Sanırım bu soruyu bilimsel olarak cevaplamak pek mümkün değil. Aksi halde şimdiye kadar bir cevap verilebilmiş olurdu. Daha çok felsefi olarak yorum yapılabilir ve her cevap yorum yapan kişiyi bağlar. Bu soruyu cevaplarken ''Bence'' diye başlamak gerekir. Yine de unutulmamalıdır ki, sorgulayan bir beyine sahip olan herkes bu tarz soruları düşünme ve yanıtlama hakkına sahiptir.
Bence: Evren, galaksiler, Güneş, Dünya ve hayat dört boyutlu uzayda, varlık ve yokluk gibi iki durum arasında, sonsuz olası pozisyon içinde bir denge arar. Bilincin en önemli göstergesi ise ulaşabildiği her şeyi kategorize etme ve sınıflandırma içgüdüsüdür. Biz bilinçli varlıklar olarak, evrendeki tüm durumları kategorize ederek, kendi pozisyonumuzu etkileşim içinde olduğumuz varlıklar üzerinden anlamlandırmak isteriz. Bu sebeple bu varlıkları birbiriyle kıyaslamak, kıyaslamak için ölçmek, ölçmek için ise özdeş parçalara ayırmak isteriz. Bu şekilde birimlere ayırdığımız varlıkların birbiriyle ilişkisini ölçerek evreni anlamak isteriz. Matematik dediğimiz şey aslında Evren'i simüle etme yöntemimizdir. Matematik; Evren'i temsil edebilecek yetkinlikte bir araç ve aynı mantığı taşıdığı için Evren'in ta kendisidir.
Varlıkları temsil etmesi için Ondan daha az yer kaplayan, daha ucuz, daha kullanışlı semboller icat ettik. Varlık miktarında bir tekillik olmadığı için birden fazla sembole ihtiyaç duyduk ve bunlara rakam dedik. Belki de on parmağımız olduğu için on (1,2,3,4,5,6,7,8,9,0) farklı rakamla evrendeki tüm işleyişi temsil eden kuralları belirledik. Aslında bir bakıma maddeyi, bu özdeş sayı birimleri vasıtasıyla daha az yer kaplayan başka tür bir maddeyle temsil etmiş olduk. Evren'i minyatürleştirdik. Örneğin küçük bir mürekkep lekesini kullanıp kocaman bir ineği, hatta bir gezegeni, ve hatta bir yıldızı niceledik. Böylece varlıkları anlamlandıracak küçük bir evren modeli yaratmanın ilk adımlarını attık.
Eğer, sonsuz durumu sonsuz sembolle ifade edebilecek olsaydık, bir bakıma evrenin kendisini yaratmış olurduk. Ancak on sembol bize yetti. Bunun yanında yirmi, otuz, bin veya bir milyon sembolle de aynı işi yapabilirdik. Sembollerimiz ne kadar çok olursa evreni o kadar gerçekçi modelleyebilirdik belki, belki de bir gün bunu yapacağız. Ancak hangi sembolleri ne kadar kullanırsak kullanalım, sonuçta hepsi yine bir bakıma matematik olur ve içinde yaşadığımız bir Evren'i simüle ederler. Anlamamız gereken, aynı mantığı taşıdığı için matematiğin Evren'in çalışma yöntemini tam olarak temsil ediyor olmasıdır. Bunun sebebi ise maddeleri (varlıkları) tam manasıyla, temsil edebilecek en kusursuz şekilde nicelemiş olmamızdır. Her varlığı ayrım gözetmeden aynı özdeş sembollerle (maddenin özdeş atomlardan oluşması gibi) temsil ederek bir Evren modeli yaratabilmemizdir. Bu aynı zamanda bu kuralların Dünya'da, Ay'da ya da Evren'in başka bir köşesinde de geçerli olmasını sağlar.
Şüphesiz böyle bir Evren simülasyonu yaratma işi, ancak insan gibi bilinçli bir varlıkların yapabileceği bir iştir. Matematik Evren'i anlama yolunda bir araç, bir alettir. Bir balta ya da bir çekiç gibidir. Eski çağlara ait fosilleşmiş bir el aleti bulmak, kazı bölgesinde çok önceden yaşamış koyun sürüsünden çok insanların yaşamış olduğuna işaret eder. Bu yüzden bilinç yokken matematiğin de var olması da mümkün değildir. Bu sebeple BENCE matematik bir icattır. Resim ya da heykel gibi sanatlar da bilincin Evren'i simüle etme yoludur. Matematik gibi onlar da varlıkların benzerlerini ve temsillerini yaratarak küçük bir evren modelleri üretir. Bunlar da tıpkı matematik gibi doğanın içinde zaten gizlidir ve onu ordan tutup çıkartmak bilince ait bir yetenektir. Bu sebeple matematik bir keşiftir. Belki de matematiği keşif ve icat tanımlarla kısıtlamamalı, üçüncü bir tanım geliştirmeliyiz.