Bunu anlamak için öncelikle "foton ya da ışık nedir?" sorusunu incelememiz gerekli. Eğer bir atomu enerjilendirirseniz elektronları bir üst seviyeye çıkacaktır. Bu noktada dışarıya foton denilen kütlesiz parçacıklardan atacaktır. Eğer çok enerjilendirirseniz çok parçacık çıkar. Örneğin uçlarında 220 volt olan bir kabloyu kısa devre ederseniz bir patlama ve ışık görürsünüz. Bunun sebebi kablonun üzerinden geçen yoğun elektron akışının aşırı fazla olmasıdır. Kimi zaman da bunu kontrollü bir şekilde daha yavaş yaparsınız. Bu da sarı ampüllerdir. Kısa devre edilen kablo nükleer bomba ise, sarı ampüller nükleer reaktörlerdir. (Elektrik üretilen reaktörler)
Foton ya da ışık dediğimiz kütlesiz parçacıklar atomlardan kopardıkları bu enerji ile yolculuklarına başlarlar. Bu sefer örneğimiz bir yıldızdan çıkan ışık olsun. Yıldızlardan çıkan ışığın sebebi ise çoğunlukla yıldızın hidrojene yaptığı baskıdan dolayı helyuma dönüşürken dışarı çıkan enerji miktarıdır. Elektromanyetik spektrumdan biliyoruz ki her ışığın enerjisi yani dalgaboyu farklıdır. Dalgaboyu ne kadar kısa ise o kadar yüksek enerjiye sahiptir. Örneğin gamma ışını, kızılötesi ışıktan kat kat fazla bir ışıktır. Bu ne demek? Bu aslında ışığımızın ne kadar uzağa gidebileceği demektir. Teoride ışık uzayda sonsuza kadar gider deriz. Çünkü önünde bir engel yoktur. Ama pratikte durum öyle değildir. Işık uzayda ilerledikçe daha uzun dalga boylarına geçer, yani enerjisi düşer. Örneğin james webb uzay teleskobu ilk oluşan galaksilerden gelen o iyice zayıflamış kızılötesi ışıkları toplamaya çalışır. Oysaki o ışıklar, kaynağından ilk çıktığında sözgelimi gamma gibi çok kuvvetli ışınlardı.
Enerji evrenin para birimidir. Bir iş yapmak istiyorsan parasını ödeyeceksin. Işıklar da aslında ilerlerken ufak ufak enerjilerini kaybederler. Peki bu kaybedilen enerji ne oluyor? Kaybedilen enerji bizim Türk paramızla 1 kuruş gibi artık toplayıp kullanmanın manasız olduğu çok küçük enerji paketçiklerine bölünür. Bunu şöyle bir anolojiyle de açıklayabiliriz. İstanbul'un senelerdir susuz kalacağı haberleri yapılır. Bazen kar yağınca "ya bu karları toplayıp baraja döksek ya" diye düşünebiliriz. Ama kamyon kamyon kar toplayıp elde edeceğimiz su miktarı çok çok az olacağı için attığımız taş ürküttüğümüz kuşa değmez kabaca.
İşte evrenin sonu dediğimiz yere gelince ışıklar ya da fotonlar da o kadar küçük enerji paketciklerine bölünür ki onu toplamak ya da ölçmek manasız hale gelir. Hatta kuantum ölçeğinde bakarsak dalga formundaki enerji o dalga özelliğini yitirir. Örneğin sinüsoidal dalgayı düşün. Işığın bir üst ve bir alt yarım çember şeklinde bir periyodu bile oluşturamadığında artık ışıktan söz etmek de manasızlaşır.
Sonuç olarak uzayın sonu dediğimiz şey artık herhangi bir parçacık, enerjinin herhangi bir formu ya da higgs bozonu gibi kütlelenmeye neden olacak bir alanın dahi bulunmadığı hiçlik şeklidir. Çağrı beyin hiçlikle ilgili videosunu da izlemeni tavsiye ederim.