“Nerde mi tanrı?
Söyleyeyim: ÖLDÜRDÜK ONU, sen, ben. Hepimiz onun katilleriyiz. Peki bunu nasıl
yaptık? Nasıl yutabildik denizi? Bütün evreni silmek için süngeri kim verdi
bize? Yeryuvarlağını güneşten boşlamakla ne yapmış olduk? Şimdi nereye gidiyor?
Biz nereye gidiyoruz şimdi? Bütün güneşlerden uzaklaşıyor muyuz? Dalmıyor muyuz
boyuna: Geriye doğru, yana, ileriye doğru, bütün yönlere? Aşağı diye, yukarı
diye bir şey kaldı mı? Sonsuz yokluk içindeymiş gibi yoldan sapmıyor muyuz?
Soluğunu duymuyor muyuz boş uzayın? Daha da soğumuş değil mi? Gece üstüne gece
değil mi yaklaşan? Sabahları fener yakmamız gerekmez mi? Tanrıyı gömen
mezarcıların gürültüsünü hiç mi duymuyoruz? Tanrılar dahi çürürler. Tanrı
öldü…”
Nietzsche'nin bu sözü senin de sorduğun soruyu sürekli olarak aklıma getirir. Bir cevap niteliği taşımasa da bu konudaki görüşümü belirtmemin senin de düşüncene -en azından- felsefi bir boyut kazandırabileceğini düşündüm. Örneklerimi korku duygusu özelinde vereceğim.
Nietzsche'nin paragrafını şu yüzden verdim: Yıllar boyunca doğa olaylarının ardında yattığına inandığımız tanrısal güçleri bilimin gelişmesiyle yok ettik. Hepsi birer mitten ibaret kaldılar. Örneğin Freud bunları psikoloji kuramlarını isimlendirmekte kullandı. Yahut birer yıldız ismi olarak kaldılar. Onlardan korkuyor, onlara yaranmaya çalışıyorduk. Antik Yunan uygarlıkları büyüsel-törensel etkinliklerini (örn. tiyatro) erken dönemlerinde eğlence amaçlı yapmıyorlardı, bu tamamen "ibadet" amaçlıydı. Bunun temelinde yatan şeyse korkuydu. Açlıktan, kıtlıktan, doğal afetlerden korkmak. Verebileceğim bir diğer örnek de, kesin olmamakla birlikte, geceleri sanki yüksek bir yerden düşer gibi uyandığımızdaki o korku. İlkel çağlarda vahşi hayvanlardan korunmak için ağaçlarda yatan atalarımızın düşme korkusunun bir uzantısı olduğunun söylenmesi.
Tüm bu örneklere baktığımızda altlarında yatan duyguların şimdilerde başka anlamları olduğunu görüyoruz. Bu da bizim duygularımızdaki değişime işaret ediyor. Temel de bu duyguları bize yaşatan beynimizdeki sinir yığınlarının onları ne amaçla kullandıklarının değiştiğini görüyoruz. Mutluluk, mutsuzluk, kaygı, öfke, korku... Bunlar temelde değişmedi ve zannediyorum değişmeyecekler. Ancak yoğunlukları değişti. Örneğin inancın yitirilmesini, uzayın boşluğundaki yalnızlığımızı "tanrı öldü" diyerek belirten Nietzsche, yeni bir korkuya işaret ediyordu: anlamsızlık, amaçsızlık, yalnızlık korkusu. Tanrı korkusu ve yalnızlık korkusunun "korku" denilen duyguda birleştiği aşikar. Fakat artık korku dediğimizde aklımıza gelen son şey "tanrı" olabiliyor.
Yine evrimsel olarak bir varsayımda bulunabilirim. Toplum içindeki huzursuzluk, ayrımcılık, ötekileştirme, ölümler, savaşlar bitecek olursa bu konularda korku duymanın da körelmesi mümkün. Bir süre sonra "korku" denilen duygunun dahi nasıl bir şey olduğunu hatırlamayabiliriz. Belki ağaçta yatmak zorunda kalan bir atamızın uzantısı olarak anlam veremediğimiz bir korku rüyası görüp uyanırız, hepsi bu.İyi düşünmeler...
205 görüntülenme
Kaynaklar
-
Yazar Yok. BÖYle Buyurdu ZerdÜŞt. (11 Haziran 2019). Alındığı Tarih: 11 Haziran 2019. Alındığı Yer: Bağlantı
| Arşiv Bağlantısı