KÜLTÜR ELEŞTİRİSİ VE SOSYAL TEORİ AÇISINDAN FRANKFURT OKULU / ELEŞTİREL TEORİNİN ANALİZİ
Frankfurt Okulu Nedir ?

- Blog Yazısı
GİRİŞ
Frankfurt Okulu, 20. yüzyılda sosyal bilimler metodolojisi ve sosyal teori üzerinde derinlemesine çalışmalar yapmış, çeşitli açıklama modelleri geliştirmiş ve sosyal bilimler alanında felsefi, sosyolojik, politik ve ekonomik araştırmalara
yönelmiştir. Bunun yanı sıra müzik, psikoloji ve psikanaliz gibi alanlarda da eleştirel yorumlar ortaya koymuşlardır. Frankfurt Okulu'nun çok çeşitli alanlarda yorumlamalar ve incelemeler getirmesi, sosyal bilimlerdeki interdisipliner çalışmanın önemli bir örneğini teşkil etmektedir.
Günümüzde, özellikle ABD'de sosyal bilimler alanında yapılan çalışmalarda siyaset, ekonomi, tarih, felsefe ve sosyolojinin birlikte ilerlemesi ve bu alanlarda ciddi interdisipliner yaklaşımların ortaya çıkması Frankfurt Okulu'nun etkisinin devam ettiğini göstermektedir. Frankfurt Okulu'nun felsefe ve sosyoloji tarihinde önemli bir yer edinmesinin nedenlerinden biri, farklı disiplinlerdeki yorumları bir sentez içinde birleştirmesidir. Bu bağlamda, psikanaliz, sosyoloji, tarih ve edebiyat eleştirilerinin kapitalist-sanayi çağının eleştirisi olarak sosyolojik metodoloji çerçevesinde değerlendirilmesi büyük önem taşımaktadır.
Pozitivizmin sosyolojiyi "sosyal fizik" olarak konumlandırması, diyalektik materyalizm anlayışına zıtlık oluşturmaktadır; çünkü diyalektik materyalizm, bilimlerin farklı anlayışlar içinde hareket etmesine olanak tanır. Bu farklı yaklaşımlar, kültür ve kültürel teorileri beslemekte, kültürü sadece klasik folklorik perspektiften ele almak ciddi bir geriliğe yol açmaktadır. Frankfurt Okulu'nun eleştirel teorisi veya bu okulun geleneğinden yararlanarak interdisipliner alanlarda çalışma yapmanın ve sosyolojinin uygarlıkla ilgili konularına odaklanmanın önemi büyüktür. Uygarlık ve kültür birbirinden ayrılabilse de, inceleme alanında birbirlerini beslemektedir. Her kültürel gelenek, bir ardılını üretme zorunluluğu taşır. Günümüzdeki icatlar, bilinenler, maddi ve manevi kavramlar gelecekteki kültürel geleneklerin bir parçası olarak algılanacaktır. Kültür, oldukça hassas ve kaygan bir zeminde ilerlediği için sosyolojik anlayışın, folklorcular tarafından dikkate alınması gerekmektedir. Sosyolojik anlayış, tarih, siyaset, psikanaliz, felsefe ve edebiyat gibi çeşitli teorilere dayanmakta olup, modern toplumun getirdiği anlayışa göre kültür ve kültür eleştirisinin devam etmesi gerektiği düşünülmektedir. Kültürel kavramlar, kapitalizm, sanayi çağı, emperyalizm, ilerleme, yenilik ve teknoloji gibi unsurlarla ilişkilidir ve kültür, dünya üzerindeki toplumların farklılıklarından çok, yaratılmış politik sistemlerle ilgilidir. Frankfurt Okulu, diyalektik sosyal bilim anlayışı ile kültürü kavramış ve bu anlayışı eleştirisel bir kültür eleştirisi sürecine dönüştürmüştür.
1. Kültür-Eleştiri Kavramları ve Frankfurt Okulu’nun Kültür Eleştirisi
1.2 Kültür Kavramı ve Tanım Zorluğu
Öncelikle bu bölüme başlamadan önce kültürün çeşitli tanımları olduğunu söylememiz gerekiyor -sosyal bilimlerin en önemli özelliklerinden bir tanısı tikel varsayımlar üzerinden gidilmemesidir, sosyal bilimler oldukça kolektif, çokkültürlü bir yapılanma içerisinde devam eden bir takım öznel genellemeler bütünü olarak ele alınabilir. Yani doğa bilimlerinde ki netlik/kesinlik sosyal bilimlerde asla olmayacaktır, hatta bu tartışma onun bir bilim niteliği taşıyıp/taşımadığına kadar gitmiş yukarıda bahsettiğimiz pozitivizm onu kendi alanına çekmeye çalışmıştır. Bugün bile bu oldukça tartışılan bir metodolojik zıtlıktır- Burada bir filozof, antropolog, yazar veya düşünürün kültür tanımı yapmak yerine kendi kültür tanımımı yapmanın daha uygun olduğu kanısındayız. Çünkü belirli bir tanım yapmak için oldukça kesin sınırların koyulması gerekiyor. Hatta kültürün o kadar fazla tanımının olmasında birçok yazar veya kültür tarihçisi şikayetçidir: Türkçeye “Kültür Tarihi” isminde çevrilmiş kitabın yazarı Peter Burke, “kültür can sıkacak kadar çeşitli tanımları olan bir kavram” derken, ünlü yazar ve düşünür Raymond Williams “ ‘kültür fikrindeki sorun, onu sürekli genişletmek zorunda kalmamızdır – ta ki ortak hayatımızın tamamıyla neredeyse özdeş hale gelinceye kadar’ demektedir. Williams «kültür» teriminin doğasında şişme eğilimi bulunduğu konusunda şüphesiz haklıdır (Eagleton, 2019:16). Bizim yaptığımız kültür tanımı altıya indirgenmiştir:
(1) Toplumların veya kişisel benliklerimizin geçmişe duyduğu bir istenç, (2) kimi zaman bizleri sosyal yaşantıda yöneten bir etkin güç,
(3) gelenekle ve dinle iç içe geçen kırsal sözcük,
(4) entelektüel düzeyde ilerleyen konulara -sanat, edebiyat, felsefe vd.- hakim bakış açısına sahip olma,
Evrim Ağacı'nın çalışmalarına Kreosus, Patreon veya YouTube üzerinden maddi destekte bulunarak hem Türkiye'de bilim anlatıcılığının gelişmesine katkı sağlayabilirsiniz, hem de site ve uygulamamızı reklamsız olarak deneyimleyebilirsiniz. Reklamsız deneyim, sitemizin/uygulamamızın çeşitli kısımlarda gösterilen Google reklamlarını ve destek çağrılarını görmediğiniz, %100 reklamsız ve çok daha temiz bir site deneyimi sunmaktadır.
KreosusKreosus'ta her 50₺'lik destek, 1 aylık reklamsız deneyime karşılık geliyor. Bu sayede, tek seferlik destekçilerimiz de, aylık destekçilerimiz de toplam destekleriyle doğru orantılı bir süre boyunca reklamsız deneyim elde edebiliyorlar.
Kreosus destekçilerimizin reklamsız deneyimi, destek olmaya başladıkları anda devreye girmektedir ve ek bir işleme gerek yoktur.
PatreonPatreon destekçilerimiz, destek miktarından bağımsız olarak, Evrim Ağacı'na destek oldukları süre boyunca reklamsız deneyime erişmeyi sürdürebiliyorlar.
Patreon destekçilerimizin Patreon ile ilişkili e-posta hesapları, Evrim Ağacı'ndaki üyelik e-postaları ile birebir aynı olmalıdır. Patreon destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi 24 saat alabilmektedir.
