Ne seyreden ne seyredilen!
Seyredeceği bir şey olmadan seyirci, seyirci olmadan da seyredilen olamaz. Yani zihnimiz aynı anda iki farklı yerde var olamaz. Metaforik bile olsa…
Bunu ve şimdilik bu güne kadar bir tek atom altı dolamık parçacıkların başarabildiği iddia ediliyor: Hem her yerde hem de hiçbir yerde.
Oysa bizler maddi temelli varlıklarız ve zihin dediğimiz şey maddi temelli bir alt yapının üst yapısıdır ve alt yapısına tabidir. Bu maddi temelli alt yapısını metaforik olarak ve onun koyacağı sınırlar itibarı ile zihnimiz, onu var eden bedeni sanal olarak dışarıdan seyredebiliyor yanılsamasını elbette deneyimleyebilir fakat kendini hem içeride tutup hem de dışarıya çıkarak seyredebilmesinin, yanlış bilmiyor isem, tek bir yolu olabilir: Tıbben sorunlu-bölünebilen bir zihin (çoklu kişilik).
Diyelim ki bütün bu ön girişler hatalı ve diyelim ki bir “mucize eseri” böyle bir becerimiz oluştu, hem de atom altı dolanık parçacıklar misali hem her yerde hem de hiçbir yerde olan: Bizi dışarıdan seyredebilmek için bir zihne ihtiyacımız olacak. Sonra seyredeni seyreden bir zihne daha. Sonra onu da seyreden bir zihne daha. Şayet bir süre sonra bu bir eğri çizip aynı yere, adeta bir kısır döngü misali gelmez ise (ki o zaman hem seyreden hem de seyredilen olur) ; karşılıklı aynaların sonsuz görüntüsü içinde yitip gider ve hangisinin içeride hangisinin dışarıda olduğunu sonsuza dek bilemeyiz.
En gerçek halimiz en yalın halimizdir ve zihnimiz her ne kadar bunu biz istediğimiz için bazen manipüle etmeye kalkışsa da, kendimize karşı dürüst olduğumuz sürece, basit bir ayna karşısında bile göreceğimiz şey gerçek halimizin ta kendisi olur. Aynamız yoksa da geceleri kafamızı koyduğumuz yastık da aynı işi görür ki adına vicdan derler… Sevgiyle…