Bir inşaatçının gözünden deprem
TOPRAĞA GÜVEN

- Blog Yazısı
İlk deprem yaşadığımda henüz inşaatla hiç ilgim yoktu. 1996 Adana depreminde henüz lise öğrencisiydim. Ev eşyalarının raflardan savrulduklarını, kırılma seslerini, ayağımın altından gelen uğultu sesini, yan binanın yıkılırken çıkarttığı gümbürtüyü hatırlıyorum. İlk duyduğum his, yer kabuğuna ne kadar çok güvendiğimdi. Dünyaya ilk geldiğimizden beridir ayağımızın altında sabit durduğuna emin olduğumuz toprağın, güvenimizi fütursuzca hiçe sayarak hareket etmesi dehşete kapılmama sebep olmuştu.
Asıl korkuyu herkes gibi depremin sonuçlarını gördükten sonra yaşayacaktım. Aklımda ilk anda insanların “ölümden de depremden de korkmuyorum” tepkisi kaldı. Ancak çevrede kısmen de olsa yıkılmış binaları, televizyon ve radyodaki haberleri gördükten sonra işin ciddiyetini fark ettikleri zaman, işte gerçek korkuyu yaşadıkları an oluyordu.
Artık tecrübeli bir mühendisken yaşadım ikinci dalgayı. 6 Şubat’ta Mersin’deydim. Maraş’tan ve Hatay’dan selam çaktı eski dost. Yerin ne kadar güvenilmez olduğunu unutmuştuk, tekrar hatırlattı.
Tecrübeli mühendis Cem’in duydukları liseli Cem’den farklıydı ama. Bu sefer kolonlardaki çatırtıları, yerden gelen uğultunun yönünü kestirmeye çalışıyordum. Döşemenin ne kadar dayanacağını aklımdan hesaplamaya çalışıyordum panikle. Ölüm bir şey değildi de, moloz altında kalıp, sıkıştığım yerden günlerce kurtarılmayı beklemek asıl korkuydu. Artık biliyordum riskleri, 96 senesinde yaptığımız o ölümden korkmuyorum raconu kesmezdi!
Liseli Cem depremden hemen sonra dışarıya çıkıp yardıma ihtiyacı olan var mı, çevrede ne oldu diye koştururken, Mühendis olan hemen bilgisayar başına geçip aslında ne oldu diye araştırdı. Taa Kahramanmaraş’tan Mersin’e bu kadar şiddetle gelen deprem atımlarının, Maraş’ı nasıl yıktığını, hatta çevre illerde de neler olduğunu anlamak için dahi olmaya gerek yoktu.
Gene de sosyal ve asosyal yandaş medyadan duyup gördüklerimiz tasavvur edebileceğimden fazlaydı. Bir milletin ve devletin nasıl aciz kaldığını ibretle izledi dünya. Molozların arasından sevdiklerini çıkartmaya çalışırken babalar ve oğullar, çadır satıp sosyal medyayı kapatmakla meşguldüler!
Eminim ki her bir meslektaşım, o dönem geçmişini düşündü. Hepimiz geçmişte yaptıklarımızı kafamızda kontrol ettik. Benim aklıma döktüğüm her metreküp beton, bağlanılan her çubuk demir, çizilen her bir çizginin detayı tek tek geldi, hepsi gözden bir kere daha geçirildi. Bu kadar hassas bir işi yaparken ne yaparsan yap, mutlaka bir yerde bir hata yapmış olmalıydık ama, o hataların bu kadar acı sonuçları olabileceğini ilk defa cep telefonlarımızdan canlı izledik. Hiçbir meslektaşım betona eskisi gibi bakmayacaktı artık. Detay çizerken, tasarım yaparken eskisi gibi olmayacaktı. O simsiyah Autocad ekranı, asla eskisi kadar güzel görünmeyecekti. Hepimiz vicdanımızı sorguladık.
Bizi sorgulayan sadece kendi vicdanımız da olmayacaktı, savcılar da depremin hemen ardından yüzlerce meslektaşımı gözaltına aldılar. Bazıları tutuklandı. Bir mühendis savunmasında bütün gerçeği balyoz gibi kafamıza vurdu:
-“yürürlükteki deprem yönetmeliği 7,0 rihter ölçeğinde deprem kuvvetine göre tasarım yapmamızı söylüyor. Biz de ona göre yaptık. Olan deprem 7,8 oldu. Bu şiddette yapıların yıkılmaması normal değil!”
Bir ön bilgi vereyim; Rihter ölçeği logaritmik artar. Yani 7 ve 7,8 şiddetler arasındaki enerji farkı 13,5 kattır! Bizim hesabımızdan 13 kat daha şiddetli oldu deprem.
Tabi ki meslektaşlar sırayla salıverildi. Ama kimse müteahhitlerin kâr hırsıyla şantiye şeflerine yaptıkları baskıyı konuşmadı. Vicdanı ve cüzdanı arasında kalan mühendisler, yıllarca işsiz kaldı. Pırıl pırıl mühendisler yıllarca garsonluk, kuryelik gibi işlerde çalıştılar. Oysa deprem ülkesi memleketimde mühendislik bilimine bu kadar ihtiyaç varken!
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Her şehre bir üniversite açtılar, her üniversiteye inşaat mühendisliği fakültesi kurdular. Yoldan çevirdikleri ustabaşını fakültelere öğretim görevlisi yaptılar. Sonra mühendisleri tutukladılar!