YouTubeYouTube destekçilerimizin hepsi otomatik olarak reklamsız deneyime şimdilik erişemiyorlar ve şu anda, YouTube üzerinden her destek seviyesine reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. YouTube Destek Sistemi üzerinde sunulan farklı seviyelerin açıklamalarını okuyarak, hangi ayrıcalıklara erişebileceğinizi öğrenebilirsiniz.
Eğer seçtiğiniz seviye reklamsız deneyim ayrıcalığı sunuyorsa, destek olduktan sonra YouTube tarafından gösterilecek olan bağlantıdaki formu doldurarak reklamsız deneyime erişebilirsiniz. YouTube destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi, formu doldurduktan sonra 24-72 saat alabilmektedir.
Diğer PlatformlarBu 3 platform haricinde destek olan destekçilerimize ne yazık ki reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. Destekleriniz sayesinde sistemlerimizi geliştirmeyi sürdürüyoruz ve umuyoruz bu ayrıcalıkları zamanla genişletebileceğiz.
Giriş yapmayı unutmayın!Reklamsız deneyim için, maddi desteğiniz ile ilişkilendirilmiş olan Evrim Ağacı hesabınıza üye girişi yapmanız gerekmektedir. Giriş yapmadığınız takdirde reklamları görmeye devam edeceksinizdir.
(5) yönetici gücün ya da erkin ulusal birliği veya kendini konumunu koruması için ortaya atılmış siyasi birliktelik,
(6) sınıfsal farklılığı yok etmeye çalışan yapı.
Birinci ve ikinci tanıma baktığımızda yıllardır yapılan kültür tanımlarıyla bir benzerlik kurulur, üçüncü tanım kültürün klasik folklor açısından tanımıdır. Çünkü klasik folklorcular daha çok kırsala yönelik yani doğal hayatın en önemli incelenme merkezi olan köy, kırsal, taşraya dönüktürler. Kültür ve gelenek kavramının en iyi orada anlaşılabileceği görüşü halen devam etmektedir ve belirli bir ölçüde doğru sayılabilme olanağı vardır. Dördüncü tanıma baktığımızda burada aydınlanmacı bir tavır hakimdir, bugün popüler kültüre baktığımızda da sanat, edebiyat, felsefe veya başka konular hakkında konuşabilen “aydın”ların kültürlü insan olduğu görüşü hakimdir. Aslında bu aydınlanmayla birlikte günümüze kadar sürmüş bir kavramdır, “aklını kullanma cesaretini” göster adlı şiar halen devam etmektedir. Yani “akıl” kavramı aslında kültürel açıdan bakarsak biyolojik anlamda beyine bağlı bir yapı ve düşünme, mantıksal çıkarım aracı olarak görülürken, aydınlanmacı veya teknik anlama ve dışavuruma baktığımızda bir anlam yaratısı olarak görülmelidir. Aydınlanma, bir üst mertebedir, klasikliğin, geleneğin kökten yıkılması olarak alımlanıyordu. Fakat her yeni gelen şey bir gelenek olarak evrilir, aydınlanma, teknik ve bilim modern çağımızın fetişizmleri olarak eleştirel teorinin ve Frankfurt okulunun alanına girmektedir. Yani üstte yaptığımız dördüncü kültür tanımı üzerinden gidecek olan eleştirel teori geleneği kesinlikle sosyal felsefede arketip değildir, birden fazla yorumlanışı/incelenmesi vardır fakat en önemlisi eleştirel gelenektir. Aydınlanma veya teknikleşme, ilerleme diğer birçok şeyi partikülarizm tarzında “öteki”leştirmiştir.
Kültürün beşinci tanımı milliyetçilik/ulusçuluk üzerinden anlaşılabilecek bir felsefe yoluyla topluma sunulan “pragmatist kültür felsefesi” olarak adını koyduğumuz politik yaklaşımken diğer altınca tanım ise daha çok Marksist sınıf teorisine yakın durmaktadır, sınıflar ve insanlar arasındaki eşitsizliğin getirdiği derine ayrımlar ülkelerde belirli isyan bölgeleri, tinsel huzursuzluklar ve sorunlara yol açtığı için klasik Marksizm açısından burjuva-proleter ayrımını giderecek/gidermeye çalışacak olan devlet kültürü ortaya koyarak ortak değer yaratmayı amaçlar. İnsanların arasında ekonomik farklılıkları gözetmeyerek kendi konumunu da sağlama alan devlet buradan toplumsal bağları güçlendirip “köken ve atalar” tarzında duygusal bir planlama ile birlikte sosyal tabaka yapısını elinde tutar. Kültür ne olduğunu bir türlü tanımlayamadığımız, ama ne olduğu hakkında oldukça nispi tanımlara sahip olduğumuz bir kavramdır.
1.3 Eleştiri Kavramı
Eleştirinin belirli bir tanımı olduğunu söylemek mümkün, bir eser, inceleme alanında iyi veya kötü yönleri belirlemek bir eleştiridir. Klasik ama belirli tanım budur. Eleştiri bir kültürdür, eleştirinin bir öznel-kültür yanı, bir de sosyal-kültür yanı vardır. Öznel olarak eleştiri bireyin kendilik açılımının bir yansımasıdır, birey dünyaya fırlatılmıştır ve bir ontolojik metazori biçiminde yaşamaktadır, özellikle çağımızın getirdiği kültürel ve ekonomik sorunlar eleştiri kavramını daha da önemli kılmaktadır. Eleştiri kişinin kendi zihni içerisinde bir episteme-arketipi olarak belirir, kişi eleştiriyi kendisine yönelik kendilik-ontolojik yapısı üzerinden yapmalıdır ki bireyliğin farkına varmalıdır (burada bireylik vurgusu liberal felsefede ki vurgudan farklıdır). Kendi-düşünümsellik kavramı burada öne çıkar, kendi-düşünümsellik bir öznel-kültür eleştirisinin ontolojik olarak zorunluluğudur. Eleştiri kavramı başat veya çıkış noktası olarak kendi-düşünümsellik ilkesiyle tanımlanabilir. Aslında belki bu kavram üzerinden “birey folkloru” alt dalı yaratılabilir. Sosyal-kültür yanı ise öznel-kültür yanıyla bağıntılıdır. Sosyal-kültür eleştiri aslında Frankfurt Okulu ile bağıntılıdır.
1.4 Frankfurt Okulu ve Kültür Eleştiri
Frankfurt Okulu’nun yaptığı eleştiri genel olarak yaratılmış kültürlere özgü bir durumdur. Yukarıda yaratılan değerlerden politik-ekonomik sistemlere her şeyin bir kültür değeri taşıyabileceğini söylemiştik. Şimdi burada bu iddiamızı temellendirip Frankfurt Okulu’nun kültür eleştirisiyle birleştireceğiz. Ünlü Alman filozof Herder kültürün sadece duygu, doğa vs. şeyleri kapsamadığını sanayi, ticaret ve teknoloji gibi kavramları da içine aldığını belirtir. Onun dışında ilk kültür tanımı olaraktan karşımıza çıkan E. B. Tylor kültür’ü insanların edindiği, öğrendiği, algıladığı becerilerden ibaret gören karmaşık ama betimleyici bir tanım kullanmaktadır.
