Amaçların yöntemleri meşrulaştırıp haklı çıkarmadığı sorusu, etiğe, ahlaka ve iyi ile kötünün anlamına değinen karmaşık ve derinden felsefi bir sorudur. Özünde, bir eylemin sonucunun, onu başarmak için kullanılan herhangi bir etik dışı veya ahlaksız yolu mazur görüp görmediğini sorar.
Araçları meşrulaştıran amaçlar lehine olan argüman, sonuç arzu edilir olduğu ve iyiye yol açtığı sürece, onu elde etmek için kullanılan araçların önemsiz olduğunu iddia edebilir. Bu perspektif genellikle, bir eylemin ahlakının yalnızca sonucu ve dünyanın genel durumunu iyileştirme derecesi tarafından belirlendiği sonuççu bir yaklaşıma dayanır.
Öte yandan, bu fikre karşı çıkanlar, bir amaca ulaşmak için kullanılan araçların nihai sonuç kadar önemli olduğunu iddia edebilirler. Neyin doğru neyin yanlış olduğuna dair anlayışımıza içkin oldukları için, sonucu ne olursa olsun, sürdürülmesi gereken belirli ahlaki ilkeler ve değerler olduğunu söyleyebilirler. Bu bakış açısı genellikle, bir eylemin, sonuçlarına bakılmaksızın, içsel doğasına göre doğru veya yanlış olarak kabul edildiği deontolojik bir yaklaşıma dayanır.
Nihayetinde, bu sorunun cevabı kişinin kişisel inançlarına ve değerlerine bağlıdır. Bazıları, meşru müdafaa veya başkalarını koruma gibi durumlarda, amaçların araçları haklı çıkardığı belirli durumlar olduğunu iddia edebilir. Diğerleri, sonucu ne olursa olsun, araçların etik olmayan davranışları asla mazur göremeyeceğini söyleyerek daha mutlakıyetçi bir duruş sergileyebilir.
Nihayetinde, bu soru bizi iyinin ve kötünün doğasını ve ahlaki ve etik davranmanın ne anlama geldiğini düşünmeye zorlar. Bizden kendi değerlerimiz ve inançlarımız üzerinde düşünmemizi ve istenen bir sonuca ulaşmak için ilkelerimizden ödün vermeye istekli olup olmadığımızı düşünmemizi ister.