Merhaba. Sormayı amaçladığınız konu çok kapsamlı ve yerinde bir konu.
Şimdi, burada biraz fizik göreceğiz:
Analoji kuracağım: Elimde bir adet kalem olduğunu düşünelim. Ben bu kalemi ileri geri, ya da sağ sola hareket ettirirsem kalemin görüntüsü bana göre belirsizleşmeye başlar. Eğer yapabilirsem, bu hareketi saniyede 20.000-40.000 kere tekrarlayacağım. Diyelim insanüstü güçlerim var ve bunu yaptım. İşte o an, kalem bize göre artık bir cisim olmaktan çıkar ve bir sese dönüşür. Devam ettim, kalemi saniyede astronomik sayılarla ifade edilecek düzeydeki hızlarla hareket ettiriyorum. İşte şimdi oluşan ses, artık bir ısıya dönüşür. Hareketin hızını artırarak devam ediyorum, ısı artık bir ışına dönüşüyor. Devam, hareketin ve düşünce gücümün bir sınırı yok! Hız arttı. Ancak şimdi, kalem-ses-ısı-ışın dönüşümünden sonra kalem artık bize göre yok olur. İşte, evrendeki enerji de böyle, farklı enerji düzeylerinde farklı şekillerde tezahür eder.
Burada biraz astronomi göreceğiz:
Güneşten dünyaya ulaşan güneş ışınları, dünyada henüz insan evrimleşmesi yok iken (4 milyar yıl önce) yola çıkmış olan ışınlardır. Dolayısıyla bizler yani tüm canlılık, fosil ışınları kabul ediyoruz. Bu durum canlılığın oluşması için çok önemlidir. Çünkü ışınların bu kadar uzun ve dolambaçlı bir yol izlemesi, biyomerler (canlı moleküller) için tehlikeli olan enerjinin dalga boylarını yumuşatarak çoğunluklu görünür ışık halinde dönüştürülmesi demektir.
1980'li yıllardan itibaren Voyager'ın gönderdiği verilerle güneşin yapısını daha iyi anlamaya başladık. Derken bir şey fark edildi: Güneşin territoryumu'nda anlamsız türbülansların meydana geldiği anlaşıldı. İleriki gözlemler gösterdi ki, Güneş, kendi territoryumuna gelen zararlı kozmik ışınları engeleyecek bir mekanizma geliştiriyordu. Bu mekanizma şöyle işliyordu: Güneşe gelen kozmik ışınların şiddeti çok yüksekse, Güneş kendi territoryumunu küçültüyordu. Ancak kozmik ışınlar o denli şiddetli geliyordu ki Güneş çaresiz kalıp kozmik ışınları dünyaya bırakmak zorunda kalabiliyordu. Derken Allen kuşaklarının varlığı keşfedildi. Ay sayesinde Allen kuşaklarına sahibiz. Bu kuşaklar dünyamıza gelen kozmik ışınların bir kısmını da engeller. (Allen kuşakları için detaya giremeyeceğim bkz: ileri okuma) Ancak yine kozmik ışınlar gelmeye devam ediyor, ve çok tehlikeliler hâlâ. İşte bu sefer ozon tabakası bunları da kırar ve en minimize haliyle kozmik ışınlar bizlere ulaşır.
Burada biraz kimya göreceğiz:
Kozmik ışınlar bizlere ulaştı. DNA’ya direkt etki etmeden önce, vücutta moleküllerle etkileşime geçer ve molekülleri iyonize eder. Bu da serbest radikaller oluşturması demektir. Oluşan bu serbest radikaller direkt olarak DNA'yı etkiler. Serbest radikaller, bir veya birden fazla tek elektron içeren yüksek reaktiviteli molekül veya gruplardır. Bu da, serbest radikallerin canlı hücre için toksik olduklarını gösterir. Hücre içi olduğu gibi, bunun hücre dışında da etkileri var. Hücre membranındaki moleküllerin iyonizasyon sonucu inaktif olup madde geçişlerini kısıtlaması gibi.
Burada nihayet biyoloji göreceğiz:
Bu ışınlar, örneğin gelen herhangi bir zararlı ışın (Uv, X vs); DNA'larımızda kimyasal sürecine de yer verdiğimiz üzere, örneğin 18. Kromozomun 8'inci seksiyonunun 152. sırasında, duymayı kontrol eden bir mekanizmayı saptırabilir. Bu, sitozinin yerine guaninin gelmesi ile olur duyma bağlamında. Tabii farklı seksiyonlardaki anomaliler başka durumlara neden olur. İşte bunlar mutasyondur. İşte bunlar evrimin ana dinamikleridir. Umuyorum sorunuza cevap olabilmiştir.
Kaynaklar
- Çağrı Mert Bakırcı. Kozmik Işınlar Ve Radyasyon: Radyoaktif Işımanın Evrimsel Süreçte Rolü Nedir?. (6 Mart 2021). Alındığı Tarih: 6 Mart 2021. Alındığı Yer: | Arşiv Bağlantısı
- L.Caviola. Van Allen Radiation Belt. (6 Mart 2021). Alındığı Tarih: 6 Mart 2021. Alındığı Yer: | Arşiv Bağlantısı
- y.Ok. Nükleer Kimya. (6 Mart 2021). Alındığı Tarih: 6 Mart 2021. Alındığı Yer: | Arşiv Bağlantısı