Avrupa’da ortaya çıkan Orta Çağ skolastik düşüncesinden kopuşla birlikte modern düşünsel tohumları Rönesans, Aydınlanma ve Sanayi devrimine kadar ilerleyen ve doğa felsefesinde sürekli gelişmeler geçmiş uygarlığımızı oldukça genişletti ve tekdüzelikten kurtardı. İnsanlık tarihi mağara taşlarına resim çizen, ateşi yeni keşfeden, kutsal metinleri ve kiliseyi baş tacı olarak gören bir düşünceden yepyeni bir “modern bilimsel” süreç yarattı. Elbette bu süreç insanlığın geriye kalan tarihsel ilerlemesini oldukça fazla etkiledi, çok gerilerden aldığımızda teknolojinin başlangıcı icatlar aracılığıyla devam etti, yani aslında ateşin bulunması veya araç-gereç yapımları birer teknolojik devrim niteliği gösterip antropo-epistemolojinin ilgi alanıdır. Devrim sonucunda insanlık tarihi uzaya uydular gönderdi, atomu parçaladı, maddeye kütle kazandıran bozonu deneysel olarak keşfetti, bazı viral hastalıkları yeryüzünden sildi, yapay zekanın eşiğine ulaştı, endüstriyel ve küresel ölçekte savaşlar yaptı, kendisini bir saat içerisinde tamamen yeryüzünden silebilecek silahlar geliştirdi. İlerlemenin veya diğer adıyla uygarlığın gelişmesi insanlığın işine mi yaradı ? Avrupa’nın skolastik düşünceden kopuk “yeniden doğuş” olan Rönesans’a oradan dini tek-tiplikten kurtarma çabası olan Reformasyon ve en son Kant’ın deyimiyle “aklını kullanma becerisini göster” şiarıyla ilerleyen Aydınlanma süreci. Öncelikle üstte bahsettiğimiz modern düşünsel hareketlerin lokomotifleri olan Rönesans, Reformasyon ve Aydınlanma birer kültürel süreçler biçiminde ortaya çıkmıştır. Bu iddiamızı hemen temellendirelim: Nermi Uygur kültürün kökeninde veya kaynağında bunalım kavramının yattığını belirtmektedir. Yani yeni kültürel süreçler bunalımlardan meydana gelirler. Rönesans dağınık bunalım çağı geçiren İtalya’da skolastik aklın bunalttığı toplumda meydana gelmiştir, aynı şekilde reformasyon ve aydınlanma da bunalımlardan türemiş düşünce-kültür sistemleridir.
Frankfurt Okulu veya eleştirel teori geleneğinin yaptığı araştırmaların, kritiklerin veya incelemelerin kökenlerinde de bir aydınlanma eleştirisi yatmaktadır. Kültür eleştirisinin kökenleri Alman filozof Friedrich Nietzsche’ye kadar uzanabilir. Nietzsche’nin “Tanrı Öldü !” aforizmasının altında yatan metafizik-tanrı sisteminin doğuştan yıkımıyla birlikte Avrupa uygarlığının çöküşü bağıntılıdır. Özellikle eserlerinde veya aforizmalarında din, kültür ve ahlak’a dair yazdığı iğneleyici yorumlar, metafiziğin kökten reddi, ahlakın standartlarının yıkıma uğratılması onun bir kültür eleştirmeni olduğunu göstermektedir. “Tanrı öldü” aforizması Alman burjuva kültürünün kalbine indirilmiş bir darbedir aslında içerisinde yatan amaç Hristiyan geleneğiyle biçimlendirilmiş o kültürün varlığının sona erdiğini göstermektir. Bugün kültür eleştirisinin durumuna baktığımızda kökenlerinin Frankfurt Okulundan aldığını rahatlıkla görebiliriz, özellikle sosyal teorisyenlerin ana inceleme konusu olabilecek “kültür” kavramı eleştirel geleneğe/ekole dayanarak incelenmelidir. Dünya üzerinde yaratılmış bütün anlamların, simgesel soyutlamaların ve metafizik ölçütlerin eleştirel incelenmesinin gerekmesi bir özgürlük sorunu olduğu kadar bir sosyal bilimsel görevdir.
Şimdi gelelim bir başka yaratılmış kültürel değere: pozitivizm. Aslında hem Türkiye’de hem dünyada bir “canavar” gözüyle bakılan pozitivizmin kökenleri Fransız Comte’a gitmektedir. Bir sosyolog olan Comte toplumların gelişimindeki üç klasik evreden bahsetmiş ve pozitivist anlayışı incelemiştir. Bilimsel metodolojisi anladığım kadarıyla mantıklı olarak ele alınabilecek pozitivizm, sosyal bilimler teorisi açısından oldukça yanlış yorumlamalara neden olmaktadır. Pozitivizm, rönesans, aydınlanma gibi süreçlerin hepsi Frankfurt okulunda eleştiriye tabi tutulan, kritik edilen açılımlardır.
Frankfurt Okulu sosyoloji/felsefe/siyaset bilimi tarihinde iki isimle tanımlanabilen nadir okullardandır, bilindiği üzere okulun teorisyenlerinin en çok vurgu yaptığı kavramlardan birisi “eleştiri”dir. İşte okul/teori bundan dolayı sosyal bilimler felsefesi içerisinde oldukça güçlü bir ekol, saygın bir gelenek olarak yer etmiştir. Çünkü teori fundamentalist bir yapıda ilerlemez eleştirel bir yapıda süregelir. Hatta “teori kaçınılmaz olarak eleştireldir” (Behrens, 2011:82-83) söylemini kendisine düstur edinmiş bir okul olarak eleştirel çizgiye sahip olması onu diğer teorilere göre daha itibarlı bir konuma getirmiştir. Eleştiri kavramının en önemli filozoflarından birisi de Kant’tır. Aydınlanma geleneğinden gelen Kant “eleştiri kavramını” o kadar sık kullanır ki önemli üç eserinin ismi içerisinde eleştiri kelimesi geçer. Kantçı düşünsel sistemde eleştiri bilgi olanağının koşullarının ve aklın kendisi tarafından girişilen akılsal yetilerin sınırlarının çözümlenmesidir. Horkheimer “eleştiri” sözcüğünün okulda kullanılan anlamda veya kendi felsefesindeki anlamında tam olarak Kantçı algılamada kullanılmadığını ekonomi-politiğin diyalektik eleştiri anlamında kullanıldığına vurgu yapmaktadır. Yani burada Frankfurt Okulu veya eleştirel teori geleneğinin epistemolojik bibliyografisinin önemli bir örneği olan bilimsel sosyalizmin kurucusu, sosyolog ve politik ekonomist olan Karl Marx’a yöneliyoruz. Eleştiri Marx’ın en önemli eseri olan ‘Kapital’de anahtar bir sözcüktür, hatta eser “ekonomi politiğin eleştirisi” alt başlığıyla okuyucuya sunulur. İşte bu manada okulun esas dayandığı nokta yani kültür eleştirisi kaynağı Marx’ın yaptığı politik eleştiridir. Theodor Adorno ise “eleştiri”yi esas almalarının Kant ve Marx’tan kaynaklandığını işaret etmektedir. Özellikle Horkheimer’ın başlattığı iki teori ayrımı burada önem arz etmektedir keza “Aydınlanmanın Diyalektiği” kitabı burada en temel kaynak olarak ele alınırken diğer konularda özellikle Habermas’ın teorize ettiği “iletişimsel eylem kuramı”da modern çağın rasyonalitesine karşı getirilmiş eleştirel bakış açısıdır. Okul’un düşünürlerinde eleştiri kavramının önemli yer tutması bir yana, yapılan eleştirilerin birçoğu o dönemin siyasal eylemleriyle örtüşür. Düşüncenin epistemolojik kaynağı olan Marksizm bile eleştiriye tabi tutulmuştur. Doğuda Stalin, Batı bloğunda Hitler’in ortaya attığı veya teorize ettikleri “yok etme” politikaları eleştirel teorinin inceleme alanına girmektedir. Marksizmin Doğu’da otoriter bir rejimin kaynağı olması ve proleter sınıfın Almanya’daki faşizme verdiği çözülüş ve destek onları kendi kaynaklarını da eleştiriye tutma noktasına getirdi. Eleştirel teorinin en özgün yanlarında birisi de sürekli “eleştirel” biçimde ilerlemesidir. Eleştirel sözcüğünün kelime anlamını veya bizim tanımladığımız biçimdeki anlamından yapılan çıkarımlar onun dogmatik değil diyalektik bir imgelem taşıdığını göstermektedir. Diyalektik bir sosyal bilim anlayışı yaratmak isteyen eleştirel teorinin içselleştireceği başat kavramlardan birisi değişimdir. Dogmatizmin bir zıttı olarak sosyal yaşantıda da gelenekselliğin içerisinde ezilen değişim kavramı sosyal teori açısından ciddi bir kavşak noktasıdır. İşte burada bir ideolojik eksen kayması sorunu vardır, ideolojilerin genel olarak çok katmanlı ve akışkan yapısı bir “tek-tip” örneği olarak alınabilir. İdeoloji karşısına koyulacak kavramlardan birisi eleştiri-değişim kavramıdır. Çünkü ideolojik yapıların içerisindeki arka planları okuduğumuzda onların ontolojik doğuşları gereği dogmatikleşmeye kaydığını görmekteyiz. “İdeolojilerin asıl önemli inceleme sorunu birçok ideolojinin bilimsellik iddialarıyla ortaya çıkmalarında toplanıyor” (Mardin, 1992:16). İşte ideolojinin bilim sıfatına yükselmesini bir “geleneksellik” olarak algılayabiliriz. Çünkü kültür belirli sistemsel bütün, insanın edindiği ve öğrendiği bilgi ise ideolojide bununla benzerlik kurulabilir. İdeoloji dogmatikleştikçe değişmez yapılar eşliğinde ilerlemeye devam eder ve ideoloji böylelikle bir topluluk içerisinde “ilah” kavramına yükseltildikçe yavaş yavaş kültüre benzer. Nasıl ki kültür kırsal toplumda bir “ilah” seviyesindeyse ideoloji de modern toplumun içerisindeki bir topluluk için “ilah” olabilir/olmaktadır. Eleştirel teori geleneğinin yaptığı ise topyekün bir eleştiri, diyalektik yaratım tarzıdır.
