Zihnininizin (aslında profilimde belirttiğim ve şemsin dediği gibi kalbinizin) nerelere (kanatlanıp) 'gittiğini' fark edin. Ne kadar derine ve sonsuza. Bugün size bu güzel sorunuzla sonsuzluktan bahsedip sonsuzlukla sorunuzun ilişkisini ifade etmeye çalışacağım. İçinizdekideki dünyada duygularının gittiği yerin tanımsızlığa uzandığını (yeterince sorgularsanız ve kavram ve kelimelerin şartlanmalarından çıkarsanız) fark edeceksiniz. (aslında bu tanımsızlık ilgili olduğu konuda sonsuzluk döngüsü yaratır çünkü bitmez tükenmez bilmezliğin kaynağını taşır çünkü tanımsızlık hali bilgi bakımından ve tanım bakımından o şeyin sonsuzluğa düşmesi ve dönüşmesi demektir. Aksi halde tanımlanabilir olması gerekirdi. Çünkü burada sonlu akıl sonlu olanı tanımlar veya tanımladığını zanneder ancak sonsuz olan için ise tanıma sığmaz kuralı geçerlidir aksi durumda dediğim gibi tanımlanabilir olurdu. Çünkü sonsuz olan ifade edilemez biçimde sonsuz bir aklı taşır, taşımak zorundadır. Henüz görmediğiniz bir renk sizin için tanımsızdır ancak isim verdiğinizde o şeyin tanımlı hale geldiğini sanırsınız. Aslında bu doğru değildir. Çünkü bizler az sonra verdiğim örnekte de anlaşılacağı üzere yaşadığımız (yani aldığımız ve algıladığımız) elmanın tadını tanımladığımız sanısını taşıyoruz oysa bu asla mümkün değil. Bu yanılgının neden kaynaklandığını aşağıda açıklayacağız. Bu bize gerçek durumun aslında şu olduğunu gösterir; tanımlılık sınırları bizim sınırlı tanımlama biçimimizle var olmuş ve sınırlanmıştır. Bu yüzden gerçekte biz evreni aslında hiç bir konuda tanımlayamıyoruz sadece tanımladığımızı zannediyoruz demektir.. Oysa Evrendeki tek bir atom dahi bünyesinde sonsuzluğun mührünü taşıyor. Tek bir atomun var olması sonsuzluğa bağlı desem bana 'deli' dersiniz. Başka bir cevabımda 'deliliğin' ne olduğunu açıklamıştım. Evet bir şeyi tanımladığını zannedenler için ben bir 'deliyim' ama ben 'deliliğim' farkında olarak neden deli olduğumu burada size yaptığım gibi açıklayabiliyorum. Ve bana 'deli' diyenlerin tezlerini verdiğim aşağıdaki tek bir örnekle (elmanın tadının tanımsızlığı ile ifade etmeme rağmen) yani tanımsızlık karşısında pes eden zihnimizle çürütebiliyorum. Ama onlara açıkça örneği ve delili getirmeme rağmen hala beni inkar etmeye 'deli' demeye devam ediyorlar. ) Şimdi zihniniz size muhtemelen bunların sorumla ne alakası var diye fısıldıyor olabilir. Çok alakası var aslında çünkü bu tanımsızlığa herşey gibi Duygular da dahildir ve duygular da tanımlanamaz. Onlar yaşanır (hissedilir) ama tanımlanamaz. Tanımladığını sanan ve tanımlama veya ifade etme biçimiyle yetinenler çok büyük hata yaparlar. Bunu şu örnekle çok kolayca açıklayalım. Bir elmanın tadını alırsınız ama asla o tadı tanımlayamazsınız. Çünkü bunu kelimelerle ifade etmek hiç bir biçimde mümkün değildir. Size kim elmanın tadından bahsediyorsa gerçekte o kendi aldığı tadı ifade etmeye çalışıyordur ve ettiğini sanıyordur. Çünkü 'elmanın tadı' olarak ifade ettiği şey zihninde o aldığı ama tanımlayamadığı şeye karşılık gelir ve o tadı ifade ederken bunu anlattığı sanısını ve herkesin de bu aynı tadı alabildiği sanısını taşır. Onun bu rahatlığı da yanılgısı (kolaycılığı) da bundandır. Herşeyi anlattığını sanır oysa gerçekte hiç bir şeyi henüz anlatamamıştır ve tabi doğal olarak tanımlayamamıştır da. Oysa o elmanın tadı asla ve asla ifade edilemez. Kendi zihnin kavramların içine hapsedenlerin ve sınırlı ifade etme biçimine indirgemiş olanların aynı zamanda durumu burada çok çok açık hale gelir. Yani tanımsızlık halini (yukarıda ifade ettiğim gibi aslında bu sonsuzluk içerir) tanımlı zannetme yanılgısı veya tanımladığını zannetme yanılgısı. Ne garip değil mi. Kişiler 'yaşamasına' rağmen sonsuzluğu yaşadığının farkında olamaya biliyor. Üstelik sonsuzluk diye bir şeyin olmadığını iddia ederler. Şemsin dediği gibi gerçekte ise durum 'Aşkın diyarında dil (sınırlı tanımlamala biçimleri ve yanılgıları) hükmünü yitirir' kaçınılmaz olarak ve hüküm ifade etmez. Biz aşkın insanlarıyız. Aşkla (sonsuzlukla ve sonsuzlukta ) var olmuş kişileriz. Bizi aşk (tanımsızlık) var etti. Tanımsız olandan var olmamıza rağmen tanımlı hale geldiğimizi sanan tanımsız varlıklarız bizler.
