Sorgulanmamış bir hayat, yaşanmaya değmez.
1)Atmosfer tabakası gezegenlerin, yıldızların ve kuyruklu yıldızların çevresini saran bir gaz örtüsüdür ve atmosfer etkileri genellikle her gök cismi için bir ihtiyaçtır. Dünyanın dış etkenlerden korunmasını sağlayan bu tabaka
●Oksijen ve Diğer Yaşamsal Gazların Sağlanması
●Gökyüzünün Maviliği
●Ultraviyole (UV) Işığın Süzülmesi
●Sıcaklık Dengelemesi
●Metabolizma ve Fotosentez
●Meteorları Engelleyici Kalkan
●Su Döngüsü
●Güneş Radyasyonunun Emilimi ve Yansıtılması
●Barometrik Basınç Sağlama
●Manyetik Alanın Korunmasını ve daha birçoğunu gerçekleştirmektedir.
2) Dünya'nın çekirdeği sayesinde oluşan manyetik alan, Güneş'ten gelen yüklü parçacıklardan gezegenimizi korumaktadır. Bu parçacıkların bir kısmı atmosferi aşındırabilir veya elektrik sistemlerinde sorun yaratabilir ancak manyetik alan bu etkileri saptıracaktır.
3)Ay, Dünya’ya çarpabilecek bazı gök cisimlerinin yönünü değiştirir veya çarpışmayı üzerine çekmektedir. Aynı zamanda Dünya’nın dönüşünü stabilize ederken bu da iklimin ve yaşamın sürdürülebilirliğine katkı sağlamaktadır.
4) Güneş sisteminin en büyük kütlelerinden olan Jüpiter bu özelliği sayesinde birçok kuyruklu yıldız ve asteroidi üzerine çekerek veya yönünü değiştirerek Dünya'ya ulaşma olasılıklarını azaltmaktadır.
Sadece Bir Araçtır!
Ancak bu sınavların objektif kriterler içermeyeceği ve olguya özel olanı ölçemeyeceği anlamına gelmez.
Mesele sınavların bilimsel kriterlere uygun olup olmadığıdır. Bir sınavın söz konusu özel alan yeterliliğini ölçüp ölçemeyeceği o sınavın niteliğine bağlıdır.
Bir sınavda olması gereken asgari kriterler, kapsayıcılık, tutarlılık, geçerlilik, güvenirlilik ile kararlılıktır.
Olmak zorunda mı? Evet, çünkü sorumluluğu olan bir alanda yetkin olabilmek asgari bir yeterliliği gerektirir. Zira sınavın kelime kökeni de sınamaktır.
Buradan sınanıp sınavı geçen herkesin kazanamaması ne yazık ki sistemsel bir sorundan kaynaklıdır. Çünkü burada temel kıstas sınavı değil rakibi geçmektir. Örneğin ülkemizdeki gibi bir sınav sistemi ne yazık ki rekabeti temel alan ve seçmeye yönelik olmaktan çok, yığılmış umutsuzlar ordusundan çoğunu elemeye yöneliktir ve sınavların bir işkenceye dönüşmesinin nedeni budur.
Bunun nedenini bugün dünya genelinde ağırlıklı olarak egemen kılınan pragmatist eğitim felsefesinde aramalıyız. Rekabeti ve amaç için her yolu mubah kılan felsefe.
Sınavların bu denli işkenceye dönüşmesinin bir diğer nedeni de ne yazık ki toplumsal algılayışımız ile ilgilidir. Sadece akademik bilgimizi ölçen bir sınavdan geçer not alamayışımız karakterimize, kimliğimize ve bütüncül olarak benliğimize mal edilebilmekte ve sanki sınanan ilgili alandaki yeterliliğimiz değil de kendimizmiş gibi bize dönebilmektedir. Tıpkı herhangi bir davranışı hatalı olan birinin kendisinin varlıksal ve bütünsel olarak hatalı var sayılması ve mahkum edilmesi gibi.
Sınavlar ne denli bilimsel kriterlere sahip olursa olsun her zaman doğru ölçüm yapar mı? Tabi ki hayır. Sınavlar sadece o anı ölçer. Öncesini ve sonrasını değil… Sevgiyle…
Beyin ile anlaşmak!
Kendinizi çözmeniz gerekiyor insanlar genellikle beynine düşman ya da düşüncelerine karşı açık olmayan bir insan ama şunu unutmayın en iyi dost yine kendinizsiniz kendiniz ile konuşun bunu küçümsemeyin çünkü her ne kadar garip dursa da bir bedende birden fazla bilinç yaşıyor. Bu bilinçle ile dost olup bunu tartışın neden bunu düşündüğünüzü ve neden böyle olduğunu?
Beyinle barışmadan, dış dünyayla savaş kazanılamaz. Çünkü dış dünyadaki tüm uyaranlar (medya, sosyal ağlar, reklamlar, içerikler) nihayetinde zihinsel işlemden geçer. Bu yüzden mücadele, dışarıdan çok içeridedir.
İlkel insanın dünyasında uyaranlar sınırlıydı: Tehlike, yiyecek, ses, doğa... Beyin bu kadar dar bir veri setine göre evrimleşti. Ama günümüz insanı saniyeler içinde binlerce bilgi kırıntısına maruz kalıyor: Bildirimler, yapay ışıklar, algoritmik içerikler, kısa ve hızlı hazlar... Beyin hâlâ Taş Devri'nde ama cep telefonları Gelecek Yüzyıl'dan.
