Ölümsüz olmayı kim istemez ki, değil mi? Sonsuz zaman, bitmeyen fırsatlar, ölüm korkusunun ortadan kalkması... İlk bakışta oldukça cazip geliyor. Ama biraz durup düşününce akla şu soru geliyor: Sonsuz bir yaşam, gerçekten değerli olur muydu?Bu soruyu felsefe, psikoloji ve sosyoloji bilimi açısından ele almak istiyorum.Haydi başlayalım!!
Felsefe bize burada önemli ipuçları sunuyor. Mesela Heidegger'e göre biz insanlar “ölüme doğru varlıklarız.” Yani ölüm, varoluşumuzu anlamlı kılan bir sınır. Eğer bu sınır ortadan kalkarsa, yaşamak için duyduğumuz acele, tutkularımız, kararlarımız da belki buharlaşır. Camus da benzer bir şekilde, yaşamın anlamsızlığına rağmen ona anlam yükleme çabasının kıymetli olduğunu savunur. Sonsuz bir yaşamda, bu çaba bile sönük kalabilir.
Psikolojide ise zaman algısının insan davranışları üzerindeki etkisi oldukça iyi bilinir. Sosyo-duygusal seçicilik kuramına göre, insanlar zamanın sınırlı olduğunu düşündüklerinde daha anlamlı ilişkilere yönelir, hedeflerini netleştirir. Ölümsüzlük bu sınırları ortadan kaldırırsa, ilişkiler yüzeysel hale gelebilir, hedefler sürekli ertelenebilir. Ayrıca “hedonik adaptasyon” dediğimiz bir şey var: İnsanlar, ne kadar mutlu edici olursa olsun her şeye alışıyor. Sonsuz yaşamda, özel olan hiçbir şey özel kalmayabilir.
Sosyoloji açısından da işler karmaşıklaşır. Toplumlar, nesiller arası döngüyle kendini yeniler. Ama herkes ölümsüz olursa ne olacak? Yeni nesillere yer açmak mümkün olmayacak. Kaynaklar sınırlı, ama yaşayan sayısı sonsuz. Bu durum, toplumsal yapıda ciddi sorunlara yol açabilir: Roller durağanlaşır, değişim yavaşlar ve kültürel ilerleme tıkanabilir.
Kısacası, ölüm fikri korkutucu olsa da, yaşamı değerli kılan şey tam da onun sonlu olması olabilir. Sonsuzluk, hem bireyin iç dünyasında hem de toplumun yapısında çözülmelere yol açabilir. Belki de hayatı anlamlı kılan şey, bir gün biteceğini bilmemizdir.