Kapalı kültürlerde yaşayan bireyler için katı kurallardan ibaretmiş gibi sunulan din, çoğu zaman zorlayıcı ve hatta tehlikeli görünmekte. Nasıl daha önce kilise baskısı insanları ezip kullandıysa, kitleleri eline alıp uysallaştırmak isteyen her erk, din kültür gelenek ve hatta bilginin kendisini manipüle etmekte. Hıristiyanlığın da özünde baskı vs olmamasına rağmen, yüzyıllarca öyleymiş gibi sunuldu. Aynen İslamiyet de bu manipülasyondan bağımsız değil malesef.
Birey olabilmek, içinden çıktığımız kültür geleneği farklı yönlerden ele alıp analiz edebilmeyi gerektirir. Bize sunulanla yetinmek yerine, doğru olana ulaşmak zorundayız.
Yani aslını bilme gayretinde bulunmadığımız bir konu hakkında fikir sahibi olamayız. O konuda kanaat geliştiremeyiz. Yargıladığımız bir çok felsefe, yaşam biçimi, din, meditasyona yakından baktığımızda hiç de bizim yargıladığımız gibi saçma ve anlamsız olmadığını görüyoruz. Hatta bilimsel olarak gün içinde en az 1 saat parasempatik moda geçmek zorunda olduğumuz bir biyolojiyle var olup, meditasyon ve ibadeti dışlamak tam bir çelişki olacaktır.
Kendimize geç kalmak, telafisi en zor şey olacaktır. Her konuda, bizi tatmin edecek bilgiye ulaşma çabası sonrasında karar vermemiz gerekir. Yargı, düşünsel bir hastalıktır. (Hakkında gerçek bilgiye sahip olmadığımız konuda sonuca gitme durumu)
Din hakkında olumlu ya da olumsuz konuşmak yerine, ayakları yere basan, nitelikli bir bakış açısını insanlara sunmak, hem onları besler, hem de din hakkındaki hatalı bakış açılarını tamir eder. Örneğin varoluşu yorumlayabilecek bir bakış açısına sahip olma merkezli konuşmak daima işe yarar.