ARSEL’İN KUR’AN’IN ELEŞTİRİSİ’NE CEVAP
İLHAN ARSEL NE DEMİŞTİ?

- Blog Yazısı
ARSEL’İN KUR’AN’IN ELEŞTİRİSİ’NE CEVAP
İlhan Arsel’in Kur’an’ı eleştirmeye gayret ettiği bu çabasına uzun zamandır cevap yazmak istedim ama hep üşendim. İslam'a karıştırılmaya çalışılan hurafe rivayetleri kaynak alan, ayet meallerini bağlamından cımbızla kopararak anlamsızlaştıran, ayetleri yanlış meallendiren, Kur'an'daki sözcüklerin semantik değerinden habersiz dini ve ilmi hiçbir değeri olmayan ve yıllardır cevaplamaya bile üşendiğim saçma sapan bir kitap olduğu için bu günlere ertelendi. Kıymetli zamanımı kitabın tamamına ayırsam değmeyecek; sadece çelişki yakaladığını zannettiği yerlere temas etsem bu sefer de temas etmediğim yerleri cevaplayamadığımız sanılacak. Hele bir başlayalım bakalım… Kesinlikle önyargısızca diyorum ki: Bilakis "bilenler için" Kur'an çelişkisiz tek Kitabtır! Zaten İlhan Arsel Türkçe meal almış onu eleştirmiş ve ama Kuran’ı meal sanacak kadar İslam’dan habersiz biri…
Kitap daha başlarken duvara tosluyor. Şu ayet mealini almış: “Rabbinin sözü/kelamı (Kur’an), doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. Onun sözlerini değiştirebilecek kimse yoktur...” (Enam, 115). Sonra da sanki bu doğru değilmiş ama daha doğru bir ifade yakalamış gibi Atatürk’ün “Zaman süratle ilerliyor. Milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişmesini inkâr etmek olur...” sözünü peşinden getiriyor. Bu ifadelerden ikisi de birbiriyle alakasız olmakla birlikte doğrudur. Ayet ile Atatürk’ü karşı karşıya getirmek gibi girişimler Müslümanlara Atatürk’ü ve Atatürkçülere Müslümanlığı soğutma çabalarıdır. (Atatürk’ün babasının köylüsü bir babanın oğlu olarak) ne bana Atatürk’ü, (uydurulan değil duyurulan dinin mensubu olarak) ne de bana İslam’ı anlatabilirler…
Atatürk ve bizim gibi beşeriyet için değişim esastır. Fakat Allah indirdiği Kitabında söyleyeceklerini artık söylediğini ve kılavuz olması bakımından bize yeteceğini söylüyor. Önceki kitaplar gibi korunmasız kalmayacağını söylerken biz biliyoruz ki hafızlık müessesesi son Nebiden beri var ve bu durum Kur’an’ın korunmasında çok önemlidir. Elbette Ortaçağın şartlarında yazılanların daha kolay çoğaltılabilmelerinin de rolü var. Fakat önceki kitaplar ilkçağın içinde ve ortaçağın başında olmanın zaafının da kurbanıydılar. Yani bu ayette deniliyor ki önceki kitapların başına gelen son kitabın başına gelmeyecek; korunacak... Siz İslam’a zarar vermek isteseniz ve başka Kur’an’lar yazmaya cüret etseniz bile fevc fevc yayılmakta olan hafız orduları buna izin vermeyecektir. Zira dünyanın bir ucundan diğer ucuna tüm hafızlar aynı ezbere sahiptirler. Demek ki kastedilen değişimsizlik zamanın şartlarıyla ilgili değildir. Bu ayette Allah vaadi doğruluk ve adaletle yerine getirdiğini ve onun vaatlerinin gerçekleşmesini engelleyebilecek hiçbir gücün olmadığını buyuruyor. İlhan Arsel’in yanıldığı konuda şöyle bir ayet var: “Ve eğer arzda bulunan ağaçlar kalem olsaydı ve denizler (mürekkep olsaydı) ve ondan sonra, onun yedi katı daha deniz eklenseydi, Allah’ın kelimeleri tükenmezdi…” (Lokman, 27). Yani ayetin bizim için tamamlanması, tükendiğinden ötürü değildir. Akarsudan sana yetecek kadar su aldığın zaman akarsu kurumaz. Hal böyleyken ne alakası var zamanın değişimiyle? Hayatta gerçekleşen değişimi Kur’an inkâr etmiyor; hatta Kur’an’da çok yerde değişim vurguları göze çarpar. Mesela A’la suresinde 2-5 arası: “O ki yarattı sonra düzenledi ve O ki bir ölçü tayin etti, sonra da hidayetledi, ve O ki yerden yeşillikler çıkardı, sonra da onu siyah atık haline getirdi…” Hayatta değişim elbette söz konusudur; ama bu Kur’an’ın da değişmesini gerektirmez.
