Algılarımız örneğin görmek idealizasyon içerir. Yani aslında evrende olan bulanık ve karmaşık bir görüntüyü zihinlerimiz netleştirerek bize sunar. Bu nedenle gördüğümüz evren manzarası bir idealizasyon durumudur. Biz de kendi algılarımızın referansı çerçevesinde bilim yaptığımıza göre (bu idealisazyona göre kavramlar üretip tanımlar yapıp ve bunlar bilimde de oldukça da ciddi bir alt yapı ve temel oluşturduğuna göre) bu durumda bilimin mevcut durumu da otomatikman kendi 'insani (insan olmaya dayanan) felsefemizden' etkileniyor demektir. Bu insani felsefenin ben 'ilim' olduğunu başka bir cevabımda ayrıntılı açıklamıştım. Bu nedenle sanat bilim değildir ama sanat kesinlikle bu insani felsefenin temelinde gelişmiş bir 'ilim'dir. Çünkü sanatın merkezinde hep insan olmanın algılaması, anlamlandırması, duygusu, düşüncesi, hissi vardır.
Unutmamak gerekir ki insan olmaktan tam olarak 'soyutlandığımız' ve buna göre evreni tanımladığımız anda evrene dair bildiğimiz hiç bir tanım ve kavram hatta anlam veya tutarlılık dahi ortada kalmayacaktır. Mikro evreni makro olarak tanımlamak için elimizde 'kendimiz' dışında geçerli hiç bir nedenimiz yoktur. Ve şunu biliyoruz ki evrenin mikro durumunda ne olduğunu ve de ne olup bittiğini de daha tam olarak anlayamadık. Üstelik evrenin içinde olarak ve ona tabi olup evreni kendimizden bağımsız inceleyebileceğimiz veya incelediğimiz sanısındayız. Oysa ki burada matematiksel bir çıkmaz vardır. Bu durumda bir küme içinde olup kümenin kendisini tanımlamaya çalışan paradoksal bir girişim var. Kümenin ne olduğunu tam olarak anlamak ve tespit etmek için normalde onun dışında olmamız ve ondan bağımsız olabilmemiz gerekir. Ama burada daha ilginç olan şey mevcut durumda bizler kümeye dair yine de ondan soyutlanarak zihinsel simülasyon üreterek onu tanımlayabilecek potansiyele sahip olmamız. Eğer kümeye mutlak tabi olsaydık zihinlerimizde kümeye dair bunu da yapabilmemizin mümkün olmaması gerekirdi. (öyle ya normalde kabulümuze göre zihinlerimizde olan biten herşey de kümenin dışında değil içinde gerçekleşiyor diye düşünüyoruz.) Bilincin kendisi de dahil herşeyi tanımlanabilir duruma getirebildiğini görüyoruz. Yani bilinç için bir şey kendisi ona tabi olmaktan çıktığı anda tanımlamabilir duruma geliyor. Böylece bu durumda tanımlayan ve tanımlanan olarak iki şey ortaya çıkıyor. Bu durumda ise tanımlayan 'özne' tanımlanan 'nesne' durumuna geliyor. Bu bilincin yöneldiği herşeyde kaçınılmaz olarak böyle olmak durumunda. Hem küme için hem de kendisi için durum bu. Örneğin kendisinden kendisine yöneldiği anda bilincin o anda içinde bulunduğu her durum tanımlanabilir duruma gelerek nesneye dönüşmüş oluyor. Ama ilginç olan yine burada tanımlayan şey olan 'özne' ye hiç bir zaman erişemiyoruz ve burada bir paradoks, ikilem ortaya çıkıyor yada sonsuz bir döngü. Çünkü tanımlayan ve tanımlanan aynı şey olarak bir araya hiç bir zaman gelememiş oluyor ki bu ikisinin bir araya gelmesi de mümkün görünmüyor. Bilinç dünyamız bu anlamda sonsuz bir uzamsallık içeriyor. Ona herhangi bir sınır koyamıyoruz. O herşeyi tanımlanabilir duruma getirebilecek potansiyeli taşıyarak bu konuda bir sınıra tabi olmadığını ortaya koyuyor. Bu inanılmaz bir durum.