Doğanın umurunda değiliz, fakat doğa bizim umurumuzda olmalı!
“Fayda” ya da “Zarar” kavramı, kendimiz üzerinden doğaya atfettiğimiz bir nitelik. Doğa, kendi işleyişi açısından bunu gözetmez. İyi ve kötü kavramlarında olduğu gibi.
Şayet biz insanlar doğanın dışında onu “aşkın” olsaydık belki evet diyebilirdik. Fakat bizler doğanın içinde, doğaya “içkin” varlıklarız. Yani doğanın bir parçası…
Nitekim doğanın tanımı da buna işaret eder. Doğa: kendiliğinden var olan ve insan etkinliğinin dışında kendini sürekli olarak yeniden yaratan ve değiştiren, canlı ve cansız nesnelerden oluşan varlığın tümü şeklinde tanımlanır. Yani biz ve bizim dışımızda kalan canlı ve cansız varlıkların bütünü.
Dolayısı ile bizlerin ve bizim dışımızdakilerin, yapıp yapmadıklarının toplamıdır doğa. Düşünün ki; her tür malzeme ve imkanımız var ve bununla “muazzam” bir bina inşa ettik. Doğa o’dur fakat “muazzamlık” ifadesi bize özgüdür. Malzememiz ve imkanımız sınırlı ve bunlarla "derme çatma" bir kulübe inşa ettik. Doğa yine o’dur fakat “derme çatma” ifadesi de bize özgü olur.
Doğa standart sabitleri olan bir şey değildir. İçindekilerin toplamı olduğu gibi bu toplamın da deviniminin ta kendisidir. Dolayısı ile hiçbir varlığın, doğa nazarında ve doğaya ne faydasından ne de zararından söz edemeyiz.
Ancak bu, şu anlama gelmemeli; Bizler, evrimin tepesini işgal edenler, doğanın bir parçası değil de sahibi gibi davranıp doğayı hoyrat kullandıkça, dışımızdaki canlı yaşamına zarar vermekten öte kendi bindiğimiz dalı keseriz. “Yarar” ve “Zarar” kavramı işte tam da burada devreye girer.
Bindiğimiz dalı kesişimiz bize az mı zarar verir, sonumuzu mu getirir, doğanın umurunda değildir. Fakat bizim umurumuzda ise; bilgelerin söylediği üzere “yediğimiz kaba pislemek” ten bir an önce vazgeçmeliyiz.
Evrimin tepesinde olmak bize efendilik hakkı tanımıyor. Nitekim aynı doğa nice efendiyi bir şamarla tahtan defalarca indirmiştir. Bizde de zorlanacağını düşünmüyorum.
Fakat buna rağmen bazen, dışımızdaki varlıkların, ihtiyacından fazlasını doğadan talep etmediğini; türümüzün ise ihtiyacı olandan da fazlasını, sırf aç gözlülüğünden, doğadan ve başkalarına yaşam alanı bırakmadan talep ettiğini gördüğümde; türümüzün, doğanın kendi ürettiği ve fakat onu var edeni (doğayı) içten içe tüketen kanserli bir hücreye benzetmiyor da değilim.
[1]
Kaynaklar
- Friedrich Engels. (2016). Doğanın Diyalektiği. Yayınevi: Yason Yayınları. sf: 356.