Günümüz dünyasının aslında en büyük sorunu, Bilgi Kirliliği...
İnsanlar eğitim sistemlerinin kötülüğünden ve kolaya alışmaktan dolayı, okumak ve araştırmak yerine birini veya bir ideolojiye bağlı kişileri dinlemeyi tercih ediyorlar.
Bu hemem hemen her konuda var. Hatta bazı yanlış bilgi, ideolojiye sahip olanların kıdem ve makamı yüksek olmakla birlikte bazıları bilim insanları.
Bu konuyu birçok açıdan değerlendirelim.
Öncelikle eğitim sistemleri tüm dünyada kötü. Sistemin biraz daha iyi olduğu yerlede de aile eğitimi kötü. Birçok sistem çocuklara ve gençlere; hap bilgi vererek hatta fikir, ideoloji öğreterek ilerliyor. Bu büyük bir hata. Çünkü herkesin fikri aynı olacak diye birşey yok. Hatta bunun dozunu arttırıp ahlak öğretimine giden süreçler bile var. Doğru da kime göre doğru?
Eğitimde, şahsi fikrimce temeli oluşturmak dışında asla özellikle de hap bilgi veya salt bilgi verilmemeli. Eğitim süreci, evet istendik kültürleme işlemidir. Lakin bunu eğitim sürecinde; en azından, belirli çizgilerin içerisinde bilgiyi hatta ahlakı öğrencilerin bulması gerekir. Bu şekilde yaparak ve yaşayarak öğreneceği gibi öğrenme düzeyi ve kalıcılığı da artacaktır. Modern eğitim sistemlerinde malesefki teorikte kalmış ve umursanmayan çok önemli bir detay var. Öğretmen rehber olmalıdır.
Kısacası bir öğretmen, en fazla öğrencilerine nereye bakacağını göstermeli, orada öğrencilerin ne göreceği, ne bulacağı onlara, onların yaratıcılıklarına bırakmalı
Bu konuda bazı araştırmalar da var. Örneğin okulöncezi düzeyde veya daha erken dönemde çocuklardan basit kelimeleri resmetmeleri istediğinde (örneğin: dağ, çiçek, su, yiyecek ve balık) çok güzel bir tablo ortaya çıkar. Oldukça farklı, subjektif sonuçlar. Lakin, ilkokul 1. Kademe hatta sınıftan itibaren bu deneyi aynı çocuklara tekrarlattığınızda korkunç bir sonuç ortaya çıkar. Artık aynı kelimeler oldukça standartlaşmıştır. Çünkü çocuğun, aklındaki resim ile (örneğin dağ) öğretmenin herhangi bir şekilde çizdiği yahut betimlediği bir resim çelişir ve farklı olursa çocuklar, öğretmenin sınıfta otorite olmasından mütevellit aklındaki resim ile öğretmenin gösterdiği resimi değiştirir. Bu da çocukları hatta hayal dünyalarını standartlaştırır.
Bunlar çocuk, robot değil. Hepsi özel.
Tabi bu durumun ortaya çıkmasının da bazı nedenleri var. Tabiki de tesadüf değil.
En büyük neden siyasilerin, bir vatandaş istemesi. Birey görevlerini, sorumluluklarını bilmeli mümkün olduğunca haklarını bilmemeli, savunmamalı aramamalarını istemesi. Bu sayede kanunsuz birçok iş birçok ülkede yapılır.
Yine politikalar ve politikacıların ayrıca da halkın, eğitimin meyvesini almak hatta bir an önce almak istemesidir. Çocuk iyi bir mühendis olmalı. Farklı görüş açısına sahip olması önemli değil(!)
Bu yüzden entellektüel kişiler bunlara takılmaz. Çünkü mali bir sorunu ve derdi yok. Çalışmasa bile hayatı boyunca kendisine yetecek hatta sonraki nesillere bırakacak mal varlığı vardır.
Diğer nedenlerden biri de ailelerin yanlış çocuk yetiştirmeleri. Türkiye'de de en çok görülen durumlardan biri bu. "Aman ben yokluk gördüm çocuğum görmesin" diyerek her istediği yapılan ve yine evde tek çocuk olmasından dolayı çok kıymetli olan çocuklar, elleri sıcak sudan çıkarılmadığı, gerçek hayatta zorluklarla karşılaştığında işi hemen aileleri devraldığı için hayatın zorluğunun ve ciddiyetinin tam manasıyla farkında değiller. Çünkü kişilik gelişiminde özerk olamadılar, çünkü aileleri, onların yapması gereken herşeyi yaptılar. Bu yüzden de kimlik statüleri genelde ipoteklidir.[1]
Bir de üstüne özellikle son 3-4 yıldır sağolsun bazı uzman veya uzman görünümlü kişilerin sosyal medyada yaptığı "sen biriciksin, sen yaparsın, yapanlardan neyin eksi, onlar da kaybetti, risk al, o da üniversiteyi bıraktı, o da battı" gibi tamamen kapital sisteme hizmet eden saçma bir fikre kaptırdı başta gençler olmak üzere birçok bireyi.
Tabiki de her birey özeldir. Lakin kendini geliştirirse. Tecrübe ederse, okursa, bilirse kıymetlidir.