2. Frankfurt Okulu’nun Tarihçesi

1923 yılında kurulan, Sosyal Araştırma Enstitüsü’nün kurumsal çerçevesi içinde, farklı dönemlerde bir araya gelmiş olan Carl Grünberg, Max Horkheimer, Thedor Adorno, Herbert Marcuse ve Jürgen Habermas gibi filozofların felsefe anlayışlarıyla sosyal araştırmalarını tanımlar. Eleştirel teorinin bu ikinci anlamı uyarınca, söz konusu filozofların oluşturduğu okula Frankfurt Okulu, filozofların kendilerine de Frankfurt Okulu teorisyenleri adını vermek âdet olmuştur. Marx’ın “filozofların şimdiye kadar dünyayı sadece yorumladıklarını, şimdi sıranın onu değiştirmeye geldiğini” söylediği Feuerbach Üzerine Tezler adlı eserinden ilham alır. Eleştirel teori her şeyden önce mantıkçı pozitivizmin insan bilimlerinde evrensel yasalara erişme teşebbüsüne karşı çıkar. O, modern bilim ve teknolojinin sadece teknolojik bir rasyonalite tarafından yönetilen bir idari sisteme indirgenmiş olduğunu savunur.
Frankfurt Okulu veya okul ile birlikte anılan eleştirel teori, okul’un temeli Eğitim Bakanlığının bir kararnamesiyle 3 Şubat 1923’te resmi olarak kurulmuş olan ve Frankfurt Üniversitesi’ne bağlanan Toplumsal Araştırma Enstitüsü’ydü. Ancak Enstitü, resmi olarak kurulmadan önce zengin bir tahıl tüccarının oğlu olan F. Weil tarafından tasarlanmıştır. Weil, Alman üniversite sisteminin katı, hiyerarşik ve otorit yapısından dolayı bağımsız ve kendine özgü bir enstitü kurmayı hedeflemiştir. Weil’in sosyal bilimlerle uğraşacak bağımsız bir Enstitü istenci gerçekleşirse Alman akademi sisteminin sıkıntılarını çekmeden bu çalışmalar yapılabilecekti. Bu yapıldığında işçi hareketinin tarihçesi ya da anti-Yahudiliğin kökenleri vs. gibi Alman üniversitelerinde işlenmemiş konular işlenecektir.. Weil’in babası da bu planı beğenmiş ve başlangıç parası için 120.000 Mark’lık bir gelir taahhüt etmiştir. İşte bu para Enstitünün kuruluş aşamasında mali yönden bağımsız kalabilmesini sağlamıştır.
Kurala göre bir enstitünün başına Frankfurt Üni. Bir profesör gelmesi gerekiyordu. Alman Marksist hukuk ve tarih filozofu olan Carl Grünberg 1923 yılında yönetici oldu. Grünberg 1927’de geçirdiği kalp krizinden ve sağlık sorunlarından dolayı 1929 yılında enstitü yöneticiliğinden ayrılmaya karar verdi ve bu yaklaşım doğal olarak başka bir başkan arayışına neden oldu. Bu sırada Grünberg 1940 yılında hayatını kaybetti. Grünberg, 1861 yılında Romanya’da doğmuştur. 1881’den 1885’e kadar Avusturya’da hukuk öğrenimi görmüştür. Daha sonra hem hukukçuluk yapmaya, hem de akademik kariyerde çalışmaya başlamış, 1909’da Viyana’da profesör olmuştur. Grünberg döneminde enstitünün yaptığı araştırmalar Marksizmi yeniden yorumlamak biçiminde gelişmiştir hatta Marksizmi felsefi bir sistem ve bilimsel araştırma yöntemi olarak sosyolojik analizde kullanılmak zorundadır diye algılanıyordu. Grünberg dönemi Enstitünün tarihsel gelişimi açısından sınırlı bir çalışma ve uzmanlaşma dönemi olmuştur. Bu dönemde Okul’a üye olan teorisyenler daha çok iktisatçı kimliği olan kişilerdir.
“Marksist terimlerle tanımlayan bir kurum ya da Enstitü için işçi sınıfı üzerine yapılacak akademik araştırmalardan daha uygun bir araştırma tarzı ve konusu bulunamazdı. Çünkü bu ilk dönemde yöneticiliğini Marksist Grünberg’in üstlendiği Sosyal Araştırma Enstitüsü, Marksizmi bir bilim olarak kabul etmekte veya onu bilimle Marksizm arasında bir benzerlik kurarak anlamaktaydı. Bu yüzden, bir yandan sermaye birikimi, ekonomik planlama, Çin’in ekonomisi, Fransa’yla tarımsal ilişkiler, emperyalizm vs. üzerine akademik araştırmalar yapılırken, bir yandan da Marx ve Engels’in yayımlanmamış eserlerinin derlenip yayımlanması işine girişildi (Cevizci: 2017: 1207).”
