Çürütmek kolay, anlatmak daha "güzel"!
Evrimin kelime kökeni her ne kadar Fransızca evolution "gelişim” kelimesi olsa da, dilimiz açısından “evirme” (değişim, dönüşüm) en az onun kadar güzel oturuyor, hatta bana göre daha kapsayıcı.
Evrim ne bir şeyin müsebbibi (nedeni) ne de sonucudur. Kesintisiz işleyen bir sürecin adıdır. Sürekli değişen ve dönüşen doğaya uyum sürecinin adıdır.
Haliyle doğada var olan hiçbir şey (canlı- cansız) bundan azade (bağımsız) değildir. Ancak cansız varlıklar için daha çok kimyasal ve fiziksel değişim ve dönüşümden bahsedilir iken canlılar için tercih edilen kavram biyolojik olarak "Evrim”’dir.
İnsan doğanın dışında ve ondan bağımsız bir varlık değildir. Doğanın bir parçası ve her şeyi ile ona tabidir. Bu nedenle evrime, yani değişen ve dönüşen doğaya bağlı olarak değişip dönüşmek zorundadır ki bu güne gelebilsin. Bugüne gelişinin tek sebebi bu sürece uyumudur, adı evrimdir ve sürmektedir.
Ortalama 80 yıllık bir ömür ile biz insanların bunu doğrudan gözlemlemiyor olması olmadığı için değil ömrümüzün doğanın ve dünyamızın ömrü karşısında "komik" bir zaman dilimine tekabül edişidir. Bütün bir var oluş serüvenimiz mezurenin (terzi ölçü aracı) son santimetresinin son çentiğinden bile daha az bir süreye tekabül eder.
" Çürütme" ve "çürüme" kavramları her ne kadar bilimsel literatürün kavramları olsa da neticede hem sosyolojik hem de psikolojik bir varlık oluşumuz nedeni ile bu kavramlar yerine anlamak ve anlatmak kavramlarının tercih edilmesi daha kolay yol almamızı sağlar diye düşünüyorum. (Zorunlu da değil)
Soruya dönersek:
İnsan Memeli Bir "Hayvandır” . Evrim süreci insanları kapsamaz diyen, sırf baştaki tanım üzerinden " Zaten kendi kendini çürüttüğü için” ayrıca çürütmeye gerek yok. Sadece bir soru yeterli: Biyolojiye güveniyor mu?
Cevap evet olursa, biyolojik sınıflandırmada insan zaten bir memeli hayvan olduğu için tartışma biter. Biyolojiye güveni yok ise, ya da hayvanlar söz konusu olduğunda evet fakat iş insana gelince hayır diyorsa, zaten tartışmanın bir anlamı yok. Çünkü mesele artık bilimin ve biyolojinin konusu olmaktan çıkar.
Yine de tartışmanın gerekliliğine kanat getirilirse, felsefe ile başlamak, oradan yola çıkarak bilimin ne olup ne olmadığı, neye yanıt verip neye yanıt veremeyeceği ve özellikle inanmak ile bilmek arasındaki farkı anlatmak lazım.
Bilim; kanıt ister, laf olsun diye tartışmaz, haddini bilir, yanlışlanmaktan hicap duymaz, doğrulanmaktan şımarmaz. Kibri, bencilliği, sabırsızlığı ve küstahlığı yoktur.
Kafaya takmaz, kıskanmaz, kin tutmaz ve fakat "sever ve aşık olur." "Kesin", "tamam" demeyen her şeyi ve her şeye, herkesi ve herkese. Çünkü onlara varlığını borçlu olduğunu bilir.
İşte bu bilim, eğer kanıtları ile ve defalarca bir şeyi gözümüze ( yanılma ihtimalini hiç göz ardı etmeden) sokuyor ve ısrarla bir şeyi söylüyor ise; aksini iddia edenden de en az bu kadarını isteme hakkı yok mu? En azından karşıdakinden bu kadarını isteyelim…