Bu uyumsuzluk, dopamin sistemi üzerinden kendini gösterir. Her “beğeni”, her “yeni içerik” küçük bir dopamin patlaması yaratır. Bu nörokimyasal ödül, beyinde bağımlılığa benzer bir mekanizma oluşturur: Sürekli daha fazlasını isteme.
Burada beyinle "dost olma" fikri devreye girer. Bilincin önüne bilinçdışı eğilimler geçtiğinde, kişi kendine yabancılaşır. Bu yüzden kişi zaman zaman kendine şu soruyu sormalıdır:
"Şu an yaptığım şey, beni ben yapan şeye mi hizmet ediyor, yoksa sadece beynimin otomatik bir eğilimini mi tatmin ediyor?"
Peki, bu savaşta ne yapılabilir?
Uyaran Orucuna Girin
Tıpkı bedensel detoks gibi zihinsel detoks da gereklidir. Günde belirli bir saatte tüm ekranları kapatmak, beynin yeniden temel duyusal algılara dönmesine izin verir. Bu, beynin ön alın korteksi ile yeniden bağlantı kurması anlamına gelir. Yani karar verme, planlama ve öz denetim bölgesiyle.
Bilinçli Tüketim Prensibi
Bir içeriği izlerken veya okurken kendinize sorun:
“Ben bu bilgiyi seçiyor muyum, yoksa bu bilgi beni mi seçti?”
Pasif bir tüketiciden aktif bir seçiciye geçmek, dopamin sisteminin kölesi olmaktan kurtarır.
Günlük Beyin Muhasebesi
Kendinize her gün sadece 5 dakikalık bir sorgulama verin:
"Bugün neyi neden izledim?"
"Bugün neyin peşinden koştum ve neden?"
"Gerçekten bana ait olan ne yaptım?"
Bu “kendilik analizi”, metabilişsel farkındalık dediğimiz şeyi güçlendirir. Beyni izleyen bir başka bilinçle (yani bilinç-üstü bir konumla) hem alışkanlıkları hem düşünceleri gözlemleyebilir hâle gelirsiniz.
Kendini tanımayan biri, medyanın kölesi olur. Ama kendi bilinciyle konuşan, içindeki o çok sesli düşünceyi dinleyen kişi (garip görünse de) hem yalnız değildir hem de en sadık yoldaşına sahiptir: Kendisine.
Beyninizi düşman olarak değil, birlikte evrimleştiğiniz bir dost olarak görün. Çünkü medya, teknoloji ve hızlı çağ gelip geçer. Ama sen varsın, bir tane. Onunla barış yap, çünkü savaşın öteki tarafı senin içinde.
Besinimizi çeşitlendirerek! Ve pratik..!
Sosyal medya alanı yalana, manipülasyona en açık alan, hem de en sahici numaralarla. Ancak kendimizi bu alandan soyutlayamayız. Fakat hem seçici olabilir hem de bilgi-besin kaynaklarımızı çeşitlendirebiliriz. Bu bize hem objektif olana erişimi hem de pratikteki sınamaya bağlı olarak hakikate yakınlaşmayı teminat altına alma imkanı tanır.
Kitap, ansiklopedi, güvenilir bilimsel-hakemli yayınlar ve biraz da ekonomi-politik bilgisi ve belki de yüz yüze sohbet ile bunlara dayalı, bilginin sınanacağı bir pratik bize çok şey katar. Zira bilimsel kuşkuculuk da bunu önceler ve salık verir.
Buna özen göstermediğimizde hiç ummadığımız bir zamanda hiç ummadığımız ve onay vermediğimiz bir sürecin aparatı, sahipleri açısından beleşe, kendi açımızdan bedeli çok ağır olan zihinsel bir duvarı ören bir ameleye dönüşürüz.
Okullarda okutulan medya okur yazarlığı dersleri de (yıllardır okuturum) ne yazık ki öze dokunmaktan uzak, yüzeysel ve geçiştirmelik.
Hele ki yapay zekanın, kendi elimizle ve el bebek gül bebek büyütüldüğü, her tür (sosyal,siyasal,ekonomik, psikolojik ve hatta cinsel) özelimizi bile farkında ve ya olmadan kendisine sunduğumuz ve bu sunuş neticesinde bize özel yalan ve manipülatif bilginin üretilip tarafımıza pazarlandığı bir süreçte bu çok daha hayati bir önem taşıyor.
Her kitap bir ormandır der ustalar. Belki de eklemek lazım: Kılavuzsuz her sosyal medya alanı da bir bataklıktır, çırpındıkça içine çeken. Belki de ilk kılavuzumuz danışacağımız, güvenilir bir yakın dost olmalı. Ve belki de her zaman KAFASI KARIŞTIĞINDA akıllı insanın yaptığını yapmalı: Soru sormak (5N1K)… Sevgiyle…
Evrim Ağacı'nın %100 okur destekli bir bilim platformu olduğunu biliyor muydunuz? Evrim Ağacı'nın maddi destekçileri arasına katılarak Türkiye'de bilimin yayılmasına güç katın.