3.1 Max Horkheimer Dönemi
Carl Grünberg’in geçirdiği kalp krizi sonrası sağlık sorunları sebebiyle hayatını kaybetmesi enstitü için bir başkan arayışına neden olmuştur. Bu sırada henüz genç bir üye olan Max Horkheimer henüz 35 yaşlarında enstitünün yeni yöneticisi/başkanı olmuştur. Yıldızının parlamasıyla birlikte Horkheimer aslında enstitünün de yıldızını parlatmıştır ve enstitü en verimli dönemlerini onunla birlikte geçirmiştir. Horkheimer döneminde Frankfurt üye teorisyen profili oldukça netleşmiştir. Horkheimer’lı yıllarda Enstitüde öne çıkan üye teorisyenler, M. Horkheimer, H. Marcuse, T. Adorno, F. Pollock, W. Benjamin, L. Löwenthal, E. Fromm, F. Neumann, Grosmann, Wittfogel, Borkenau ve Kircheimer’dır. Tüm bu düşünürler içerisinde Eleştirel Teorinin I. Kuşağını oluşturan kişiler arasında ön planda çıkan düşünürler, Horkheimer, Adorno ve Marcuse’dir. Bu sayılan isimler okulun I. Kuşağının temsilcileridir, fakat okul sürekli bir akış içerisinde olduğu için bunların ardılları bu düşünürlerden etkilenmiştir. Zaten felsefe Hegel’in deyimiyle “kendini bilinçli hale getiren düşüncedir”, okul kendi epistemolojik ve kültürel kaynakları üzerinden kendisini sürekli olarak bilinçli hale getirmektedir. Frankfurt Okulu’nun ilgi alanlarını 1931 yılının Ocak ayında resmi olarak göreve başlayan Horkheimer yapmış olduğu “Toplum Felsefesinin Bugünkü Durumu ve Sosyal Araştırma Enstitüsünün Görevi” başlıklı konuşması sırasında ortaya koymuştur. Horkheimer’in yaklaşımı ile daha önceki dönemdekilerin farklılığının hemen göze çarptığı konuşmada Horkheimer; kendisinin ne kadar iyi Marksist olduğunu göstermeye çalışmaktansa, toplumsal/sosyal felsefenin o günkü durumunu anlatmaya çalışmıştır. Konuşmasında Enstitü’nün yüklenmesini isteyeceği ilk görevin ne olduğunu şöyle ifade etmiştir: ‘İşçilerin ve işverenlerin Almanya’daki ve diğer Avrupa ülkelerindeki çeşitli problemlere karşı tutumlarını araştırıp ortaya koymak.’ Yapılacak çalışmalarda kullanılacak teknikler ise, istatistikler toplamak, soru kağıtları uygulamak; bunları daha sonra sosyolojik, psikolojik ve ekonomik açıdan değerlendirip yorumlamak şeklindeydi.
3.2 Enstitünün Taşınması
Almanya’nın 1930’lu yıllardaki sosyolojik-politik yapısına bakıldığında en önde gelen ideolojik paradigma faşizm’dir. Frankfurt Okulu, özellikle Almanya’da sorun yaşamıştır; birincisi Enstitünün sol kökenli olan Marksist eğilimleri, ikincisi ve daha önemlisi ise üyelerin Yahudi olmalarıdır. 1933’te Nazilerin iktidara gelmesiyle birlikte biyo-politiklar, ırkçılık, faşizm gibisinden totaliter ideolojiler Almanya da oldukça etkiliydi. Özellikle Almanya’nın Birinci Dünya Savaşında yenilip diğer Avrupalı devletler tarafından uluslararası alandan dışlanması, ekonomisinin bitirilmesi, askeri ve teknolojik sisteminin tahakküm altına alınması Alman halkının duygularını derinden sarmıştır, işte bu noktada Hitler ortaya bir “kahraman/kurtarıcı” edasıyla ortaya çıkıp düşman yaratma politikaları ortaya atmıştır. Nazilere göre her şeyin, ülkenin kötüye gitmesinin sebebi Yahudilerdi. Almanya kökenli bu sorun uluslararası ilişkiler teorisinde “anti-semitizm” olarak bilinir. Mart ayında Enstitü’nün “devlete karşı eğilimler taşıdığı” gerekçesi ile kapatıldığı günlerde Horkheimer, Almanya-İsviçre sınırından geçerek İsviçre’ye sığınmıştır. Okul’un kütüphanesine de Alman hükümeti tarafından el konulmuştur. Hisse senetlerinin iki yıl önce İsviçre’ye transfer edilmiş oluşu, Enstitünün mal varlığına el konulmasını engellemiştir.
Marksist eğilimlere sahip olmasına rağmen, Frankfurt Okulu'nun Enstitü üyeleri Rusya'ya gitmeyi düşünmemiştir. Horkheimer’in başarılı temasları sonucunda Enstitü, 1934 yılında kapitalist/liberal dünyanın merkezi olan New York’a taşınmıştır. Columbia Üniversitesi'nde R. MacIver gibi dönemin radikal akademisyenleri, Toplumsal Araştırma Enstitüsü'nün yeniden kurulmasını sağlamıştır. Enstitü'nün dergisi "Studies in Philosophy and Social Science", 1941 yılına kadar hem İngilizce hem de Almanca olarak yayımlanmıştır. Ancak ABD'nin savaşa girmesi ve radikal eğilimlerin kısıtlanması nedeniyle Enstitü kapanmıştır. E. Fromm da 1930'ların sonunda gruptan ayrılmıştır.
Amerika yılları, Enstitü için bazı sorunlara rağmen verimli bir dönem olmuştur. Horkheimer bu yıllarda "Akıl Tutulması" ve Adorno ile birlikte "Aydınlanmanın Diyalektiği"ni yazmıştır. "Aydınlanmanın Diyalektiği" birçok düşünür tarafından Frankfurt Okulu’nun başyapıtı ve anti-Marksizm’in en açık kanıtı olarak görülmüştür. 1948’de, 15 yıl aradan sonra Almanya’ya dönen Horkheimer, sıcak ilgi ve Frankfurt yönetiminin dönüş teklifine yanıt olarak geri dönmüştür. 13 Temmuz 1949’da, 16 yıl önce kapatılan Horkheimer’in kürsüsü yeniden düzenlenmiş ve Enstitü 1953’te Frankfurt’ta yeniden kurulmuştur. Horkheimer, Enstitü müdürlüğü ve Frankfurt Üniversitesi rektörlüğü görevlerini yürütmüş, 1958’de emekli olduktan sonra Enstitü’nün yönetimini Adorno devralmıştır. Adorno döneminde, Jürgen Habermas gibi yeni bir genç kuşak oluşturulmuş ve Pozitivizm eleştirisi, estetik teori, müzik, siyaset, kitle kültürü ve modern toplum incelemeleri ön plana çıkmıştır.
Frankfurt Okulu’nun ikinci dönemini temsil eden 1960’lara kadar olan süreç, Enstitü’nün çekirdek kadrosunun etkin olduğu dönemdir. Adorno’nun 1969’daki ve Horkheimer’in 1973’teki vefatlarıyla Enstitü’nün etkinliği azalmıştır. Jürgen Habermas, Enstitü’nün yeniden canlanmasını sağlamış ve Okul’un üçüncü evresi başlamıştır.
Habermas, sadece Frankfurt Okulu’nun önemli bir temsilcisi değil, aynı zamanda dünyanın önde gelen filozoflarından biridir. Sosyal bilimlere ve sosyal felsefeye katkılarından ötürü "filozof" unvanını en çok hak eden isimlerden biridir. Habermas, kapitalist toplumun meşrulaştırıcı mekanizmalarını inceleyerek, ekonomik değil, siyasal ve ideolojik düzeyde bir "meşruluk bunalımı" öngörmüştür. Frankfurt Okulu, 1971’de Habermas’ın Starnberg Enstitüsü’ne geçmesiyle sona ermiştir. Ancak, okul bir "okul" olarak varlığını sürdürmemiş olsa da, siyasal, entelektüel ve düşünsel etkisi devam etmektedir.
4. Frankfurt Okulu’nun Temsilcileri ve Çalışmaları
4.1 Max Horkheimer (1895-1973)
Horkheimer, 1895 yılında Sturttgat’ta doğmuştur. Önemli bir sanayici olan babasının isteği doğrultusunda I. Dünya Savaşı öncesi dönemde tüccar ve işadamı olarak yetiştirilmiştir. Horkheimer, babasının bu işler için yaptığı tavsiyelere uyarak Fransızca ve İngilizce öğrenmek amacıyla Brüksel ve Londra’ya da gitmiştir. 1913 ve 1914 yıllarındaki bu dış ülke deneyimlerinde Pollock ile birlikte bulunmuştur.1918’den sonra, Pollock ile birlikte, Münih, Freiburg ve Frankfurt Üniversitelerine devam etmiştir. Önceleri Gestalt psikolojisinin ünlü bilginlerinden A. Gelb’in denetimi altında psikoloji alanında çalışan Horkheimer, daha sonra felsefeye yönelmiştir ve yeni hocası da H. Cornelius’tur. 1922 yılında Horkheimer, Cornelius’un denetimi altında yaptığı Kant üzerine çalışması ile doktora derecesi almıştır. Üç yıl sonra da, yine Kant’ın çalışmaları ile ilgili eleştirel bir inceleme yapmış ve Kant ve Hegel üzerine ders verme hakkını kazanmıştır.
