Bu soruyu biyoloji kategorisinde sorsaydın, “Zaten hayatta kalıp üreyebilen nesillerin çocuklarıyız” gibi bir cevap verebilirdim ama madem felsefe çatısı altında sordun, konuyu farklı bir açıdan ele alalım.
Bilimsel gelişmelerle insan hayatının uzaması, hayatın sadece yaşamak ve üremek üzere kurulu bir sistem olmayabileceğini gösteriyor. İnsanıın doğal ölümünün üreme çağından çok sonra gerçekleşmesi yapay sisteminlerin doğal sistemlere olan tahakkümüne işaret ediyor olabilir.
Günümüz insanının doğal amaçlarının üzerinde bir ömür sürmesi toplumsal bir boşluğa yol açarak toplumsal pratiğin “yeniden örgütlendirilme” yolunda ilerlemesinin önünü açıyor. Doğal sistemlerin insan hareketleriyle erozyona uğraması, doğal nitelik taşıyan özgünlükler yerine metodik ve sistematik olarak empoze edilen bir homojenlik izlememize yol açabilir. Uyumlu gözüken kalabalıkların kendi içerisine işleyen bir rasyonalite gibi yansıması da pekala bunu kanıtlar niteliktedir. Fakat parçalanmış durum-insan ve mekan-zaman faaliyetleri ve defalarca kez yeniden oluşturulan anlamın köküne hiçbir zaman ulaşamamamızın sebebi de budur.
Yani demem o ki belki de bundan gocunmayıp hayatta kalma ve üreme temelli içgüdülerimizi dışlamamalıyız. Farklı varoluşsal anlamlar arayarak benliğimizden uzaklaşmak bizi postmodern çağın anlamsızlığına doğru sürükleyebilir.