Aslında dinlerin ve Tanrı inancının kanıtsız olma anlamında inanca dayanması gerektiği fikri çoğu insanın düşündüğünden daha modern bir fikir. Yüzyıllar boyunca Tanrı hakkında yazıp çizen filozofların ortak görüşü Tanrı inancının bariz ve makul şüpheye yer bırakmayan bir şekilde kanıtlanabileceği yönündeydi. Antik Çağ'ın yanı sıra Orta Çağ ve Yeni Çağ'da da en meşhur filozofların tamamı bunu bir şekilde var sayarlar. Tanrı'nın varlığının aklı başında herkesin kolaylıkla bunun doğruluğunu görebileceği şekilde kanıtlanabilir olduğu hem İslam felsefesinin belli kollarında, hem de Katolik Kilisesi'nde standart görüş gibi görünüyor. Bu nedenle kesin kanıtın dahi dini inançla bağdaşmaz olduğundan emin değilim ben. Dini inançla bağdaşmaz olan nokta Tanrı'ya dair her şeyin akıl tarafından kavranabileceğinin iddia edilmesi olurdu. Ama Tanrı'nın var olduğunun bilinebilir olduğunu iddia etmek Tanrı'ya dair hiçbir gizemin kalmadığını söylemek olmazdı. Dolayısıyla belli açılardan 'inanç' Tanrı kanıtlansa da hala muhafaza edilmiş olurdu.
Sorulan soruya dair bazı ufak tefek problemlerden bahsederek yanıtımı bitireyim:
1. Bir şeyin bilimsel kanıtının kesin olduğu varsayımı doğru değil. Bilim yanılabilirlik içerir. Çoğu bilimsel kanıt olasılıksal ve dolayısıyla revize edilebilirdir.
2. Tanrı kanıtlansa bile bu hangi dinin doğru olduğunun kanıtlanmasını gerektirmezdi. Dolayısıyla belki Tanrı'nın varlığı kanıtlansaydı bile dinlere duyulan inanç sayesinde dinin soruda bahsedilen, kanıtlanmamış olma anlamındaki 'inanç' yönü varlığını sürdürebilirdi. Ancak belirttiğim gibi, inancın bu şekilde anlaşılması gerekmiyor.
3. Dinler kanıtlanabilseydi dahi inanç doğruluğunu kanıtlayabildiğin şeyin tamamen kavrayamadığın taraflarını doğru kabul etmek olarak görülebiliyor inanç ve akıl ilişkisine dair literatürde. Mesela Tanrı'nın var olduğunu ve Hristiyanlık'ın hak din olduğunu gösteren gerekçelere sahip olduğumuzu düşünen bir Hristiyan üçlemenin/teslisin akılla kavranamayan bir şey olmadığını düşünüp buna inanabilir. Bu tür bir inanç dolaylı yoldan gerekçelendirilmiş olsa da bilinmeyene duyulan bir inanç olurdu her halükarda. Benzer bir şekilde İslam'ın hak din olduğunu düşünmek için iyi gerekçelerimiz olduğunu düşünen bir Müslüman da kader meselesini çözememesine rağmen inanmaya sahip olduğu gerekçeler ışığında devam edebilirdi. Bu durumda dinin doğruluğu olmasa da dinin spesifik doktrinlerinin doğruluğu soruda bahsedilen anlamda inancın nesnesi olduğundan denilen anlamda dini inancın var olması yine mümkündür.