Hadi konutlar için tasarım esasları 7,0 ölçeğine göreydi, ya birinci önemdeki kamu yapıları neden yıkıldı? Okullar, hastaneler, askeri yapılar, alt yapı tesisleri… Onların tasarım esasları 9,0’a göre yapılmalıydı, ama gördük ki yapılmamış. Bu şiddete hepsi boyun eğdi.
Ben ayağımın altındaki toprağa bile güvenmemeyi daha 17 yaşında öğrendim. Tasarımcı değilim ama, şantiyede uygun olmayan tasarımı görebilirim. Her şantiyeci de görür, bu bana özgü bir özellik değildir. Şundan eminim ki, inşaat işinin hangi biriminde çalışırsa çalışsın, 6 Şubat depreminden sonra meslektaşlarım değil elini vicdanına koymak, komple kollarını göğüslerine soktular! Sadece Mersin’de bile hasar tespitte çalışmak için gönüllü olan meslektaşlarım şehri boşalttılar. Üstelik Mersin’de de bir çok hasarlı bina vardı, gene de sırf siyasi sebeplerden Mersin afet bölgesi ilan edilmedi.
O dönem kapı kapı, bina bina gezdim. Korkan vatandaşa bilgi verdim. Kimisi yapıları için performans raporu istedi, üşenmedim hazırladım. Gördüm ki, depremden önce alınması gereken o kadar çok önlem var ki, saymakla bitiremem.
Kimse korozyon etkisi konusunda fikir sahibi değildi. Tuzlu suyun, sıcak havanın, ya da hatalı tasarımın binalarına neler yapabileceğini düşünmüyordu. Canlarını sadece deprem alır zannediyorlardı. Yanlış kullanılan yapı malzemesinin onları kanser edeceğini bilmiyorlardı meselâ. Bodrum katlarında pahalı diye yapmadıkları izolasyonun yokluğu yüzünden, sadece bir kütle kum taşının üzerinde 17 katta yaşadıklarını da! Fayanslarının, ya da mutfak tezgahlarının kalitesinden ödün vermezlerdi ama, bir mühendise 3 kuruş verip satın aldıkları binanın statik raporunu inceletmezlerdi.
Çevre ve şehircilik müdürlüğünün “hasar tespit” eğitiminde sadece deprem hasarlarını incelememiz söylendi. Deprem sebebi olmayan hasarlar hasarsız sayıldı. Bununla beraber, bazı meslektaşlarım ağır hasarlı yapılara hasarsız raporu verdi. Bazı binalarda hasarlı olduğu halde hasarları deprem kaynaklı olmadığı için hasarsız kabul edildi. Kentsel dönüşüm kapsamına bile alınmadı.
Belli ki, 6 Şubat’ta vicdanı sızlayan sadece meslektaşlarım ve depremzedeler vardık. Yalnız kaldık. Bize yapmamız söyleneni sorgulamadan, sonucunun ne olacağını bile düşünmeden yaptık. Sadece itibarsızlaştırılmış mesleğimizi yapmaya devam etmek için yaptık. Alternatifi kuryelikti çünkü.
Vatandaşın da mesleğe ve meslektaşa saygıları bambaşkaydı! Hiç ihtiyacı olmadığı halde binasına röntgen çekmemi isteyen, karot zararlı diye benimle kavga eden, verdiğim raporları beğenmeyen bir sürü vatandaş oldu. Oysa doktorları demeden ilaç bile almazlardı. Konu mühendis olunca, herkesin bir fikri vardı her nasılsa!
Televizyonlardan ve sosyal medyadan ahkam kesip, sağlam yapı nasıl olmalı diye yüksek perdeden konuşan jeologlar kadar bilgiliydiler ancak! Yer kabuğunu inceleyen bir bilim insanının, kendi branşı dışında konuşması, ve sırf reyting veya tıklanma sayısı için bu ukalalığı yapması da, mühendisliğin başka branşlarında da etik sorunu olduğunu doğruluyor.
Bu ülkenin üniversitelerinde mesleki etik dersi neden yok diye düşündürüyor insana! Oysa Rusya’da sınıf geçmek için geçer not almanın mecburi olduğu dersti etik dersi.
Bir soru daha kafamda dönüp duruyor, bütün bu yıkım, bu fakirlik, bu ukalalık içerisinde… Bu ülkenin insanının neden kıymeti yok? Bütün bu “ben her şeyi biliyorum” ispata çabası o kıymeti bulma arayışından olabilir mi?
Artık hiçbir çizgi, sadece çizgi değildir benim için.
Hiçbir kolon sadece yük taşımaz. Hiçbir döşeme yalnızca beton değildir.

Çünkü ben, ayağımın altındaki toprağın bile güvenilir olmadığını bilen biriyim artık.
Çünkü ben, gözümün önünde göçen hayatların vicdan muhasebesini yapan bir mühendisim.
Ve ben, 2+2’nin dört ettiğini bilen, ama bu ülkenin siyasetinin ona “beş de” dediği her yerde işsiz kalanlardanım.
Ama eğilmedim.
Beton dökerken titreyen ellerim vardı ama, ruhum eğilmedi.
Enkaz altından çıkan cesetlerin, geceleri uykumu kaçırdığı zamanlar oldu…
Ama hiçbir raporumu yalanlamadım, hiçbir çizgimi eğip bükmedim.
Çünkü biliyorum…
Bu ülkede bazı insanlar yalnızca mezarlarıyla haklı çıkar.
Ve bu yazı, ne bir ağıt,
ne de bir isyan.
Bu yazı;
"Tesadüfen Yaşamıyorsun Cem"
diyen iç sesin bir yankısıdır.
Çünkü bu topraklarda mühendis olmak, bir meslek değil, bir mücadeledir.
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 17/05/2025 08:18:29 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/20624
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.