Horkheimer’ın yapmış olduğu en büyük katkılardan birisi, okulun veya teorinin temel iskeleti olan “kültürel eleştiri” kavramının açığa kavuşmasıdır. Horkheimer bunu “geleneksel teori-eleştirel teori” şeklinde ayrımla kategorikleştirmeye indirger. Burada ikili bir yaklaşım tarzıyla belirli kültürlerin sosyal bilimlerde algılandığı yön ile, onların imajlarının ne ölçüde değişilebilir olduğudur. Horkheimer bunu 1937 yılında yazmış olduğu «Geleneksel Teori ve Eleştirel Teori» adlı yazısında gelenekselin eleştirisinin yaparak eleştirenin eleştiri üzerinden bir farklılığını ortaya sunmuştur. Bazı farklar şunlardır: Horkheimer geleneksel teoriyi incelerken onun ampirik/ampirist bir bilim anlayışına uygun, yeterli bir bilim görüşü olarak gören ve her tür epistemolojik kapsamanın doğa bilimleriyle sınırlı kaldığının, doğa bilimlerinde uygulanan metedolojik yapıların, kuramsal ardalanların insani ve toplum bilimlerine de uygulanması gerektiğini savunan bir yapı olarak tanımlar. Horkheimer’in Geleneksel Teoriyi eleştirirken kastetmiş olduğu anlayış pozitivizm ve ampirizmdir. Bu iki yöntem ve anlayış birçok açıdan paralellik gösteren ve modern doğa bilimlerinin açık ya da gizli ideolojilerini savunmaktadırlar diye yorumlar.
Horkheimer’e göre : “ Pozitivistlerin anladığı biçimiyle modern bilim, esas olarak olgularla ilgili önermelerle uğraşır ve bu yüzden de genel olarak hayatın, özel olarak da algılamanın şeyleştiğini varsayar. Dünyaya bir olgular ve şeyler dünyası olarak bakar; ve dünyanın olgulara ve şeylere dönüşmesinin toplumsal süreçle olan ilişkisini göremez (Horkheimer:2018:118).” Horkheimer, pozitivizmi ve pozitivistlerin felsefeyi eleştirmelerini eleştirmektedir. Peki Horkheimer’ın çok eleştirdiği “geleneksel teorinin” karşısına koyulan “eleştirel teori” bunlardan farklı olarak neler söylemektedir. Eleştirel teori bilgiyi ve eylemi birbirinden ayrı şeyler olarak görmez, işte geleneksel teori veya pozitivist teori bilgiyi eylemden kopararak bilgiyi bir fetiş haline getirmiştir. “Geleneksel teorinin matematikteki tümdengelimsel yapıyı temele alan bilimsel modele dayandığını ileri süren Horkheimer, onun insanları da doğa bilimsel modele uygun olarak fazlasıyla determinist bir neden-sonuç şeması içinde, şeyler gibi ele aldığını ve dolayısıyla da olgularla değerleri birbirinden ayırmada başarılı olamadığını ifade eder. Horkheimer, söz konusu bilimsel modelin kapitalist toplumun temelinde bulunduğunu iddia ederken de pozitivist sosyoloji veya geleneksel teorinin toplum içinde olan şeyleri olması gerekenler olarak sunmak suretiyle mevcut sosyal düzeni meşrulaştırıp değişmeyi engellediğini ifade eder (Cevizci:2017:1208-1209).” İşte Horkheimer’ın yaptığı temelde ki kültür eleştirisini burada görmekteyiz. Uzun yıllardan beridir sosyal bilimlerde hakim olan ve toplumun siyasi yapısına kadar işlenmiş bir sistemin -pozitivizm- kapitalist üretim biçimindeki bir dünyada öne çıktığını ortaya koymaktadır. Aslında çok ciddi bir kültür eleştirisi olan bu kritik yorumlama örneğinden çıkaracağımız sonuçlardan yapılacak yorumlama Horkheimer’in özünde bir “kültür eleştirmeni” olduğudur.
Horkheimer bununla da yetinmeyip başka bir modern kültür örneği olan pragmatizmi de eleştirmektedir. Amerikan kültürünün egemen felsefi sistemi olan pragmatizmi ve temelinde yatan pozitivizmi eleştiren Horkheimer Batı felsefesinde ki en ciddi kültür eleştirmenlerinden birisidir. Aslında o tüm dünyada ki çözülüşlerin, işçi sınıfının bilinçsel altyapısının, aydınlanma ile birlikte gelişen/dönüşen dünyada ki akıl kavramının araçsallaşması sonucunda bir yıkıma ve şeyleştirilmeler dünyasına evrildiğini işaret eder. Horkheimer Aydınlanma ile birlikte akıl kavramının içeriğini kaybettiğini ve araçsallaştığını söyler ve şöyle der “Aklın biçimselleşmesinin sonuçları nedir? Adalet, eşitlik, mutluluk, hoşgörü, geçmiş yüzyıllarda aklın doğasında varolduğu ya da gücünü akıldan aldığı varsayılan bütün kavramlar, düşünsel kökenlerinden kopmuşlardır. Hala birer amaçtırlar, ama onları değerlendirecek ve bir nesnel gerçekliğe bağlayacak rasyonel bir etmen yoktur artık... Zamanımızın ortalama aydının felsefesine göre tek bir otorite vardır: bilim, yani olguların sınıflandırılması ve olasılıkların hesaplanması. Adalet ve özgürlüğün kendi başlarına, adaletsizlik ve baskıdan daha iyi olduğu önermesi, bilimsel olarak doğrulanabilecek ve yararlı bir önerme değildir (Horkheimer:2018:74).” İşte burada aydınlanma ile birlikte gelişen kültürün yıkıma dair bir cümle kurar ve aklın araçsallaşmasının ne kadar kötü sonuçlar doğurduğuna işaret eder.
4.2 Aydınlanmanın Diyalektiği
“Aydınlanma düşüncesinin hakkını hiç kimse veremez ve bu konuda hiçbir özet yeterli olamaz. Ancak belki şu dört önerme, dönemin havasını diğerlerinden daha iyi kavratabilir. Bir kere, doğaüstünün doğalla, dinin bilimle, tanrısal buyruğun doğa yasasıyla ve din adamlarının filozoflarla yer değiştirmesi söz konusuydu. İkinci olarak, sosyal, siyasal ve hatta dinsel bütün sorunların çözümünde bir araç olarak deneyin rehberliğindeki aklın yüceltilmesi geliyordu. Üçüncüsü, insanın ve toplumun mükemmelleştirilebileceğine ve dolayısıyla insan soyunun gelişmesine inanılıyordu. (Bottomore:1990:19).”
