Öznesi biz olmayana neden kafa yoralım ki!
(Sevgili Boba Tron: Lütfen sonuna kadar oku emi)
İnsan meraklıdır, soru sorar. Sorularının sınırı yoktur ve fakat doğrudan ya da dolaylı bütün sorularının son noktada varacağı yer kendi öznesidir. Yoksa doğrudan ya da dolaylı öznesi olmayacağı şeye neden kafa yorsun ki?
İnsanın bugüne kadar üzerine düşünülmeye değer denilip düşünmediği HEMEN HEMEN hiç bir şey yoktur. Fakat cevap veremediği çok şey var. Ve yine fakat nereye el atsa, hangi yola girse, hangi yöntemi denese, hangi soruyu sorup hangisine cevap verse ve nicesi se… dönüp dolaşıp hep aynı mecraya akmıştır: Varlık mecrası…
Haliyle varlık da somut, maddi temelli ( biz özge, “Tanrı”yı bile bize benzeten, biz gibi düşündürten ve bizcil davranma erdemleri ile donatan bir tür) olunca; önce maddeyi yani varlığı önceleyen materyalizm de temel ve haklı çıkış noktamız olmaya NAMZET (aday) oldu.
Allah var, burada onun hiçbir suçu yok ve fakat biz her bilimsel gelişme sonrası hep aynı ortak mecrada buluşunca, haliyle Materyalizm: “madem kapı benim, o halde eğilerek buyurup geçin.” deme ihtiyacı duymuştur. Olay bundan ibarettir. Ki materyalizm; her şeyin yegane sebebinin madde olduğunu, maddenin dışında zihinsel ve doğaüstü hiçbir gücün bulunmadığını kabul eden felsefi görüştür.
Ancak kimi uyanıklar ve sırf kendilerinin her tür söylem ve eyleminin faturasını bu doğa yasasına kesmeye kalkışıp kendilerini aklama derdine düşünce, başka birileri “öyle yağma olmaz” diyerek bu mefhuma bir ekleme daha yapma ihtiyacı duymuştur. Yeni eklemenin adı Diyalektik materyalizmdir.
Diyalektik materyalizm; devre dışı kalan ilahi güçlerin yerine yine ilahi vasıflarla maddeyi ikame edemeyiz der. Doğada ve evrende, madde veya enerji olarak , stabil, sadece etkiyen hiçbir güç yoktur. Doğaya ve evrene içkin her şey karşılıklı etkileşim içindedir. Bu etkileşim aynı zamanda zıtların birliğini ve çelişkisini aynı anda barındırır. Tıpkı mıknatıs ve bünyesinde aynı anda barındırdığı artı ve eksi gibi tüm maddi hareketlerin oluşumunu ve gelişimini de buna bağlar.
Bunu toplumsal alana da, karşıtların birliği ve çatışması temelinde ve gelişmenin tek motoru olarak ve başına Tarihsel kavramını ekleyerek Tarihsel ve diyalektik materyalizm olarak uyarlar.
Soruya dönersek; Maddi bir evrende bütün yasalar bu maddi gerçekliğe göre işler, bu maddi gerçeklikten etkilenir ve bu maddi gerçekliğe etki eder. Haliyle insan, yaşadığı doğa ve tabi olduğu evren maddi olunca, her olayın, olgunun, sürecin, muhakemenin ve buna dayalı inşa süreci ile tarihsel sürecin ve tabi olduğu tüm alanların öznesi madde olur. Kurabiyenin, bisküvinin, makarnanın, kekin, ekmeğin vb.’nin her ne kadar farklı görünse de özü itibarıyla hamur ve dolayısı ile tahıl kökenli olmaları ve onlara içkin son değerlendirmede bunun dikkate alınmasının kaçınılmazlığı gibi.
Ancak sorudan anladığım kadarı ile ifadede geçen ve rahatsız olunan şey maddi olanın kendisi değil maddiyat. Dolayısı ile burada artık muhatabımız materyalizm değil, her değeri nesneleştirip insanları kendilerine ve birbirlerine yabancılaştıran kapitalizmdir.
Ki kapitalizm; gölgesini dahi satamadığı ağacı kesen sistemin adıdır. En önemli argümanı “çıkar için her yol mubahtır” argümanıdır ve tüm değerlerin alınır satılır olduğuna kanidir.
Kapitalizmde Nasreddin Hocanın kürkü esastır kendisi değil. İnsan değerleri ile değil varlıkları ile tartılır. Zaten emek sömürüsü üzerine kurulu bir sistemden başka bir şey beklenemez. Bu sistem varlığını sürdürebilmek için, onu tüm yoz, insana ve doğaya düşman değerleri ile kabullenecek insanı yaratmak zorundadır. Bunun aracı yozlaşma, bir adım sonrası yabancılaşma ve ötesi çürümedir.
Bana kalırsa bu tuzağa düşene hiçbir beklenti içine girmeden el uzatıp onu bu bataktan çıkarmak ve insanın özüne yaraşır bizcil alana çekmek gerekir. Israrla da bu alanda kalmak isteyeni de itmek…
Kaybedeceğimiz tek şey; geleceğe mahsup ve sürekli bizi meşgul eden huzursuzluk ve mutsuzluktur. Ya o kişiyi kazanırsak: Artı bir oluruz…Umutsuzluk yasak…