İnsanlar bir süpernovanın patlama dinamiklerinin detaylarından söz edildiğinde bilime hayrandırlar; çünkü süpernova gibi bir konuda statükonun değişme riski büyük bir tehdit değildir. Kişiler, kendilerini korunmuş ve mutlak hissettikleri güven balonlarının dışına çıkmak zorunda değillerdir. Süpernova şöyle veya böyle patlamış, şu kadar veya bu kadar sürmüş, şu veya bu sonuç olmuş, onları pek ilgilendirmez. Dolayısıyla ilgileri, bu bilgilerin ne kadar baş döndürücü olduğu ile ilgilidir. Belki bu olayların muhteşemliklerinden kendi inanç ve önyargılarına malzeme bile çıkarabilirler! Fakat bir süpernovanın patlama biçimi, politikayı veya varsayılan dini görüşümüzü etkilemeyecektir. Bu nedenle hayranlık-temelli bir ilgi beslemekte sakınca yoktur.
Fakat iş klimatoloji (iklimbilim) veya evrimsel biyoloji (evrim) gibi alanlara geldiğinde, işler değişir. Bu alandaki bilim insanları, süpernovaları araştıran kozmologların kullandığı yöntemlerin aynısını kullanırlar. Aynı metodolojiyi takip ederler, aynı standartlara tabidirler, aynı mekanizmaların parçasıdırlar. Ancak bu alandan gelen verilerin toplumda yarattığı etki bambaşkadır. Çünkü klimatoloji, enerji üretim yöntemlerimizle ilgili politikaları şekillendirir. Evrimsel biyoloji, insanlığın var oluşsal kökenleriyle ilgili inançlarımızı şekillendirir. Bu olduğunda, ola ki diğer bilgi türlerini bilimin önüne geçiren bir ekolün parçasıysanız, kırmızı çizgiler aşılmış demektir. Artık mantığa yer yoktur. Duygular hükmedecektir!
Bu, açık bir şekilde statükonun, yani halihazırda var olanın değişecek olmasına verilen içgüdüsel bir tepkidir. Kimi insan değişime daha açıktır ve bunu gelişimin bir parçası olarak görür. Kimisi için "gelişmek için değişmek" sadece laftadır; sohbet ederken öğrenmeye ve değişime ne kadar açık olduklarını söylerler ancak iş pratiğe geldiğinde bunu yapmazlar. Bazıları muhafazakardır, yani var olanı muhafaza etmek isterler; bu kişiler için bir işin en doğrusu, şu anda işleyen olmalıdır. Bazı insanlar ise düpedüz gericidir; yani gerinin, eskide olanın daha iyi olduğuna inanırlar. Bu ölçeğin neresinde yer aldığınız, bilimden gelen veriler hayatlarımızı değiştirme potansiyeline sahip olduğunda bilime ne kadar sıcak yaklaşacağınızı da dikte etmektedir.
Dini inançlara ve hatta siyasi pozisyonlarımıza deneysel verilerden yola çıkarak ulaşmayız. Dolayısıyla bu tarz konularda bilim insanlarının alışageldiği bilimsel münazara kuralları geçersiz hale gelir. Karşı tarafı veri ile ikna edemezsiniz; çünkü karşınızdaki kişi bulunduğu pozisyonu objektif veriler ışığında edinmemiştir.
İşin bir de imaj problemi bulunmaktadır: Din ve politika gibi çok daha öznel (bireyden bireye değişebilen) alanlardaki tartışmalara bilim gibi nesnel (bireyden bireye değişmeyen ya da çok daha az değişen) alanlardan gelen veriler, tartışmaları alevlendirebilmektedir. Bir tartışmaya veri ve kanıtlarla giren biri, otomatik olarak daha zeki ve üstün gözükecektir. Kimse böyle bir durumda kalıp, aptal gibi gözükmek istemez. İşte bu durumda duygular ortaya çıkar; çünkü fikirsel, nesnel ve objektif olarak alt edilemeyen argümanları alt etmenin en iyi yolu, öfke, tehdit, aşağılama, alaya alma gibi duygusal yöntemler kullanarak geçiştirmektir.
Bu durumda sormak gerekir: Akıl, mantık ve verinin hiçbir zaman bir parça olmadığı bir durumda; akıl, mantık ve veri kullanarak gerçeklere nasıl ulaşabiliriz?
İşte bilim insanlarının veya bilimseverlerin çoğu zaman zorlandığı nokta budur. Karşınızdaki kişi gerçeğe ulaşma amacını gütmezken, siz veri ve bilimsel gerçekleri sunduğunuzda, bu veri ve bilimsel gerçekler kişinin zihnine ulaşmaz. Karşı tarafın amacı, veriler kendisine ulaştıkça onları çarpıtmanın, altını oymanın, görmezden gelmenin bir yolunu bulmaktır. Hatta bu kişiler, daha da ileri giderek tartışmaya bol miktarda hatalı veri, hatalı bilgi, uydurma iddia saçarlar, böylece sizin veri-odaklı argümanlarınız bulanık ve çamurlu su içinde kayboluverir. Yani bu tarz tartışmalarda niyet/amaç problemi de bulunmaktadır. Bu problem, belki de diğer tümünden daha büyük bir sorundur!
Halk ile iletişim kurma veya eşit olmayan zeminde tartışmaya girme konusunda eğitimi veya deneyimi olmayan bir bilim insanının böyle bir tartışmadan zaferle (yani karşı tarafı gerçeğe ikna etmekle) çıkması neredeyse imkansızdır. Bilim insanları bir tartışmanın bütüncül olmasını isterler. Bilim, kendisinden önce gelen verilere dayanarak inşa edilir ve bu veriler (ve o verilere yönelik asırlar boyu süren araştırmalar) görmezden gelinerek, sadece son ürünle ilgili yarım yamalak bilgilerden yola çıkarak geliştirilen argümanlarla ilerleme sağlanamaz. Dolayısıyla bilim insanları tartışmalarda karşı tarafa arka plan bilgisi de kazandırmaya çalışırlar; ancak bu, karşı tarafın öğrenmeye niyetli olduğu bir konu değildir!
Bunu bilimden anlayan kişilerin, anlamayan kişilerle girdikleri tartışmalarda görebilirsiniz: Bir taraf, durmaksızın aklına gelen ilk şeyi gerçekmiş gibi sunarken, bilim insanı bu noktaların her birini tek tek analiz etmeye, doğruysa doğru olduğunu, yanlışsa neden yanlış olduğunu anlatmaya çalışırlar. Bu süreçte veriler, makaleler, araştırmalar sunarlar. Bu, aşırı yorucu, çok uzun zaman alan ve her bir kaynağın tek tek zaman ayrılarak incelenmesini gerektiren bir durumdur. Gündelik bir tartışmada bunların yapılması için hiçbir zaman yeterince vakit bulunmaz. İşin kötü tarafı, karşı taraf sizin kanıtlarınız ve verilerinizle dürüstçe ilgilenmemektedir! Amaç laf sokmak, kötü göstermek, üstünlük kurmaktır. Duyguları, mantığa üstün getirmektir. Zaten bu nedenle sürekli lafınız kesilir, cümleleriniz yarıda kalır, fikirlerinizi tam olarak karşı tarafa aktaramazsınız.
Kaynaklar
- Ç. M. Bakırcı. İnsanlar Bilimsel Gerçeklerle Yüzleştirildiklerinde Neden Savunmaya Geçerler?. (11 Temmuz 2019). Alındığı Tarih: 30 Aralık 2021. Alındığı Yer: Evrim Ağacı | Arşiv Bağlantısı