Ten renginin evrimi aslında bir adaptasyon örneğidir. Çünkü insan genomundaki poligenik mekanizmaların çevresel fotoselektif basınçlarla etkileşimi sonucu ortaya çıktı. Ve kompleks, dinamik bir biyolojik melanin üretimi ultraviyole (UV) radyasyona karşı fotoprotektif bir yanıt olarak evrimleşmiş, böylece de farklı coğrafyalarda farklı düzeylerde melanin senteziyle sonuçlanmıştır. Burda MC1R, SLC24A5, SLC45A2, TYR ve OCA2 gibi çok sayıda genin varyantları farklı ten renklerinin genetik temeli. Ekvatorda yoğun UV ışınlarına maruz kalan popülasyonlar DNA mutasyonlarını, folat fotodegradasyonunu, cilt kanseri riskini azaltmak amacıyla daha yoğun melanin üretimine evrimsel olarak yönlendirildi. Bunun tersine yüksek enlemlerde yaşayan kişilerde sınırlı UV ışınımı nedeniyle D vitamini sentezi baskılanacağı için daha az melanin üreten ve böylece UV absorpsiyonunu artıran fenotipler avantajlı hale geldi. Yani açık tenli bireyler yüksek enlemlerde selektif avantaja sahip.
Popülasyonların yalnızca kendi içinde çiftleştiği izole bir durumda genetik sürüklenme ve sınırlı mutasyon oranları dışında adaptif seleksiyonun yönü belirleyici olur. Eğer yüksek enlemlerde bulunan koyu tenli bir popülasyon UV ışığına daha fazla ihtiyaç duyacak şekilde yaşamını sürdürüyor ve çevresel koşullar D vitamini sentezini zorlaştırıyor ise daha açık ten fenotipine sahip mutant alellerin pozitif seçilime uğrama olasılığı artar. Ama bunun gibi bir değişim yüzlerce veya binlerce nesil sürebilecek mikroevolüsyonel bir süreç. Tersine, açık tenli bireylerin yüksek UV bölgelerine yerleşmesi durumunda daha koyu ten renklerine doğru bir evrimsel baskı ortaya çıkar çünkü düşük melanin seviyesi folat yıkımını artırır. Ve embriyonik gelişimi sekteye uğratabilir.
Yani ten rengi ne yalnızca genetik soy zinciriyle açıklanabilir ne de salt çevresel konumla. Her iki parametrenin de birlikte şekillendirdiği zaman ölçeği içinde değişebilen evrimsel bir özellik.