Cevap, Rasyonel bir bakış açısındadır.
Yaşamda sürekli olarak (maddi-manevi) kaybetmeye yönelik bir ibre rasyonel değil. Yaşam tıpkı bir lastik gibidir. Bir ucu olumluya diğer ucu olumsuza bakar. Bazen bazı zamanlarda bazı şeyler ve olumsuz olarak elbette üst üste gelebilir. Fakat emin ol ki SEVGİLİ DOSTUM elimizde tuttuğumuz o yaşam lastiğini her zaman her tarafa çekip o tarafı büyütebilme hem potansiyelimiz vardır hem de dikkatlice bakarsak birçok gerekçemiz.
Mesele burada da rasyonel olup olmayacağımızda. Etrafımızda halen tek bir kuş dahi olsa gelip bir şey beklemeden cıvıldıyabiliyorsa, bir çocuk tasasız ve ta yürekten gülümseyebiliyorsa, tek bir kişi bile ve yarım ağızla dahi olsa bize günaydın diyebiliyorsa, öyle bir mecburiyeti olmadığı halde güneş bize yaşamı sunmak için doğmaya devam ediyorsa, yağmur yağabiliyorsa ve toprak yaşam kokuyorsa; halen öfkelenebiliyorsak, acı çekebiliyorsak, yokuş çıkabiliyorsak ve çişimiz geldiğinde tuvaletin yolunu tutabiliyorsak yaşıyoruz demektir.
Belki de eksik olan arada bir dingin olabilmek, acıyı da bal eyleyebilmek, her yokuşun bir inişi olduğunu hatırlamak ve tekrar çişimiz gelebilsin diye kana kana su içebilmek. Beklentisiz öten kuşa şarkı ile , gülümseyen çocuğa başını okşayarak, günaydın diyene günaydın ile, doğan güneşe, yağan yağmura onlara uzanan avuçlarımız ile karşılık verebilmek.
Kolay mı? Elbette değil… Fakat yaşamı anlamlı kılan da bu değil mi ki; İmkansızı mümkün kılmak, aşılmaz olanı aşabilmek ve meselenin düşmek değil düştükten sonra kalkabilmek olduğunu kavrayabilmek. Ya da en veciz söylemi ile ve şairin dediği üzre: “Mesele esir düşmekte değil teslim olmamakta.” İşte bu biziz sevgili dostum, bizi “Homo Sapiens” yapan şey…Umutsuzluk Hala Yasak…Umutla…
(Not: Bunları tüm samimiyetimle, depremin ta içinden çıkan , çok şey gören, yaşayan ve bu nedenle "Kalbim Everest, yaşım bin" dediği halde , ta ilk günden ve son söz olarak "UMUTSUZLUK YASAK" diyen ve dedirten biri olarak paylaştım.)