Bilincin ne olduğu ve nasıl ortaya çıktığına dair cevap verilmeden bu soruya tam cevap vermek mümkün değil. Ancak bilinç için hepimizin bildiği şey parça bütünün toplamından fazlasıdır kuralıdır. Tabi bunun bir başka ifade biçimi de parçalar bütünün özelliklerini taşımaz ama bütünü ortaya çıkarırlar. Bu durumun en önemli sonucu ise bütün yerine getirdiği işlevler açısından parçalanamaz bir niteliktir. (Bu durumun geçerli olduğu şeyleri ancak ve ancak parçalara ayırmadan bütünsel olarak tanımlamak zorundasınız demektir. Çünkü bütün ancak 'bütün' olarak anlamlıdır ve kendisinden beklenen işlevleri yerine bütün olarak getirir ve getiriyor demektir. ) Yine bunun da doğal sonucu parçaların 'etkileşim biçimi' bütünü ortaya çıkarıyor demektir.
Bunları bilince uygularsak tek tek nöronlar değil nöronların bütünsel etkileşim biçimi bilinci (ve tabi tüm bilinç deneyimlerini) ortaya çıkarıyor demektir. Yani zihinsel deneyimler de bu anlamda parçalanamaz bütünlüğün sonucu olarak parçalara ayrılamaz demek olacaktır. Bu nedenle beynin hiç bir yerinde ve hücresinde deneyimler bulunamayacaktır. Bu da bizi beyinde deneyimlerin şematik yada harita üzerine kurulu bir etkileşim ürünü olarak ortaya çıktığı noktasına ulaştırır. Diğer bir anlatımla beyin etkileşim ağı ile deneyimleri ortaya çıkarıyor. Bu da zaten bilinen network (ağ) tabanlı zeka veya bilinç demek.
Eğer durum buysa bilinci doğru etkileşim biçimine ve ağ trafiğine sahip olabilecek herhangi bir madde üzerinde de çalıştırmak mümkün olabilmeli gibi görünmektedir . Tabi burada beyin esnekliği denen etkileşimleri kurabilecek nöron plastisitesine sahip bir madde etkileşiminin olması da zorunlu gibi durmakta. Beynin neden yumuşak ve cıvık, çoğunluğu yağ ve sudan oluşan bir yapıda olduğunu da anlamak bu durumda kolay. Beynin içine verilen bir elektiriksel etkinliğin adeta beyin bölgeleri arasında 'akıp giden' elektiriksel aktiviteye neden olmasının nedeni de bu özellikler muhtemelen. Buradan anlıyoruz ki karbon ve su bazlı esnek ve değişken yapılar önemli. Ancak beynin en temel derinliklerine indiğimizde nöronlar arası etkileşimlerde önemli olan şeyin elektromanyetik ağ tabanı olduğu noktasından hareket edersek örneğin bir bilgisayar devresi üzerinde silikon tabanda aynı elektromanyetik ağ tabanını doğru bir biçimde kurmak durumunda bilincin başka bir platform üzerinde çalışması da mümkün olabilir. Ama önemli bir sorunumuz var bu noktada.
Bu sorun söz konusu ağ tabanı çok düşük frekans ve dalga boyunda. Bu da çok çok düşük entropi demek. Bu inanılmaz düşük entropi ise inanılmaz düzenlilik demek. Yani bilinç deneyiminin ortaya çıkışı ve bilgi evrende belki de en düzenli şey. (Belki de evrendeki en düşük entropi sınırıdır. Yani evrende minimum entropi sınırı da burası olabilir. Başka bir ifadeyle düzenliliğinin sınırı bu nokta olabilir ve evrende bundan daha düşük entropi seviyesi bulunmayabilir. ) Kısacası böyle bir durumda tek ve belli bir etkileşim biçimi bu düşük entopiyi ortaya çıkarıyor olabilir.
