulmayan biri de farklı bir şey yapsın, ucu/zararı bana dokunmadığı sürece umrumda olmaz.
"Ee türümüze katkı sağlasan ne olacak? Türümüz de yok olup gidecek, Evren de bitip gidecek." noktasına da getirilebiliyor bu. Bunu yapanların silahını kendisine çevirin: Kendi amaçlarının ne kadar müthiş olduğunu anlattıklarında, "Ee sonra ne olacak?" diye birkaç kez sorun. Bir yerden sonra bir yere varamayacaklar. Çünkü yeryüzünde hiçbir amaç/gaye, belli bir noktadan sonra sizi bir yere götüremez. Çünkü amaç belirlemenin amacı sonsuz fayda değildir ve olamaz da. Çünkü sonsuz fayda diye bir şey yok. Fayda "sonsuz" olsaydı, onun "fayda" olduğunu ayırt bile edemezdiniz.
Tüm bunları ve amaç belirleme olayını kendimce 3 maddede özetleyebilirim galiba:
- Bir şeyin sonsuz olması değil, sonlu olması onu değerli ve anlamlı yapıyor.
- Bir şeyin kusursuz değil, kusurlu olması onu gerçek yapıyor.
- Ve değer/anlam gibi şeyler, dışarıdan gelen şeyler değiller (biri "öyle" dedi diye değerli olan şeyler değiller); içeriden geliyorlar ve bizim tanımlarımızla anlam kazanıyorlar. Bu anlam, evrensel olmak zorunda değil. Herkesçe kabul edilmek zorunda değil. Sizin kabul etmeniz yeterli.
Sanırım insanların önce bu gerçeği fark etmeleri, sonra kendilerine amaç bellemeleri lazım.