Arsel “Giriş” bölümünde “Her ne kadar Kur’an’ın “insan” denilen varlığı yücelttiğini, insan aklına değer verdiğini söylerlerse de, Kur’an’da verilerin çekimine kapılarak, insanı, “akıl” rehberliğiyle iş görebilecek ve kendi başına İslamı öğrenebilecek yeterlilikte saymazlar. Gerçekten de Kur’an’ın “insan” hakkındaki değerlemesi, her bakımdan pek olumsuzdur. Çünkü bir kere Kur’an’da, insanın en bayağı ve aşağılık malzemeyle yaratıldığına dair hükümler vardır” der. Bu ikisinin birbiriyle alakası yoktur. Allah insanı bazı bakımlardan över. Mesela insan aklını işlettiğinde övülür. Yoksa Arsel insan aklını işletmediğinde de mi övülmesini bekliyordu? İnsan şımardığında elbette bayağı olması hatırlatılacaktı. Ateistler örnek bir bilim adamı ile cahil birini ayıramıyorlar mı? Ne var bunda? İnsanın övüleceği durumlar da yerileceği durumlar da elbette söz konusu olabilir. Eğer iyiler yeriliyorsa ve kötüler övülüyorsa ancak o zaman laf etmeye hakkınız olabilir. Siz önce derdinizi belirleyin… Bayağılık dediği konu şımarmayalım haddimizi bilelim diye söyleniyor. Evrime inandığınızda bayağı olmuyor musunuz? Neden o zaman evrimi/bilimi karşınıza almıyorsunuz. Çünkü evrim bilimi insanın nurdan/ışıktan yaratıldığını söylemiyor…
Eleştirmeye devam etmeli miyim diye düşünmeme ve üşenmeme neden olan şöyle bir ifade kullanıyor Arsel: “Kur’an’dan anladığımıza göre, Tanrı, insanı öylesine aşağılık bir malzemeyle yaratmıştır ki, şeytanların başı olan iblis, kendisinin “alevli ateş” gibi asil ve üstün bir malzemeyle yaratıldığını öne sürerek, Adem’e secde etmekten kaçınmış ve Tanrı’ya kafa tutarcasına şöyle demiştir: “Ben ondan (insandan) daha üstünüm. Çünkü, beni ateşten yarattın, onuysa çamurdan yarattın” (Araf Suresi, ayet 12).” Yahu Allah çamurdan derken “hâsiîne” (berbat), “sagârun” (küçük düşürülme) ya da “zillet” (aşağılık) gibi soyut bir ifade kullanmıyor. “Çamur” ya da “toprak” demesi somut bir ifadedir ve neyden yaratıldığıyla ilgilidir. Bunları birbirine karıştırıyor. Ayeti doğru anlamak için bir önceki ayetten almamız gerekiyor. “Ve andolsun ki; sizi biz yarattık. Sonra size suret verdik. Sonra meleklere: “Âdem’e secde edin” dedik. İblis dışında secde ettiler. O secde edenlerden olmadı.” Burada anlaşılıyor ki: Sizi önce topraktan yani ilkel halde yarattık, milyonlarca yıl sonra son şekli verdik. Hani şu çok sevdiğiniz evrim bilimin de dediği şey… İnsan aklını yeterince kullanır hale gelince çevresinde onun kullanabileceği her şey, tüm eşyalar ona hizmet etti; taş, kemik, ateş, mağara, ağaç, bitki ve sair ona boyun eğdi; yani onun tarafından kullanılır oldu. Allah Âdem’i halife seçtiği için Âdem o dönemin ilkel ilahi kurallarını vahyetti. Ne demiş olabilir? Adam öldürme, başkasının malını çalma gibi... Eşyaların ona boyun eğmesi gibi, kişiler de onun söylediklerini kabul ederlerken İblis buna karşı çıkarak ilkel ve hayvani geleneğin devamını istedi. Onun çevresine getireceği asayişe asi oldu. Kur’an okunurken ilk çağın başı da okunmalıdır ve ilkçağın en başları ancak böyle okunabilir. Şeytan da öyle mitolojik bir varlık değil. Şeytani tarafımızı anlayalım diye onu konuşturuyor… Ama anlamak için Kuran’ı anlayarak okumak gerekiyor...
