“Hiçlik” ve “Arayış” üzerine…
Bilimin az bilinen yönlerinden biri de boşluk doldurma arayışı olduğudur. Belirsizliği akıl ve mantık ile belirli kılma arayışı…
Boşluk, belirsizlik can sıkıcıdır, ürkütücüdür.
Ufku genişledikçe, her bir durağı akıl ve mantık ile aştıkça, bakış açısı geliştikçe insanı, katlanarak yeni boşlukların, devasa bilinmezliklerin içine sürükleyen budur. Kimine göre, bilgi arttıkça, mutsuzluğu da, tatminsizliği de arttıran da bu.
Ufku olabildiğince dar olanların böyle bir derdi yok. Hasbelkader böyleleri, ola ki ufkunu genişletme derdine düşse ve fakat akılsal ve mantıksal gelişimleri buna denk düşmese, kuvvetle muhtemel o ürkütücü bilinemezi, boşluğu kolay yerden doldurma derdine düşecektir. Ki olan da odur.
O boşluk, güvensizlik öyle bir hızda ve büyüklükte dolmalı ki, boşluk her büyüdüğünde kendiliğinden bir şeyler o boşluğu da kapsayacak şekilde büyüsün ve doldursun. Tahmin edileceği üzere bu, Tanrının kendisidir. “Cehalet mutluluktur” ifadesindeki kasıt budur.
Oysa aklı ve mantığı egemen kılan insan ve bunu sistematik olarak hayatı anlama ve anlamlandırma amacıyla kullanan bilim insanı öyle bakmaz.
Bilinemezlik( belirsizlik) onu da ürkütür fakat bir o kadar da cezbeder. Her yeni boşluk doldurma (ufuk genişletme) uğraşı her seferinde daha da büyük boşluklara (belirsizliklere) kapı aralar. Bu böyle sür git devam eder.
Fakat böylelerinin “yeni” boşluğu ne kadar muazzamsa, geride bıraktıkları dolu alanlar da, işin kolayına kaçana nazaran o adar muazzam ve kıyaslanamayacak kadar derin olur.
Fakat bazen soluklanmak lazım. Evrimsel gelişim sürecimizin, bilgi birikimimizin ve olanaklarımızın bir adım ilerisinde elbette olunmalı fakat bu gerçekliği tamamen yok sayacak denli mesafe farkı bizleri “akıl ve mantık” ile “Cehalet mutluluktur” arası çizgiye öyle bir yaklaştırır ki; bazen çizginin öte tarafına geçtiğimizin farkına bile varamayabiliriz.
Bir yaşında bir çocuk ile oynadığımız “cee-e” oyununda olduğu üzere; çocuk, bir şeyin arkasına saklandığımızda yok olduğumuzu, açığa çıktığımızda yoktan var olduğumuzu sanır. Onun için varlık ve ya yokluk görme eyleminden ibarettir. Gördüğü var, görmediği yoktur. Gelişim çağına da uygundur.
Evrenin “tahmin edilen” yaşı ve “öngörülen” devasalığı karşısında biz daha bir çocuk bile değiliz. Ve doğal olarak varlık, yokluk ve özellikle “hiçlik” gibi olguların kendisi ile ilgili değerlendirmelerimizin bir bütün olarak ufkumuzla, bilgi birikimimizle olağan bağını unutmadan, algılayabildiğimiz, ölçebildiğimiz, deneyimleyebildiğimiz, öngörebildiğimiz ve hayal edebildiğimiz ile “şimdilik” sınırlı olduğunu kabul edebilmeliyiz.
Bu, arayışımızı sonlandırmak anlamına gelmez. Aksine “atmak”, “uydurmak” yerine acele etmemeyi, biraz kendimize zaman tanımamızı öğütler. Çünkü bilmeyenin arayışı sürer fakat atıp tutanın, uyduranın arayışı biter. Hangisi daha makul…
Özeti: “Şimdilik bilmiyoruz” diyebilmek de büyük bir meziyettir.