Bu tip soruların ortak bir cevabı vardır. Genlerimizi atalarımızdan miras alıyoruz. Genetik olan özelliklerimizin neredeyse tamamı atalarımızdan geliyor(belki bize özel bir iki mutasyon ile). Peki sen kimlerin soyundan geliyorsun? Bahçendeki otlar? Camından giren sinek, bağırsağındaki bakteriler... Ortak cevap? Üremeyi başaran canlılar! Var olan tüm canlıların genetiği kimi milyar kimi trilyon nesil üremeyi başaran canlılardan miras alınmıştır.
İnsan medeniyeti olarak kendimizi bir hobi bahçesindeki kültür ortamında yetişen bitkilere çevirdiğimiz için bir canlının soyunu devam ettirebilmesinin ne kadar zor olduğunu anlamamız kolay olmuyor. Cok değil, bir-iki yüzyıl önce doğan bir bebeğin üreme çağına kadar hayatta kalabilme ihtimali bile %50'nin altındaydı. 1 e 10, 1 e 1 000 gibi hatta daha da düşük orqnda üreme çağına kadar hayatta kalma olasılıkları doğada sıklıkla görülür. Yani hayatta kalabilmek zaten tüm hayatta kalma mekanizmalarımıza rağmen çok zordur. Üstüne bu mekanizmasında kusurlar olan bir canlının soyunu devam ettirebilmesi çok zor.
İntihara meyilli insanlar yok mu? Kendine isteyerek veya istemeyerek sürekli zarar veren canlı bireyler yok mu? Elbette çokça görülmektedir. Bu durum genetikse o genlerin nesilden nesile aktarılması giderek daha düşük ihtimale sahip olur. Çünkü o genlere sahip olmak canlı bireyin üreme şansını düşürür.
Yani tüm bu hayatta kalma ve çoğalma iç güldülerimiz en az 4 milyar yıldır yaşayan bir neslin ferdi olmamızdan dolayı doğal hatta zorunlu bir sonuçtur. Üreme ve hayatta kalma içgüdüleri olan atalarımız olmasaydı biz de olmazdık.