Sonraki ayete gelelim: “(Allah) şöyle buyurdu: “Sana emrettiğim zaman seni secde etmekten men eden nedir?” İblis: “Ben ondan hayırlıyım, beni ateşten ve onu nemli topraktan yarattın” dedi.” Allah kötü kişileri temsil eden İblis’e Âdem’e niçin boyun eğmediğini neden soruyor? Bunu kendisi de biliyor. Demek ki bu meseldir; kıssa değil. Yani aynıyla yaşanmış bir olay değil, yaşanan olayı yansıtan bir misal. Bu üslup Kur’an’ın genelinde görülür. Neden ondan hayırlı? “Beni ateşten (nâr) ve onu nemli topraktan yarattın” diyor. Yani ben ateş tabiatlıyım; hareketim, onun gibi pasif, sönük, toprak tabiatım yok. Karanlığı ben aydınlatıyorum o değil. Etrafımda sıcak bir etki bırakıyorum. Karanlıkta onun bir katkısı yok. Benim söylediğim gerçek. Bugün vahiy diye acayip tekliflerle gelerek şekilden şekle giren bu çamurun dedikleri değil. Yani insanın fevri tarafını konuşturuyor. Bildiğiniz anlamda karşılıklı bir konuşma değil. Böylece bu misallendirmeden anlıyoruz ki insanoğlunun itaat eden ve şekillenebilen iyi tarafı olduğu gibi asi olan ve asi olduğu halde hala kendini hayırlı gören kötü bir tarafı da var. Allah kötü tarafımızı misalen konuşturarak aslında bizi bize anlatıyor. Kötü kişiler ve kötü yönümüz “ben iradesiz bir eşya gibi itaat etmem” diyor; zarar verirken bile hayırlı olduğunu sanıyor.
Not: Cevap yazımda inanılmaz derecede sıkılıyorum. Madem kendisi uzun uzun yazarken sıkılmamış, zorlayalım bakalım. Gittiği yere kadar yazalım… Bakalım daha neler saçmalanmış… Kedi uzanamadığı arşa mundar demiş…
Ayrıca Arsel’in kullandığı “şeytanların başı olan İblis” ifadesi de Kur’an’da geçen bir ifade değildir ve bunu kendisi de bilmemekte ama Kur’an eleştirisine soyunmaktadır.
“Bunun yanında bir de Tanrı’nın insanı hor ve aşağı görüp, küçümsediğini bildiren ayetler var Kur’an’da” diyerek, “Bu aşağılamalar, insanın, nankör, güçsüz, ivecen, cimri, tartışmacı ya da benzeri nitelikteki yönleriyle ilgilidir!” şeklinde devam etmektedir. Yahu sen kendinle çelişiyor Kur’an’da çelişki arıyorsun; işte Kur’an’ı eleştiriye kalkmanın bir insanı nasıl gülünç duruma sokacağına sana bakarak şahit oluyoruz. Kendi kullandığı ifadelerde bile nankör, cimri gibi sözcükler geçiyor; o zaman bu özellikteki insanları takdir etmeyeceğine göre bari bu kelimeleri kullanma. Sen oraya nankör, cimri yazınca asıl sen hakaret etmiş oluyorsun. Mademki hor görmeyelim diye nanköre nankör ve cimriye cimri demeyeceğiz o zaman bu kelimeleri sen de kullanma ya da ne bileyim bu kelimeleri hor görmeden kullan bakalım o nasıl olacak, becerebilecek misin... “Yiğit nankörler” de, “aslan cimriler” de… Yok, eğer bu methiyeler bu vasıftakilere yakışmayacaksa bil ki herkes hak ettiğini kendi kuşanır. Bir adam vatanını satar hain olur ve hor görülmeyi hak eder mesela... Ayrıca Allah insanı ya da insanlığı değil karaktersizliği, şerefsizliği, cimriliği, nankörlüğü kötülüyor; adaleti, cömertliği, ana-babaya saygıyı, yetimlere sahiplenmeyi övüyor. “Güçsüz”ü hangi ayette hor ve aşağı görmüş? Arapçasına bak bakalım… Arabcası yok bakamaz, yöntemi yok Arabcası olsa gerçeği göremez... “İvecen” ya da “tartışmacı” olmayı da hakir görmemiştir; sadece böyle özellikte insanların varlığına da dikkat çekerek nasıl olmamız gerektiğini söylemiştir. Bunda ne var?..
