Saatime bakıyorum. Saniye kolu 1'in üzerinde. 1 saniye sonra 2'nin üzerine geliyor. Ve ben tam o sırada, ışık hızında saatten uzaklaşmaya başlıyorum. Işık hızında gidiyorum. Ne olur? 1 saniye sonra saniye kolu 3'ün üzerine geldiğinde ben bunu göremem. Çünkü ortamdaki ışık saate vurup oradan yansıyıp bana saniye kolunun nerede olduğunu gösteriyor ya. E ben saatten ışık hızı ile kaçarsam o an yansıyan görüntüyü göremem. Hep 2'yi görmeye devam ederim. Biraz daha hızlanırsam 2'den önceki görüntüyü görürüm. Yani 1'i. Hızlanmaya devam edersem de saniye kolunun geriye aktığını yani geçmişi görmeye başlarım.
Bu tip deneylerin hiç biri, uygulanabilir deneyler değildir elbette. Zaten bu nedenle bunlara "düşünce deneyi" denir. "Kuramsal fizik" bunlarla uğraşır. Bu deneylerin fiilen uygulanabilir olması önemli değildir çünkü fizik, sistemler, galaksiler, gezegenler, yıldızlar gibi devasa yapıların dinamiklerini anlamaya çalıştığımız bir bilim olarak matematikle sıkı ilişki içerisindedir. Masa başında bir yıldızın süpernova patlaması ile yok oluşunu hesaplayabilirsiniz. Ama bunu yapabilmek için onlarca sıfır içeren rakamlarla hesaplamalar yapmalı ama neticede atomların hangi şartlarda nasıl davrandığını bilmek zorundasınız. E atomu da elimizle alıp kantarın üzerine koyamayacağımıza ya da tavada tencerede ısıtamayacağımıza göre düşüncelerimizde hareket ettirir, ısıtır, fırlatır, çeker, büker, kırar, ayırır, birleştiririz. Yani düşünce deneyi yaparız. Bu deneyi fiilen uygulamak için teknolojimiz yetmeyebilir ama bir gün yetecektir elbette. Ama fiziğin gelişimini sadece teknolojik seviyemize göre biçimlendirecek olursak bu oldukça sınırlı bir yöntem olur. Bir yandan da düşünce deneyi ile hesaplayamadığımız bir şeyi fiilen uygulamak zaten olanaksız ya da gereksizdir. Önce hesaplayıp planlamak, sonra da uygulayıp denemek ve gözlemlemek gerekir.
Bugün saatten ışık hızında kaçamayız, bunun farkındayız. Ama bir gün ışık hızına ulaşacak teknolojiye sahip olursak ilk deneyeceğimiz şeyi biliyoruz. Geçmişi görmek...