Afrika’nın görece izolasyonu ya da sosyo-ekonomik gelişmişlik farkları nedeniyle önümüzdeki yüzyıl içinde Afrika’da yeni bir insan türünün ya da insanlardan biyolojik olarak belirgin biçimde farklı bir grubun ortaya çıkması, evrimsel biyoloji ve antropoloji açısından son derece gerçek dışı bir beklentidir. Bunun temel nedeni, insan evriminin işleyiş mekanizmalarının kısa zaman ölçeklerinde türleşmeye izin vermemesi ve modern insan popülasyonları arasında hâlen yoğun gen akışının bulunmasıdır.
Biyolojik türleşme, klasik evrimsel tanıma göre, popülasyonlar arasında üreme izolasyonunun gelişmesiyle gerçekleşir. Mayr’ın biyolojik tür kavramına göre, genetik olarak ayrışmış ve birbirleriyle verimli biçimde çiftleşemeyen gruplar türleşmiş sayılır (Mayr, 1942). Modern insanlarda ise Afrika dâhil tüm kıtalarda, hem tarihsel hem de güncel düzeyde yoğun bir genetik dolaşım söz konusudur. Günümüzde küresel göç, şehirleşme ve popülasyonlar arası evlilikler, genetik izolasyonu daha da zayıflatmaktadır.
Evrimsel zaman ölçeği açısından bakıldığında, insan soyunda türleşmenin yüzlerce yıl değil, on binlerce hatta yüz binlerce yıl gerektirdiği açıkça görülmektedir. Homo sapiens ile Neandertaller arasındaki ayrışmanın yaklaşık 550–765 bin yıl önce gerçekleştiği genetik verilerle gösterilmiştir (Prüfer et al., 2014). Bu ayrışma bile mutlak bir izolasyon yaratmamış; iki tür arasında gen akışı devam etmiştir. Dolayısıyla yalnızca birkaç yüzyıllık bir zaman diliminde yeni bir insan türünün ortaya çıkması biyolojik olarak mümkün değildir.
Afrika’nın “izole” olduğu yönündeki varsayım da bilimsel verilerle uyuşmamaktadır. Genetik çalışmalar, Afrika’nın insan popülasyonları açısından dünyanın en yüksek genetik çeşitliliğine sahip bölgesi olduğunu ortaya koymaktadır. Bu durum, uzun süreli izolasyondan değil; aksine sürekli nüfus hareketleri ve iç gen akışından kaynaklanır. Tishkoff ve arkadaşları, Afrika popülasyonlarının birbirleriyle tarihsel olarak yoğun gen alışverişinde bulunduğunu göstermiştir (Tishkoff et al., 2009).
Ayrıca sosyo-ekonomik “gelişmişlik” farklarının biyolojik türleşmeye yol açacağı fikri, evrimsel biyolojide karşılığı olmayan bir görüştür. Evrim, kültürel ya da teknolojik gelişmişlik düzeyine değil; doğal seçilim, genetik sürüklenme, mutasyon ve gen akışı gibi mekanizmalara dayanır. Kültürel farklılaşma biyolojik türleşme anlamına gelmez. Nitekim Richerson ve Boyd’un da vurguladığı gibi, kültürel evrim biyolojik evrimden çok daha hızlı işler ancak genetik ayrışma yaratmaz (Richerson & Boyd, 2005).
Son olarak, çağdaş insan evrimini değerlendiren çalışmalar, Homo sapiens’in artık “küresel bir metapopülasyon” hâline geldiğini ileri sürmektedir. Bu modelde, yerel farklılıklar ortaya çıksa bile, gen akışı bu farklılıkların türleşmeye dönüşmesini engeller (Templeton, 2010). Bu bağlamda Afrika’da ya da dünyanın herhangi bir yerinde, önümüzdeki yüzyıl içinde biyolojik olarak yeni bir insan türünün ortaya çıkması, bilimsel olarak neredeyse sıfıra yakın bir olasılık olarak değerlendirilmektedir.
Özetle, Afrika’nın genetik çeşitliliği, küresel insan popülasyonlarıyla süregelen gen akışı ve insan evriminin uzun zaman ölçekleri göz önünde bulundurulduğunda, kısa vadede yeni bir insan türünün ortaya çıkması gerçekçi değildir. Bugün gözlemlenen farklılıklar biyolojik türleşmenin değil, kültürel, çevresel ve sosyo-ekonomik çeşitliliğin ürünüdür.[1]