Bu aslında kişiye göre, bakış açısına göre değişir.
Çünkü, mutlak anlamda inancın bilimle çeliştiğini öngörürsek, bir inanca sahip olma ya da olmamanın bilimle olan etkileşimini poz ya da neg olarak belirlemiş oluruz. Oysa bilimin bizzat içinde olan inançlı inançsız bilim insanları (ki bilim insanları açısından bu sorgulanamaz öznel bir durumdur) sayısı neredeyse eşittir istatistiksel olarak. Yani inancı olup bilimle bizzat uğraşan ve inançsız olup bilimin bizzat içinde olan düşünce yapıları mümkün ve var.
Genellikle kutuplaşmış taraflaşmış bakış açıları, din i mutlak anlamda yargı-kabullenme zorunluluğu olarak algıladığı için, bilimin metodolojisi ile çeliştiğini düşünmekte. Aynı şekilde bilimi tam anlamıyla anlamamış kişiler de bilimin inançlara karşı olduğunu düşünebilmekte. Aslında burada kutuplaşmışlığın bir zıtlığı söz konusu.
Oysa inanç bilimden uzak dur demez, bilim ise -inanç olmamalı- demez.
Aksine inanç bilim yapmayı bireye yükler görev olarak. Bilimin içindeki bir birey de elde ettiği bulgulara anlam yükleyebilir. (Tabii ki bilim insanının yüklediği hiçbir anlam literatüre geçmez, literatür evrensel ve anlam yüklenmemiş olarak kayıt edilir)
Kişinin neye inanıp neye inanmadığı değil, nedensel arka planı temeldir. Derinleşme çabası yeterli düzeyde olduğunda, birey hem rasyonel bakmayı sürdürürken, anlam da yükleyebilir varoluşa. Rasyonel bakış anlama, anlam rasyonaliteye engel oluyorsa, kişinin bakış açısında bir sorun vardır.