Gelelim sorunuza simdi. İşte siz tanımsız duygu halini bir çok konuda yaşar ve bunu yaşarken kendinizi arar ve kendinizi gerçekleştirmek istersiniz. Bu yüzden siz gerçekte kendinizi arıyorsunuz ve kendinizi ararken yine yanılıyorsunuz. Zihniniz size bu 'oyunu' oynuyor. İçinizdeki aradığınız şeyi dışarda aramanıza sebep oluyor. Ve erişmediği bir şeye karşı size içinizdekinin o kişide yer aldığı veya ona karşılık geldiği sanısını ve yanılgısı yaratıyor. Gerçekte ise siz dışınızda hiç bir zaman aradığınızı bulamayacaksınız. Çünkü içinizdeki yukarıda açıkladığım gibi sonsuz ve tanımsızken dışınızda bunun karşılığı yok. Çünkü sizin aldığınız tad 'ideal' bir biçimi temsil ediyor. Yani siz mükemmeli arıyorsunuz. Platonun ideasi da buydu. Siz sonsuz tad almak istiyorsunuz çünkü sizin aradığınız zaten sonsuz olan. İşte hayatınız içinizdeki bu dünya ile dışnızdaki dünya arasındaki bu ikileme sıkışıp kalacak. İçinizdeki Hiç bir zaman doyamayacağınız 'tadlara' rağmen dışınızda sizi bundan vazgeçirmeye çalışan durumlar veya olaylar yaşayacaksınız. Bu noktada ise iki ihtimaliniz var ya yaşadığınız ve algıladığınız (yaşamanıza ve bunu algılamanıza rağmen) sonsuzluğa dair umudunuzu yitirmek veya da bunu 'yaşadım yaşıyorum var biliyorum' diye ifade edeceğimiz diğer yolu seçmek ve sonsuzluğu görüp yaşamış olarak bunun gerçekte var olduğuna tanıklık yapmış olarak onu yalanlamamak. Kısacası umut veya umutsuzluk.
İşte sizin karşınızdaki erişmediğiniz kişiden aldığınız lezzet ve cazibe de gerçekte yukarıdaki (içinizdeki) sonsuz taddan kaynaklı. Çünkü siz kendinizdeki sonsuz tadı o anda yaşıyor olmanıza rağmen henüz karşınızdakindeki bu sonsuzun büyüsünü bozacak şeyleri erişmediğiniz için algılamıyor bunun yerine zihninizin size oynadığı oyuna kapılıp sonsuzluğun tadının o kişide olduğunu veya bulunduğunu sanıyorsunuz. Oysa yemeğin tadınının güzelliğini açlığınızın boyutu belirler. O yemek çok güzel bir tada sahip olmasa da onun tadını belirleyen sizsiniz. Kısacası içinizdeki kendini arayan ve gerçekleştirmek isteyen varlık boşlukları ve (erişememesi nedeniyle) bilinmeyenleri kendisi ile doldurmuş oluyor ve böylece yanlış bir algıya kapılmanıza neden oluyor ne yazık ki :((. Son söz olarak da bu nedenle erişemediğiniz için 'büyülü' 'masalsı' 'ışıl ışıl' gelen şey gerçekte aslında sizsiniz ve sizdekiler. Bunun karşınızdaki ile tek alakası o sadece sizde oluşan ve yansıyan bir görüntüden ibaret ve görüntüyü oluşturan aynanın güzelliği (tanımsızlığın kaynağı olan herşeyin kaynağı olan şey) yerine siz aynadaki geçici görüntüyü seçiyor ve büyüyü onda arıyorsunuz. Üstelik şemsin dediği gibi siz 'balık' olmanıza rağmen ve şemsin 'imtihan bu ya balığın gönlü çöle vurulur' ifadesindeki gibi kendinizi gerçekleştirmek için imkansıza muhtaç olmanıza rağmen. Çünkü sizdeki sonsuzluğun tadının ortaya çıkması ancak çöle vurulmakla açığa çıkacak şekilde ayarlanmış durumda olmasına rağmen. Çünkü evrende Herhangi bir konuda sonsuz döngüye girmek ve ancak o şeye erişememek ve arafta kalma hali ile mümkün olacak şekilde ayarlanmış. Çünkü diğer arkadaşın yazdığından esinlenirsek evrenin sonsuz döngülerinde 'kaçan kovalanırken' 'kovalanan da kaçar'.