Aydınlanma ile birlikte, doğa üzerinde kurulması beklenen bilimsel otorite, kaynakların kıtlığından, yoksulluktan ve doğal afetlerin rastgele darbelerinden kurtuluş vaat edilmekteydi. 20. yüzyıla gelindiğinde ise militarizm, iki dünya savaşı ve aşırı-teknikleşme gibi tarihsel realiteler Aydınlanma vaatlerini boşa çıkarmış görünmektedir. Aydınlanmanın Diyalektiği kitabında ki ana tez ise genel hatlarıyla şudur: İnsanları bir takım mitsel anlatılardan arındırmak, akılsallığı öne çıkarmak, hatta hümanizm kültürüyle birlikte işi ele alıp eskiyi öldürmek ve onun yerine yeni epistemolojik, politik, sosyolojik anlayışı koymaktır. İşte kitapta düşünürler bunun tam tersini iddia ederler ve Aydınlanmanın insanları mitsel, geleneksel ve bir takım kültürel değerlerden arındırma iddiasında olsalar bile akılsallık ters-bir-tepkime ile tahakküme, zorbalığa, gücün kötüye kullanımına neden olup toplumsal baskıları artırmıştır. Aslında Aydınlanma insanları tekrardan mitsel anlayışa döndürmüştür fakat bu sefer yaratılan anlamlar oldukça farklıdır. Aydınlanma’nın aklı getirdiği noktada bireyin yok oluşudur. Aklın yalnızca amaçlara ulaşmak için kullanılan araçlarla belirlenmiş olması, tümelin tikel üzerinde hiyerarşik bir otorite kurmasına olanak tanıyan yeni bir egemenlik biçimi yaratmıştır. Bireyin aklı tümellik tarafından işgal edilmektedir. Birey artık bütünün kendisine biçtiği rollerin dışına çıkamaz ve belirlenen çerçevenin ötesine geçemez hale gelmiştir. Bu durum, kültür endüstrisi aracılığıyla gerçekleşmekte ve bu şekilde bireyler tahakküm altında tutulmaktadır. İşte yukarıda alıntılanan Aydınlanma özetine göre: Aydınlanma aslında gelenekten kopuşun bariz ve açık göstergesi olmuştur. Avrupa köktenciliğinden, kültürün eskimiş halinde, mitsel efsanelerden kopmasının sonucu olarak “akıl” kavramının ön plana çıkmasıyla Avrupa’da aydınlanma baş göstermiştir ve yepyeni bir referans noktasıyla, arkasına aldığı sert ve katı rüzgarla ortaya çıkan bu görüş “akıl” kavramının yıllar içerisindeki tarihsel-kronolojik-tepkimede pragmatik yapıya dönüşmesinde rol sahibidir diyebiliriz. Fakat aklın pragmatik bir yapıda olup olmadığı tartışmaları daha geriye giderek kökenleri Francis Bacon’a kadar dayanmaktadır.
4.3 Kültür Endüstrisi
Bu kavram ilk olarak Aydınlanmanın Diyalektiği adlı kitapta kullanılmıştır. Frankfurt Okulunun teorisyenlerinin en önemli inceleme alanı olan kültür burada kendisini bir eleştiri üzerinden göstermektedir. Kültür endüstrisi teorisine göre, kitle kültürü insan özerkliğini tehdit etmektedir. Bireyi kültür tüketicisi konumuna getiren kitle kültürü sanat, eğlence, dinlenme ve bunları değerlendirme gibi yaşam alışkanlıklarını birer tüketim eylemine dönüştürmektedir. Adorno ve Horkheimer medyayı, iktidar yapısını oluşturulduğu, korunduğu, çoğaltılarak dağıtıldığı kısacası iktidarın ve iktidar tarafından da beslenen bir endüstri olarak görürler. Mesela bununla bağıntılı olarak Adorno pop-müziği küçümsemektedir, çünkü pop müzik Adorno’ya göre teknik olarak yeniden üretilmiş bir sanattır ve bu sanatın özünde de kitle kültürünün elementleri, iktidarın olumlası ve kapitalist çıkarlar yatmaktadır. “Modern sanayi toplumunun homojenleşmiş ve rasyonelleşmiş dünyasının düzgün işlemesine yardımcı olma işlevine sahipti ve bu nedenle vardı. Bu amaçla, kültür endüstrisi, “vaat ettiğini yerine getirmeyen sahte tatminler dağıtmakta”, insanları kandırmaktadır. İşte bu nedenle, Adorno, sanat eserleri ile kültür endüstrisini şöyle birbirinden ayırmaktadır: “sanat eserleri, çileci ve utançsızdır; kültür endüstrisi ise, pornografiktir ve iffet taslar (Kayıkçı:2007:2).” Bakınız burada dikkat çekilmesi gereken nokta aslında Aydınlanma eleştirisi ile kurulan bir paralelliktir, burada da “vaat” kavramı öne çıkmaktadır. Aslında Kültür Endüstrisi belki de Aydınlanma kavramı ile öne çıkmaktadır. Horkheimer’e göre de hayat bütünüyle rasyonelleşmiştir ve teknikleşmiştir, bu rasyonelleşme bireyin özel hayatına kadar tek tek inecektir ve bireyin öznellik yönü yok olacaktır. İşte bireyin öznellik yönünü yok edip onu toplumsallaştıracak olanda kültürel ürünlerdir. Kültürel ürünler kapitalizmin meta fetişizmi kavramıyla bağıntılı okumaya tabi tutulabilir.
İnsanlar kendi ürettikleri endütriyel ürünlerin yani aslında ‘şey’lerin esiri haline gelmektedirler. Şeyleşme, günümüzün kültürel ortamının en belirgin özelliğidir. Medya endüstrisinin ürünleri de benzer bir şeyleştirmenin öznesi konumundadır. “Gelenekten kopuş, geleneğe ilişkin düşünce ve yaşam biçimlerinden kopuştur; insanın kendini ve çevresindeki doğayı tanımlamak, anlamak için kullandığı referans noktasını değiştirmesidir. Bu durumda, yeni düşünce yeni bir yöntemle çevresini anlamaya çalışacak; gerçekliği yeniden kuracak bilgiye kaynaklık edecek temel bir doğrunun peşine düşecektir (Aygün Cengiz: 2009: 23).” Alıntılanan noktaya dikkat çekmemiz gerekmektedir, Aygün Cengiz’in belirttiği “gelenekten kopuş” burada önemli bir kesişim noktası olarak belirir ve aydınlanmanın aslında öncülü Rönesans ve Reformasyon gibi bir kavramsal-karşıtlık olarak karşımıza çıktığını görürüz, bunun kültür eleştirisindeki paradigması şu kavramla açıklanabilir: Kültürel-kopuş-diyalektiği. Hegel’in idealist diyalektiğinin Marx tarafından tekrardan yorumlanıp materyalist bir yönteme indirgenmesi burada önemlidir. Kültürler yaratılan/yaratılmış anlamlar içerisinde en çok değişkenlik gösteren noktalardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır, insanlar sürekli değişirler veya değişmezler işte bunlardan ikisi de aslında kökeninde bir diyalektiğe yol açar. Önümüzde X kültürü olduğunu varsayalım, X kültürünün içerisinde bulunan bireylerden bazıları değişimi psiko-sosyal açıdan istemektedir, bazıları ise istememektedir. İstemeyenleri Z, değişimcileri de A olarak ele alırsak buradan şu sonuç çıkmaktadır: Aslında X geleneksel açıdan bakılırsa Z’nin oluşum alanında kendisini gösterir fakat tarihsel metazorinin ölçüsünde X eninde sonunda A’ya gitmek durumundadır. İşte Aydınlanma aslında bugün böyle bir konuma geldi, insanlık tarihinin ilerlemesine göz attığımızda “akıl” kavramı çok ön plandadır fakat göz ardı edilmemesi gereken bir nokta olarak “bilimcilik-teknikçilik” son zamanlarda öncülü pozitivizmle beraber sert eleştirilere tabi tutuldu. O zaman Aydınlanmanın özünde yatan “akıl” kavramı burada Z, onun gelişimi A olarak ele alınabilir. Özetle: Akılsallık bir maddiyat olarak görünse bile metafizik ölçüleri de içermektedir, tarihin zorunlu bir modası olarak her ölçü veya yaratılan anlamlar eninde sonunda yalıtılıp metafiziksel imgeleme dönüşürler. Akıl bir kavramdır fakat katı bir kavramdır onun için Z’ye uygundur, işte akılın gelişimi tarihsel metazorinin ölçüsünde X’e gelmiştir.
