İnanç duygusu tanımı gereği, ortada bir kanıt, ispat yok iken bir şeye duyulan güven ve bağlılıktır.
Buradan yola çıkarak bilgi ne kadar fazla ise, kanıt ve ispat yok iken bir şeylere güven duyma ihtiyacı azalır. Bilgiyle sürekli bağlantıda olan, hayatını bilgi üretmeye harcayan bir kişinin, kanıtsız ve ispatsın bir şeye bağlılık duyması daha düşük bir olasılık olacaktır.
Temel sebep bu olsa gerek.
Ayrıca... İnanç sistemleri, dinler, çok sayıda bilgi içerirler ancak bu bilgilerin hiç biri için bir kaynak, kanıt, ispat sunmazlar. Biliminsanları ise bilimsel yöntem gereği bunlara dayanmaya eğilimli oldukları için kanıtsız, ispatsız, deneysiz, kaynaksız bilgileri güvenilir bulmazlar.
Bir başka sebep de mantıken insan içgüdüsel olarak kendisini çeşitli konularda yetersiz ve aciz hissettikçe daha büyük bir gücün varlığına inanma ihtiyacı artar. Çocuk-ebeveyn ilişkisi gibi. Bilgi ise insanı daha güçlü kılar çünkü ne kadar bilirseniz o kadar anlar ve kendinizi hâkim hissedersiniz. Bu güven ve güç demektir. İşte biliminsanları da geniş kitlelerin kendilerini hâkim hissetmediği konularda bilgili oldukları açıklamalara, sebeplere, sonuçlara daha hâkimlerdir. Depremin neden oluştuğunu bilmeyen biri ile bir jeologun konuya bakışı aynı olmayacaktır. Kaba söylemle "Allah yaptı" sözü, pek açıkça kaynağını, sebebini bilmediğimiz durumlarda daha fazla dile gelir. Ki Newton'dan önce evrendeki her şeyi zaten ulu yaratıcı yapıyordu. Ne zaman ki fizik kanunları diye bir şeyin var olduğu ortaya çıktı, insanların evrene Dünya'ya, yaşama ve en önemli kendilerine bakışı köklü biçimde değişti. Hoş Newton, fizik kurallarını da tanrının yarattığına inanıyordu ama yine de direk söylemle ondan sonra tanrının da uyması gereken bazı kuralların varlığı tescillendi.
Konu bu şekilde özetlenebilir sanırım. Umarım açıklayıcı olmuştur. Sağlıcakla.