Hitap edilecek topluluktaki birey sayısı arttıkça bu bireylerin düşünsel yönelimlerinin ve algılama sahalarının ortalaması da çok daha genel ortaklıklara kadar düşecektir. Bu nedenledir ki, tüm insanlık gibi büyük bir kitleye toplu halde bir şey söylenecekse bu söylemin hatrı sayılır bir değişim yaratabilmesi için olabildiğince genel olması, her bir bireyin öznel yaşantısında bir nebze de olsa yansıma bulması zorunluluğu ortaya çıkar. (Bir örnekle kuvvetlendirecek olursak: geçimini canı pahasına sağlayıp derdi başından aşkın olan bir bireye küresel iklim krizini anlatmanın veya bir ideolojiye körü körüne bağlanmış bir bireye insanların evrendeki yerinin küçüklüğünü ve kardeşçe yaşamanın değerini anlatmanın beyhudeliği düşünülebilir.)
Aksi takdirde söylem, tıpkı her bir saniye yapılmakta olan milyonlarcası gibi, "sadece söylenmişlikler" çöplüğüne bir yenisini ekler. Bu, günümüzün söylemi önceleyen dünyasında eylemin noksanlığına güzel bir örnek teşkil etmekte ve neden bu kadar düşünce havada uçuşurken ortada somut ve sağlam adımların neticesi değişimlere pek sık rastlanmadığını açıklamaktadır.
Daha açık söylemek gerekirse, söylemin tek başına bir etkisi olmayacaktır.
Asıl mesele söylemekte değil, söyleyeceğine dair gerçekliği insanların kaçınılmaz olarak görebileceği hale getirmekte yatmaktadır.