5. Jürgen Habermas’ın Eleştirel Teoriye Katkıları
Habermas’ın yapmış olduğu çalışmaların tek bir çatı altında toplandığı ortak nokta iletişimsel eylem kuramı diye özetlenebilir. İletişimsel eylem Habermas’a göre genel olarak yaşam alanının sembolik yeniden üretimini ve özel olarak da toplumun bütünleşmesini sağlamayı amaçlamaktadır. Rasyonelleşmenin artması yaşam alanının yapısal unsurları olan kültür, toplum ve bireyin birbirlerinden kopmasına neden olur iletişimsel eylemin hedefi olan uzlaşmayı negatif etkiler. Habermas, toplumu yaşama evreni olarak ele alır ve toplumla ilgili üç öncülden bahseder; bunlardan birincisi toplumun özgürlüğü, ikincisi kültürün bağımsızlığı ve üçüncüsü de iletişimin saydamlığıdır. Toplumun özgürlüğü derken Habermas aktörler olarak bireyleri sorumluluk sahibi iletişim tarafları olarak görür. Sorumluluk sahibi olmak ise, eleştirilebilir geçerlilik iddialarına yönelebilmek demektir. Kültürün bağımsızlığından kastı kültürün dış baskılardan özgürlüğünü/bağımsızlığını kastediyor. İletişimsel eylemde bulunan insanlar açısından, kültürelliğin arkasına yabancı hiçbir otorite gizlenemez. Yaşama alanı eylem durumunda, arkasına geçilemez bir ufuk oluşturur. İletişimin saydamlığı iletişimde olan bireylerin anlaşma olanakları ile ilgilidir. Habermas’a göre yaşam alanı oldukça rasyonelleşmiştir ve teknikleşmiştir. Habermas’a göre nesneleşme yaşam alanının yok edilmesi/ele geçirilmesi modern toplumlara özgü bir durumdur. Geleneksel toplumlarda yaşam alanı ile sistem arasında bir kopma ve ayırım söz konusu değildir. Bu tür toplumlarda sosyal hayatın tüm alanları doğumdan ölüme, çalışmadan dinlenmeye, üretimden sosyalleşmeye ve gelenek temsiline kadar aynı sosyal yapı içerisinde şekillenir. İşte burada Habermas kültür açısından ilkel insanları örnek gösterir ve onların toplumunda aşırı teknikleşme ve rasyoneleşmenin olmadığını söyler. Kültür eleştirisi açısından Habermas burada modern toplumun/çağın egemen kültürü olan pragmatizmi eleştirerek kültür eleştirisine katkı yapar.
6. SONUÇ
Kültür, günümüzde evrim geçirmiş ve sosyolojik paradigmalardan biri haline gelmiştir. Tanımındaki zorluk, onun tarihsel ve gelişimsel karmaşıklığını da yansıtır. Avrupa tarihine baktığımızda, kültürel gelişim genellikle büyük bilimsel, düşünsel ve teknolojik atılımlarla ilişkilendirilir; Rönesans, Reformasyon ve Aydınlanma bu süreçlerin ana örnekleridir. Bu atılımlar, akıl ve bilim gibi maddi kavramların ön planda olduğu dönemlerdir. Ancak, eleştirel teori geleneği bu süreçlerin her şeyin teknikleşmesini ve meta fetişizmini beraberinde getirdiğini öne sürer. Bu teorilere göre, I. ve II. Dünya Savaşları ve sanayi gücü olan Sovyetler Birliği ve Nazi Almanyası'nın yıkım güçleri, “ilerleme, teknik ve bilim” kavramlarının sınırlamalarını gözler önüne sermiştir. Frankfurt Okulu, kültür eleştirisi yoluyla sosyolojik yapıların kırılganlığını vurgular ve Aydınlanma'nın “akılsallık” kavramını sorgular.
Kültür, insanlık tarihini anlamada temel bir rol oynar ve kültürel süreçler, ideolojik yapılanmalar altında yatar. Frankfurt Okulu, kültürün metalaştırılması ve kültür emperyalizmi aracılığıyla yok edilmesini eleştirir. Aydınlanma kültürünün teknikleşme ve bilimselleşme süreci tarihsel olarak umut verici sonuçlar vermemiştir. Interdisipliner çalışmalar, kültür kavramını yeniden sorgulayarak, ilerletecek ve yeniden yapılandıracaktır.[1], [1], [2], [3], [4], [1], [2], [3], [4], [5], [6], [7], [8], [9], [10], [11], [12], [13], [14], [15], [16], [17], [18], [19], [20], [21], [22], [23]
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- ^ a b c Terry Eagleton. (2019). Kültür. ISBN: 9789750741050. Yayınevi: Can Yayınları. sf: 152.
- ^ a b Terry Eagleton. (2022). Kültür Yorumları. ISBN: 978-9755394466. Yayınevi: Ayrıntı Yayınları. sf: 176.
- ^ a b T. B. Bottomore. (2022). Frankfurt Okulu Ve Eleştirisi. ISBN: 9786050202991. Yayınevi: Say Yayınları. sf: 128.
- ^ a b Ahmet Cevizci. (2010). Felsefe Tarihi. ISBN: 9789754688337. Yayınevi: Say Yayınları. sf: 1344.
- ^ S. A. Cengiz. Modernizm,Otomobil Kulturu Ve Reklam. ISBN: 9789756361801.
- ^ Ş. Mardin. (2009). İdeoloji. ISBN: 9789754702781. Yayınevi: İletişim Yayınları.
- ^ S. Kızılçelik. Frankfurt Okulu. ISBN: 9786051708553.
- ^ A. Kenny. Modern Dünyada Felsefe Bati Felsefesinin Yeni Tarihi 4 Cilt. ISBN: 9786057646699.
- ^ J. G. Finlayson. (2007). Habermas. ISBN: 9789752983229. Yayınevi: Dost Kitabevi Yayınları.
- ^ J. Habermas. (2019). İletişimsel Eylem Kuramı. ISBN: 9786051719689. Yayınevi: Alfa Yayınları.
- ^ K. Marx. Grundrisse; Ekonomi Politigin Elestirisi Icin Ön Calisma. ISBN: 9789750523458.
- ^ M. Horkheimer. (2013). Akıl Tutulması. ISBN: 9789753421898. Yayınevi: Metis Yayıncılık.
- ^ T. W. Adorno. (2014). Aydınlanmanın Diyalektiği. ISBN: 9786055272630. Yayınevi: Kabalcı Yayınevi.
- ^ M. Jay. (2014). Diyalektik İmgelem. ISBN: 9789755399454. Yayınevi: Ayrıntı Yayınları.
- ^ T. W. Adorno. (2006). Eleştiri: Toplum Üzerine Yazılar. ISBN: 9789753443609. Yayınevi: Belge Yayınları.
- ^ R. Behrens. (2011). Adorno Sözlüğü. ISBN: 9786055691349. Yayınevi: Versus Yayınları.
- ^ B. Russell. (2016). Batı Felsefesi Tarihi 1: İlkçağ Felsefesi. Yayınevi: Alfa Yayınları.
- ^ K. Gülenç. (2015). Frankfurt Okulu - Eleştiri, Toplum Ve Bilim. ISBN: 9786053140092. Yayınevi: Ayrıntı Yayınları.
- ^ A. Swingewood. (2010). Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi. ISBN: 9786051030838. Yayınevi: Agora Kitaplığı.
- ^ Q. Skinner. (2015). Çağdaş Temel Kuramlar. ISBN: 9789750512445. Yayınevi: İletişim Yayıncılık.
- ^ B. F. Dellaloğlu. Frankfurt Okulu'nda Sanat Ve Toplum. Yayınevi: Say Yayınları.
- ^ Erdal CENGİZ. (Dergi Yazısı, 2010). Popüler Kültür Ve Sanat. Not: : Folklor/Edebiyat Dergisi, Cilt 16, Sayı 64.
- ^ Zafer Durdu. (2006). Frankfurt Okulu’nun Sosyal Bilim Anlayışı. Sosyoloji Dergisi. | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 20/05/2025 08:12:32 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/18685
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.