Sizin düşünceniz Lamarckcı evrim modeline giriyor. Lamarck evrimin hayat boyu kazanılan özelliklerin çocuklara aktarılmasıyla gerçekleştiğini ön görmüştü. En popüler örnek zürafalar boynu kısa atalarından, sürekli ağaçların daha yüksek dallarındaki yaprakları yemeye çalışırken çaba sarf edip boyunlarını esnetmeleriyle (her nesil bir kaç milimetre) ve bir kaç milim uzayan boyunlarını çocuklarına aktararak bugünkü hallerine gelmiştir. 20. yy ortalarına kadar Lamarckcı modeli savunan ciddi evrimciler vardı. Darwinci evrim modeli ile Lamarckcı evrim modeli tartışması çok uzun zaman önce sonuçlandı.
Basitçe evrim üreme hücrelerinin oluşumu esnasında meydana gelen rastgele mutasyonların - ve bu mutasyonlarla edinilen rastgele özelliklerin- canlının soyunu devam ettirebilme kabiliyetine katkısı yönünde gerçekleşir. Yani doğuştan - genetik olmayan özellikler yavrulara aktarılamaz(yeni yeni çok minik istisnaların olabileceği bulunmuştur ama konumuzla alakasız).
Ekvatora yakın bölgelerde güneş ışığı dünyaya daha dik düşer. Bu da atmosferde daha az zaman geçirdiği anlamına gelir. Bu da ışığın hava tarafından daha absorbe edilmesine yani daha güçlü dalgalarla yer yüzüne çarpmasına sebep olur. Daha güçlü ve yoğun ışığı = daha yüksek deri hasarı ve cilt kanseri tehlikesi. Bu bölgelerde güneş ışığının derinin üst-ve ölü- tabakalarını geçip canlı dokuya ulaşmasını engelleyen mutasyonlar insanları daha sağlıklı kılar. Eski insanların güneş kremlerine erişimi yoktu ve doğaya biyolojik olarak daha fazla boyun eğmek zorundaydılar. Bunun çözümü ışığı engelleyen pigmentler(deriye renk veren madde) üretmekti. Eğer on bin sene önce ekvatora yakın bölgelerde derideki pigmentleri az olan bir bebek doğsaydı daha sağlıksız bir hayat sürecekti.
Gel gelelim kuzeye gittikçe ışık dünyaya daha eğik düşer. Atmosferde daha fazla yol kat eder ve yer yüzüne çarpana kadar zayıflar. Güneş sadece bela değildir. Aynı zamanda D vitamini üretebilmemiz için gereklidir. D vitamini özellikle kemik sağlığımız için çok önemli. Daha zayıf güneş ışığı = daha az D vitamini. Güneş ışığından maksimum fayda elde edebilmek için deri yüzeyinde mümkün olduğunca az pigment olması gerekiyor. Beyaz ten aslında pigmentsiz(ya da çok az) deridir. Tıpkı renksiz tuz kristalleri düzensiz bir şekilde bir araya gelince beyaz görünmesi gibi yalancı biraz beyaz renkliliktir. 10 bin yıl önce kuzey enlemlerinde siyah deri rengine sahip bir bebek doğsaydı daha sağlıksız bir ömür sürecekti.
Sonuç olarak derinin rengini belirleyen genlerdeki mutasyonların kişinin soyunu devam ettirebilme kabiliyetine olumlu mu olumsuz mu etki edeceği güneşe bağlı olduğunda dünyadaki matematiksel konumuna göre ten renkleri oluşuyor.
Peki sıcakta neden bronzlaşıyoruz? Bu aslında derimizin bir refleksidir. Tıpkı şiddete maruz kalan yerlerin nasır tutması, suda ellerimizin buruşması gibi güneşten korunmak için güneşe maruz kaldıkça derimiz pigment üretir. Sanırım orta enlemlerdeki soy hatlarında daha iyi çalışıyor. Bu da genetik bir özellik.