Arayışın Kendisi Bir Anlam mı?
Evet, çok güçlü bir bakış açısı bu. Çünkü:
1. İnsan, arayan bir varlıktır.
İnsanlık tarihi aslında baştan sona bir arayış hikâyesidir: Bilgi, hakikat, aşk, Tanrı, özgürlük, huzur… Ve belki de bu kadar çok şeyi bulamamamızın sebebi, aramanın kendisinin zaten bizim doğamız olması.
Yani:
Arıyoruz, çünkü aramak bizi canlı tutuyor.
Aramak: merak etmek, sorgulamak, yolculuk yapmak, değişmek ve dönüşmek demektir. Bir noktada “anlamı buldum” diyen kişi durur, ama arayanda kıpırtı vardır, yaşam vardır.
2. Anlamı aramak = Kendi hikâyeni yazmak
Düşünsene, “anlam” sana altın tabakta sunulsa, her şey hazır olsa…
O zaman senin özne olacağın bir yol kalır mıydı?
Belki de en derin anlam, “Ben bu hayatın anlamını kendim aradım, ter döktüm, düştüm, kalktım, sorguladım” diyebilmekte gizlidir.
Anlamı yazan sensin. Bulmak değil, yolda olmak önemli.
3. Bazı şeyler sonuca değil, sürece bağlıdır.
Bir tabloyu düşün. Ressamın amacı o resmi tamamlamak mıydı, yoksa o resmi yaparken yaşadığı deneyim mi?
Tıpkı öyle:
Anlamı bulmak → sonuçtur.
Anlamı aramak → sanattır.
Bu yüzden bazı filozoflar der ki:
> “Hayatın anlamı, anlam arayışının kendisidir.”
(Biraz paradoksal belki ama tatlı bir paradoks, çünkü seni uyanık tutuyor.)
Peki ya hiçbir anlam yoksa?
Korkutucu gibi görünüyor ama tam tersi: Bu durumda bile arayışın kendisi bir direniş olur.
Anlamsızlığa karşı dik durmanın adı olur.
Sen dersin ki:
> “Evet, kesin bir anlam olmayabilir. Ama ben buna rağmen arıyorum. Çünkü bu beni ben yapıyor.”
Ve işte orada, arayışın kendisi anlamın yerine geçer.
Kısaca:
Aramak, bazen bulmaktan daha derindir.
Sorgulamak, yaşamanın bilinçli halidir.
Yolda olmak, varmanın yerine geçebilir.
İzninle finalde bir alıntı yapayım:
> “Yolculuk bir yere varmak için değil, yolda kendini bulmak içindir.”
– André Gide
Ve belki de senin sorduğun bu soru, zaten o yolda olduğunu gösteriyor. Ve bu — bana kalırsa — başlı başına kıymetli bir şey.