“Örneğin, Tanrı’nın, yeminler ederek şöyle konuştuğu yazılıdır: “...andolsun ki, insan, pek ve açık bir nankördür.” “Kahrolası insan ne de nankördür...” (Zuhruf Suresi, ayet 15; Abese Suresi, ayet 17-23; İsra Suresi, ayet 67).” Arsel cımbızla “…andolsun ki, insan, pek ve açık bir nankördür” şeklinde ayetinin yarısını alınca ifade acayip duruyor. Ama bu ayetin tamamına bakınca şöyle: “Ve Ona, kullarından bir kısmını isnad ettiler; muhakkak ki insan mutlaka apaçık inkâr edicidir.” Demek ki kastedilen insanlar içinde isnad edici olanlardır. Neye isnad? Ayetin devamı söylüyor: “Yoksa O, yarattıklarından kızları kendisine seçti ve oğlanları size mi ayırdı? Onlardan birisi, Rahmân’a isnad ettikleri (kız çocuğu) ile müjdelendiği zaman hiddetlenerek, yüzü gölgelenir ve kararır. Ziynet için yetiştirilen ve mücâdeleye gücü yetmeyeni mi (Allah’a isnad ediyorlar)? Ve Rahmân’ın kulları olan melekleri, dişi saydılar. Onların yaratılışına şahit mi oldular? Onların şahadetleri yazılacak ve sorgulanacaklar…” Şu halde Allah’ın isnad edici dediği inkâr edenlerdir. Öyleyse nanköre elbette inkârcı denilecektir; “nankör” ve “inkâr” aynı kökten gelmektedir; ne-ke-re...
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Abese suresini de kaynak vermiş ama orada da durum böyledir. İnsanın kendini mahvettiğini (Abese, 17) oysa nasıl yaratıldığına (Abese, 18-19) ve ölçülendirildiğine (Abese, 19) bir baksa yolunu nasıl kolaylaştırdığını (Abese, 20) göreceğini söylüyor. Hakaret etmiyor; aksine insanın kendine yazık etmesini istemiyor. İsra suresinde de insanın denizde bir tehlikeyle karşılaştığında putların insanı yüzüstü bıraktığını ama sağ salim karaya çıkıp kurtulduklarında hemen asıl kurtarıcı olan Allah’ı unuttuklarını söyledikten sonra böyle insanlara nankör diyor. Diyecek tabi. Kişi yetimi iter kakar fakir fukaraya cömert olmazsa “cimri” adını almayı kendisi hak eder ve Allah da ona “cimri” der; ama Arsel gibiler de bunu hakaret kabul eder. Hakaret olmasın diye Arsel gibiler zalimi, cimriyi, nankörü beğeneceği isimlerle çağırsınlar o zaman…
Arsel, “İnsan, kuşkusuz, tutkusuna düşkün, dayanıksız yaratıldı...” (Mearic, 19-21), “...İnsan güçsüz yaratılmıştır...” (Nisa, 28), “...İnsan ivecen (aceleci) yaratılmıştır...” (Enbiya, 37), “...Zaten insan pek cimridir...” (İsra, 100) ve “...İnsanın en çak yaptığı şey, tartışmadır...” (Kehf, 54-56) gibi ayet meallerini misal veriyor. Tek tek cevap verelim: Mearic suresindeki ayette aslında deniliyor ki, “…insan tatminsiz bir tabiata sahiptir…” (Mearic, 19). Yani yaratılışımızdan kastedilen tabiatımızdır. Niçin sabırsız ve tamahkâr deniliyor olduğu bir sonraki ayetten anlaşılıyor: “Kendisine bir şer dokununca feryat edicidir.” Nisa suresindeki ayeti yarısından kesip kopararak insanın sadece zayıf yaratıldığı kısmını almış ama tamamında deniliyor ki, “Allah yüklerinizi hafifletmek ister; zira insan zayıf yaratılmıştır” (Nisa, 