İnsanların beyinle ilgili kaçırdığı şey bütün deneyimler dış uyaranlara bağlı olarak beyinde sadece bir elektiriksel örüntü ve aktiviteye dönüşüyor olması. Her ne deneyimlerseniz deneyimleyin herşey beyindeki bu elektirik aktivitesinin ürününe dönüşmek ve bu aktivite olmak zorunda. Peki ama bu elektiriksel aktiviteyi okuyan ve çözen şey 'kim' yada 'ney'. Yani örneğin gören şey ve görülen şey beyinde aynı elektiriksel aktivite ise gören kim, nerede ve nasıl görüyor. İşte tam bu noktada bunun çözümünün ben gören ve görülen şeyi ayıramayacağımız olduğunu ifade etmiştim. Beynin kendisi için gören ve görülen diye bir ayrım yoktur. Ortada sadece kendisi vardır. Deneyimlediği herşey kendisindekiler ve kendisindeki özeliklerdir. Dış dünyadaki uyaranlar ise sadece uyarandır ve deneyimlerin bizzat kendisi (ve kendisini oluşturan şeyler ) değillerdir. Deneyimleri yaratan şey beynin bizzat kendisidir. Yani bilinç örneğin deneyimlediği anda mavi rengin kendisi veya yediği elmanın aldığı tadına dönüşmüş o anda bu deneyimin kendisi olmuş olur. (Bunun bir başka anlatımı da dış dünyada Deneyimlenen ne mavi renk ne de elmanın tadı yoktur. Bunları dış uyaranları belli biçimde işleyen beyin kendisi yaratır) Deneyimlenen (nesne) ve deneyimleyen (özne) arasında bu anlamda bilinç için fark yoktur. Ortada 'tek bir varlık' vardır. Bu varlık tüm deneyimlere bizzat dönüşen ve hatta bu deneyimleri yaratan şeyin kendisidir. Basit bir örnek; mesela karanlık diye bir şey evrende yoktur. Karanlık olarak deneyimlenen şeyi beyin belli frekans ve dalga boyu aralığında ışığı işleyerek diğer ışıkları işlemediği için kendisi oluşturur. Bugün biliyoruz ki bizim karanlık dediğimiz ortamlar göremediğimiz ışınlar veya ışıklarla dolu. Bu da karanlığa dair deneyimi beynin yaratmasından başka bir anlam zaten taşımaz. Dışımızda renksiz, kokusuz, tadsız, sessiz ve hatta karanlık bir dünya var. Bütün bu deneyimleri uyaranları belli bir biçimde işleyen beynin kendisi yaratıyor. (Fotonların 'aydınlığın' kaynağı olarak bize gelmesi sizi yanıltmasın. Çünkü karanlık gibi fotonları da belli bir biçimde işleyen beyin görüntüleri oluşturuyor ise gerçekte fotonlarda diğer tüm dalga ve frekanslar gibi gerçekte belli nicelikte dalga ve frekanslar dışında başka bir şey içermezler. Bu durumda da Görüntüleri uyaranları belli bir formatta işleyen beyin yaratıyor demek olacaktır). Başka bir örnek olarak renkler. Dış dünyada cisimlerin renkleri yoktur. Renkleri beyin üretir. Görülebilir ışığın belli bir frekansını ve dalga boyunu cisim emer kalanı yansıtır ve bu geri yansıyan dalga boyunu beyin işler ve rengi oluşturur. Renkleri de beyin oluşturur çünkü ışığın niceliksel özellikleri dışında (dalga boyu ve frekansların niceliksel olarak artması veya azalması dışında) dalga aynı dalgadır. Yani dalganın şiddeti daha da açarsak saniyede Hz sayısının artması veya azalması dışında dalga da bir değişim aslında yoktur dalga aynı dalgadır. Anlaşılan o ki beynin bu farklı şiddetteki dalgayı işleme biçimi renkleri oluşturuyor. Bu da zaten renkleri beynin veri işleme biçiminin oluşturması demek. Yine dış dünyada ses diye bir olgu da yoktur. Hava moleküllerinin dalga oluşturması dışında ve beynin bu dalga etkisini ses dönüştürmesi dışında dış dünyada ses diye bir şey de yoktur. Bir cisme vurduğunuzda cisimde oluşan titreşim etrafını saran hava moleküllerine bir titreşim ve dalga aktarmış olur. Bu etki dışında - ki bu etki havanın atomlarının titreşmesinden başka bir şey değildir- başka bir şey yoktur ortada. Yani havadaki atomların spesifik olarak taşıdığı ayrı bir ses veya ses bilgisi ne yoktur ortada. Olan şey bu atomların titreşim örüntülerini beynin belli bir biçimde işleyip sese dönüştürmesidir. Beyninizin içinde oluşan sesler dışında dış dünyada hava moleküllerinin titreşimlerinden başka ses diye bir şey yoktur. Deneyimlerin özünü (deneyimlenen biçimini ) bu şekilde beyin yaratıyorsa bu şoke edici 'gerçek' bize neyi gösterir. Bu sorunun yorumunu ve cevabını size bırakıyorum.