Bence sorunun dayandığı temel yanıltıcı olabilir. Toplumda net şekilde ayrışan "aldatıcılar" (karanlık üçlü özellkleri gösterenler - psikopatlık, makyavelizm, narsisizm) ve "uyumlular" olduğunu düşünmüyorum. İnsanlar koşullara ve baskıya, bulundukları hiyerarşiye göre bu eğilimleri farklı oranlarda sergileyebilir. Hiyerarşilerin bunlara göre şekillendiği bile söylenebilir. CEO'lar arasında psikopatların oranı, genel ortalamaya göre yüksektir mesela. Dikey hiyerarşiler, uyumluları alt basamaklara, aldatıcıları üst basamaklara itme eğiliminde; kalabalık organizasyonlarda insanların istatistiklere dönüşmesi, empati eksikliği yaşayanlara avantaj sağlar. Nazi Almanyası'nda halk uyumluydu, ama aldatıcı bir ideolojinin ve onu kullananların peşinden gidiyorlardı.
Komünal bir toplumda karanlık üçlünün yaygın olması da, tanım gereği biraz zor. Üretkenlik yerine yağmacılık, ancak el koyacak artı değer fazlaysa sürdürülebilir. Komünal tarım ve/veya avcı-toplayıcı topluluklarda ihtiyaç fazlası üretim, nüfusun yarıdan fazlasının parazit bir yaşam sürmesini taşıyacak seviyede değildi. Yağmacı topluluklar da gene ancak üretken/uyumlu daha fazla komünal toplumun varlığına bağımlıydılar. Kurumsallaşmış yağma olan kölecilik ve feodalizm (ve bunların modern benzerleri) de sadece sınırlı bir azınlığa fayda sağlayabiliyordu. Aldatmayı, bireysel seviye dışında ele alırsak, bir kesime ayrıcalık tanıyan tüm ideolojik yapılar istismar edilebilir ve ediliyor da. Siyasal yapıya ve kültüre göre buna eşitlikçi ideolojileri bile katabiliriz, çünkü biatçı kültürlerde insanlar rahatlarının bozulmasındansa, aldatmacaya katılmayı tercih ederler - temel zaafımız, strese çok dayanıklı olmamamız. 1984'teki temel argümanlardan biri de insanların uygun koşullarda bile isteye bir aldatmacanın parçası olabilecekleri. Distopik modern toplumların sürdürülebilir olup olmadığı, daha ilkel koşullara doğru çürüyüp dağılmayacakları, tartışılabilir tabii. "Ayarında" bir yağmacılığın (kolonyalizm, kapitalizm), sınıflı toplumların şahsında tarihi bir miktar hızlandırdığı iddia edilebilir. Ancak bunları geçici birer aşama olarak görmek lazım - dünyanın hali de ortada zaten. Kaynaklar sürekli bir yağmayı kaldıramaz.
Tabii biraz farklı bir bakış açısıyla bakarsak, kadınların ikinci sınıf muamelesi gördüğü tüm koşulları da bir aldatmacanın parçası sayabiliriz. O durumda nüfusun yaklaşık yarısı (yetişkin erkekler), bir aldatmaca üzerinden kendilerine avantaj sağlamış olur (erkekler arasındaki ast-üst ilişkisi, erkek annesi yaşlı kadınların bazı avantajlar kazanması gibi detayları saymazsak). Ortalamada kadınlardan erkeklere doğru bir kaynak ve ucuz emek aktrımı söz konusudur. Ancak erkeklerin tamamı birer aldatıcı değildir. Ataerkil toplum modelini ailelerin de baskısı/desteği ile sürdürmekle yetinirler - uyumludurlar.
Bir parantez açıp, aldatmanın da evrimde belli bir yeri olduğunu not etmek lazım: hiyerarşik primat gruplarında bazı zayıf erkekler, dalaverelerle dişilere ulaşmayı başarabiliyor. Kaynakların kıt olduğu durumlarda da gene aldatma ve hırsızlık yoluyla hayatta kalma şansını arttıran bireyler, soylarını devam ettirebilir, ama uzun vadede sürdürülebilirlik ağır basar.
Kaynaklar
- George Orwell. (1949). 1984.