Bilmese de kıymetlidir. Ancak biricik değildir. Bilgisiz çok kişi var piyasada.
Örnek aldığı kişilerşn karşılaştırma şartlarının yanlış olduğunun farkında değil birçok insan. Milyaderleri örnek alıp, "o da battı, o da risk aldı, o da üniversiteyi bıraktı veya atıldı " diye savunma yapıyorlar. İyi de üniversiteyi bırakan adam, dünyanın ilk bilgisayarına sahip üniversitesini bıraktı, o bilgisayarı bağışlayan da ailesiydi. Senin babanın bir evi yok. Sen kimle kıyas ediyorsun kendini...
Tüm bu şartlar oluşurken insanlar okuma ihtiyacı duymadı. Araştırma ihtiyacı da. Çünkü tüm ihtiyaçları aileleri tarafından karşılandı. Leb demeden leblebisi hatta fındığı alındı.
Böyleyken de birey sosyal medyadan bir bilgi aldığında onun doğruluğunu sorgulamadan kabul ediyor. Yaşam koçu tutuyor kendine, günlük planlarını bile yapmaya zorlamıyor kendine.
Bizler öğretmen olarak sizlere o yüzden çok okuyun diyoruz. Çünkü şöyle bir durum var. Sizler okumazsanız bir bilginin doğrusunu bulamazsınız. Bir kitapta doğru bilgi bulunmaz. Bir konu hakkında birçok kitap okuyup hepsinden az çok bilgi alarak kafanızda sentezleyeceksiniz ki bilginiz doğru olsun. Bu yüzden çok okuyun diyoruz. Yine bu yüzden ki çok okuyan kişiler yaşlarına rağmen çok daha aklı başında, emin adımlarla ilerleyebiliyor. Çünkü tecrübesi var. Tecrübe sadece yaşantıyla değil, okuyarak da kazanır. Yaşayarak her şeyi öğrenebilir misiniz, buna ömrünüz yeter mi bilmem lakin okuyarak her alanda tecrübeli olabilirsiniz...
Kişinin bir konuda hiç bilgisi olmayınca, ilk öğrendiği bilgiyi doğruluğunu düşünmeden bile kabul ediyor. Bunu ülkemizde de yaşadık.
Hatırlanır mı bilmem ama, "Atatürk, İsmet İnönü'ye git dedeağacı al demiş ancak İsmet paşanın kulakları iyi duymadığı için onu Karaağaç anlamış " diye bilgi vardı. Kimse de demedi ki yav Karaağaç savaşla alınmadı ki. Savaş tazminatı olarak alındı diye. Bunu bilmeyen adamlar da sorguladı. Veya işte şehzade Mustafa olayı. Hala birçok kişi Hürrem Sultan'ın parmağı var sanıyor. Ve bunu savunuyor. Bilgisizliğin daniskası bu olay Hürrem dediğiniz kadının bırakın bir vezir ile görüşmeyi karaağa dışında birini görsün hatta böyle bir olayda adı geçsin şüpheli olsun kuşkusuz ve sorgusuz infaz edilirdi...
Kişiler az bildikleri şeyleri bilinç altında o durumun yıkılmasında korktuğu için inatla, ısrarla hatta yıkıcı ve kırıcı şekilde savunur. Hatta bazen bazı kişilerin hayat felsefelerinin mantığa sığmadığını, yaşamıyla alakası olmadığını ancak buna rağmen inancını sürdürdüğünü görürsünüz. Bu da garip bir şekilde doğaldır. Çünkü kişisel başlayıp, daha sonra topluma da yansıyabilen ve başta toplumsal norm, ahlak, fikir, bakış açısının yıkılmasına neden olabilir. Buna sosyolojide anomi diyoruz. Anomi, kısacası kaosun, yani fırtına öncesi sessizliğin son saniyeleridir. Bu durumun yaşanmaması için, birey kendini bir yere bir gruba ait olması için bu durumu genellikle sert ve ısrarlı şekilde korur.
Bir de üstüne 1929 yıllarında yapılan hayatı tekrardan yaptık. Tüm insanlık olarak refaha çok alıştık, çok fazla kendimizi zengin hissettik, zengin gibi yaşadık bu yüzden de küresel olarak krizden kaçamıyoruz. Çünkü insanlar gelirinin çok üstünde harcıyor. Ekmek almaya parası yokken araba kredisi çekiyor. Siyasilerde şahsi menfaat ve koltuklarını korumak için sessiz kalıyor ve günü kurtarmaya çalışıyor. Gidip kendiniz bakın günümüz dünyası tam anlamıyla 1929 yılının hemen öncesi. Her an kara perşembeye uyabiliriz lakin hala araba alıyoruz biz :) Çünkü şımarığız. Neredeyse tüm toplumlar olarak. Ve fakirleştikçe de sinirleniyor ve fanatikleşip sempatizan haline geliyoruz... Ve bu haldeyken yeni bilgi öğrenmek yerine mevcut bilgileri nedense korumaya çalışıyoruz...
Tüm bunları üst üste koyduğunuzda ise gerek günümüz dünyası canlanıyor gerek ise sizin sorunuzun cevabı çıkıyor.
Sanırım biraz uzun anlatmışım. Sürç-ü lisan ettiysem affola