Yaşamın ne kadar boş, anlamsız olduğu düşünülebilir. Yaşamın gereksizliği kansına varılabilir.
Ancak yaşamı isteyerek severek mutlu şekilde yaşayan insanlar da hayatı üst düzey bir anlamla doldurabilirler. İkisinden biri doğru sonucuna hiçbir şekilde çıkamayız doğrudan. Kişisel bir yargı olarak kalır kendi yaşam yorumumuz. Neden...
Bizim yaşamın ne olduğunu anlamamız gerekir ki, nitelik açısından anlam yükleyebilelim. Hatta her yönüyle anlayıp analiz etmiş olmamız gerekir ki, kendi değerlerimize göre tutarlı ve kapsamlı bir anlam yükleyebilelim.
İnsan ömrünü, süresi üzerinden değer atfına maruz bırakmak, felsefi anlamda insan olmayı hiçe saymak olacaktır. 20 yıllık bir ömür bile bireyin gelişimi için önemli ve değerli olabilir.
Diğer yandan insan türü, varolageldiği zamandan beri, yaşamda kalmayla başa çıkmak zorundaydı. Onu yaşamda tutan güdü yoğun olarak buydu. Bir çok kişinin, yaşamda kalmayla ilgili sermaye sorunlarını aşmasının arkasından hızla varoluşsal sorunlara gömülmesinin en önemli nedeni, yaşamda kalma gibi temel bir güdünün işlevsizleşmesi. İşte bu aşamada, artık yaşamın öyle bir anlamı olmalı ki, kendisini elde etmek için çaba göstermeden de yaşamaya değer olsun. Bu, insan türü için çok çok yeni ve aşılması zor bir soru. Buzul çağlarını aşarken kullandığı yöntemler, tehlikelere karşı tetikte olmanın verdiği gerilim vs vs hiçbiri bu yeni sorunu çözmede işe yaramamakta.
İşte insanlık tarihiyle uyum sağlamayan bu yeni, doğadan kopuk yaşam şekli içinde, hayatta kalma üzerine yüklenecek yeni anlamlara ihtiyacımız var. Kendini öldürmek, yaşam denen deneyimde başarısızlığını kabul etmek oluyor... Pes etmek. İlkel kabilede herşeyden habersiz böcek yiyen bir yerli, yaşam deneyiminde başarılı iken, entelektüel, statü! sahibi birey kaybedebilmekte demek ki.
Genel olarak hayatın anlamı, bizim kafamızı patlatana kadar onu ararken geçirdiğimiz değişim gelişim sürecinin bizi ulaştırdığı nokta oluyor. Yani gösterdiğimiz çabanın kendisi. İntihar, bu çabayı gösterme zahmetine katlanmayı göze alamamak.