Aslında burada bilimsel yöntemin temelini tartışmış olacağız. Zira “yokluk” kanıt konusu değildir, “varlık” kanıt konusudur. Çünkü bilimsel yöntem içerisinde bir “şeyin” olmadığını ispatlayamazsınız. İspat yükü, var olduğunu öne süren kişinin sorumluluğudur. Yani bilimsel olarak, önerme sahibinin yüküdür. Aksi takdirde “yok” sayılmalıdır.
Bertrand Russell’dan Carl Sagan’a birçok düşünür bu konu hakkında kafa yormuştur. Russell’ın “yörüngedeki çaydanlık” yazısı ve Sagan’ın “garajımdaki ejder” yazısı hep bu konuyu özetlemek içindir. Yorum uzun olmasın diye Sagan’ınkini eklemeyeceğim Google’dan ona da bakmanızı öneririm; ancak Russell’ınki şöyle:
“Eğer ben Dünya ve Mars arasında eliptik bir yörüngede Güneş'in etrafında dönen porselen bir çaydanlık olduğunu öne sürseydim ve bu çaydanlığın en güçlü teleskoplarımızla bile tespit edilemeyecek kadar küçük olduğunu ekleyecek kadar da dikkatli olsaydım, kimse bu görüşümün tersini kanıtlayamazdı. Ama devam edip de bu savımın yanlışlanamaz nitelikte oluşundan dolayı insan aklının ondan kuşku duymasının kabul edilemez bir küstahlık olacağını söyleseydim, herkes haklı olarak saçmaladığımı düşünürdü. Ancak, eğer böyle bir çaydanlığın varlığı eski kitaplarca onaylansaydı, her pazar günü kilisede kutsal gerçeklik olarak öğretilseydi ve okullarda çocukların beynine kazınsaydı, onun varlığından kuşku duymak bir gariplik belirtisi olarak görülür ve o kuşkuyu duyan kişi, yakınçağda bir ruh doktoruyla, daha önceki çağlardaysa bir Engizisyon yargıcıyla görüştürülürdü."
Sagan’ın değimi ile bu porselen çaydanlığın varlığını hiçbir şekilde ispat edemiyoruz. Ama asıl soru neden olsun ki?
Kaynaklar
- Yazar Yok. Cpfp. (31 Mayıs 2019). Alındığı Tarih: 31 Mayıs 2019. Alındığı Yer: Bağlantı | Arşiv Bağlantısı