Dış dünyadan gelen bilgiler — yani gördüğümüz şeyler, duyduğumuz sesler, hissettiğimiz dokunuşlar — aslında beynin anlayacağı formda gelmiyor. Beyin bunları işleyebilmek için önce kendi diline çeviriyor. Bu dil, elektriksel ve kimyasal sinyallerin dili.
Yani beynin “veri tipi” dediğimiz şey aslında nöronların nasıl ateşlendiğiyle ilgili. Her nöron, başka bir nörona ya elektriksel bir sinyal gönderiyor ya da sinaps dediğimiz bağlantı noktalarında nörotransmitter dediğimiz kimyasallar salgılıyor. Bu şekilde bilgi bir hücreden diğerine aktarılıyor.
Bilgiler bu sistem içinde üç ana yolla kodlanıyor:
1. Frekans kodlaması (rate coding): Bir nöron saniyede ne kadar sık ateşleniyorsa, o bilgi o kadar güçlü ya da yoğun olarak algılanır. Örneğin sıcak bir yüzeye dokunduğunda, ilgili nöronlar daha sık atış yapar.
2. Zamanlama kodlaması (temporal coding): Bilgi sadece ne kadar sık ateşlendiğiyle değil, ne zaman ateşlendiğiyle de taşınır. İki nöronun eş zamanlı ateşlenmesi, beynin bunu bir “ilişki” olarak algılamasına neden olabilir. Yani zamanlama çok önemli.
3. Popülasyon kodlaması (population coding): Bazen tek bir nöron değil, bir grup nöron birlikte çalışarak bir anlam taşır. Örneğin bir yüzü tanıdığında, onlarca belki yüzlerce nöron aynı anda belirli bir düzende aktif olur. Bu düzen “bu kişiyi tanıyorum” anlamına gelir.
Kısacası beyin, klasik dijital sistemlerdeki gibi sabit veri tipleriyle çalışmaz. JPEG, MP3 ya da metin dosyası gibi formatlar beynin dünyasında yok. Onun veri biçimi, nöronların ateşlenme desenlerinden oluşan bir sinyaller dizisidir — yani bir tür nöral kod.