28). Böylece Allah’ın bize yardım etmek istediğini de dikkate almalıyız. Tabiatımızda bu zayıflık olmasa hiç hata yapmayız; o zaman da beşer ya da kul gibi değil (hâşâ!) Tanrı gibi oluruz. Bu olamayacağına göre zayıf/kıvamında yaratılacağız ve hataya daima meyyal olacağız ama aklımızı, irademizi ve sabrımızı kullanarak daha az hata yapıp aynı hatayı bir daha yapmamaya çalışacağız ki bu elimizde... Böylece sınava uygun bir kıvam söz konusu olacak. Enbiya suresindeki ayette, “İnsan tez canlı bir yaratıktır; fakat yakında mesajlarımın işaret ettiği gerçeği size göstereceğim; şimdi bunu benden acele istemeyin!” (Enbiya, 37) demek istiyor. Demek ki tabiatımızda bu acelecilik de var ama sabrı öğrenmek ve sabretmekle terbiye ediliyoruz. İsra suresinde denilmek isteniliyor ki, “…Rabbimin bağış ve bolluk hazinelerine eğer siz sahip olsaydınız, o zaman onlara, harcayıp tüketme korkusuyla, mutlaka sımsıkı sarılırdınız; çünkü insan gerçekten çok tamahkârdır, sınırsız cömert olan ise sadece Allah'tır” (İsra, 100). Bu da tabiatımız... Kehf suresinde denilmek isteniyor ki, “İşte bunun gibi, Biz bu Kuran'da insanların yararlanması için çeşitli açılardan türlü türlü dersler ortaya koyduk. Bununla birlikte, insan her şeyden çok tartışmaya düşkündür” (Kehf, 54). Yani Allah tabiatımızı ilahi mesajlar vasıtasıyla terbiye ediyor. Arsel ne bekliyordu? Yaratılışımız daha baştan hataya hiç meyyal olmayacak mıydı? O zaman da sınava uygun olmayacaktık. Allah ne yapmış, öyle bir ölçü ve kıvamda yaratmış ki iyi kalpliler ile kötü kalpliler ayrılıyorlar… İyi olan şeytan tarafını yeniyor, kötü olan yenemiyor…
İddianın Kökeni
Bu kısımda iddianın nereden çıktığını, nasıl ve ne yollarla yayıldığını izah edin. Özellikle, eğer biliniyorsa ve erişmeniz mümkünse, iddianın ilk sahibinden bahsedin. Çeşitli dış sitelere bağlantılar ekleyebilir, ekran görüntüleri koyarak bunların sonradan kaybolmamasını sağlayabilirsiniz.
Bilgiler
Burada iddianın detaylarını izah edin. İddianın neden gerçek olduğunu burada anlatın. Konuyla ilgili arka plan ve bağlam bilgisi verin. Bu kısımdaki amacınız, dümdüz olayı anlatmak yapmak yerine, bu konu üzerinden giderek okurları bu konuyla ilgili alanlarda eğitmek olmalı. Çok paragraflı bir açıklama yapacaksanız, metin editörü panelindeki küçük T işaretine tıklayarak yazınızı ara başlıklara bölebilirsiniz.
Bunun belirleyicisi sadece Allah’tır. Görüldüğü gibi Arsel ayetleri yarısından keserek anlamsızlaştırma gayretindedir ama her ayet bağlamıyla birlikte mesaj vermektedir. Ayrıca Arsel, Mearic ve Kehf suresinin dipnotlarını düzgün belirleyememiş ama artık diğer kusurlarının yanında o kadarını da es geçiyoruz. Şu kadarını söyleyeyim, İslam konusunda bomboş…
YÜKSEL YILMAZ
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 20/05/2025 14:12:51 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/13413
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.