Bu gibi konuların özünde ve temelinde aslında düşüncemiz evreni etkiliyor mu ve etkiliyorsa ne ölçüde etkiliyor sorusu vardır. İnsanların bir nazar boncuğuna veya başka bir nesneye yüklediği anlam ise sonuç olarak düşüncelerini oluşturacağı ve belirlediği için o cisim de hiç bir özellik olmasa da ilk sorumuza gelir konu dayanır. Sonuçta kişi de bu nesne veya şey ile veya aracılığı ile oluşan düşünce veya inanış (inanış da bir düşüncedir nihayetinde) o kişinin düşünceleri olarak karşımıza çıkar. Yani böyle bir durumda da konu yine aslında insan düşüncesi evrende (dış dünyada) etkili mi veya etkili ise ne kadar ne ölçüde etkili konusuna gelir.
Dış dünyayı bir kenarda tutarsak insanın düşüncelerinin kendi bedeni üzerinde etkileri olduğunu, ciddi etkileri olabildiğini biliyoruz. Bunun adının plasebo olduğunu da biliyoruz. Ancak bunun insanın kendi bedeni ile sınırlı olduğunu da biliyoruz.
İnsanın düşünsel varlığının veya daha genel olarak düşüncenin bu evren içinde matefizik özellikler taşıması gerektiğini de bir çok insan düşünüyor. Yani metafizik derken de fiziği aşan fizik ötesi bir durumda olması gerektiğini. Aksi halde evrendeki deneyimlediğimiz fizik kurallarının katı kalıpları içinde kalan bir zihin yapısında olmamız için hiç bir neden yoktur. Ancak zihnimizin bunun aksine fizikle sınırlanmadığını görüyoruz. Şöyle düşünelim sadece düşünce içeriklerimizi madde mi belirliyor. Eğer böyleyse madde kontrolündeki zihnimiz için özgür iradeden de bahsedemeyiz. Yani buna göre birşeye inanıp inanmamak da aslında insanın kendi elinde değildir. Örneğin sizin nazara inanmamanız aslında sizin seçiminiz değildir. Bu çok mu uçuk geldi ama bir çok insan bunun böyle olduğuna dair düşünce veya en azından ciddi şüphe duyuyor. Çünkü kendi felsefi yaklaşımı gereği evreni indirgemeci bir metaryalizm felsefi içinde yani herşeyi maddeye indirgeyerek açıklamaya dair genel felsefi eğilimi nedeniyle bu noktaya gelmiş oluyor ve aslında bu 'ağır' bedeli bir nevi ödemiş oluyor.
Bu indirgemecilik karşısında ise diğer görüş düşünsellığin metafizik olduğu ( fizik üstü) yönünde. Yani düşüsellik maddenin ve fiziğin üstünde konumlanır ve bu nedenle özgür irademiz vardır ve madde bütün düşünsellığimizi belirlemez. Madde dusunselligimiz üzerinde etkili olsa bile dusunselligimiz de madde üzerinde etkili olabilir derler. (plesebo etkisindeki gibi kendi bedenimizdeki madde için bile) olsa). Böylece söz konusu özgür iradeye dair çıkmazdan da kurtulmuş ve seçimlerinin kendi dusunselliğınin sonucu olduğunu maddenin düşünselligini sınırlanmadığını düşünürler. Zihninin madde ötesi bir durumda olarak istediğini düşünmekte, hayal etmekte özgür olduğu noktasına varırlar. Bu şekilde düşünüş biçimi ile insan düşüncesinin evrende de fizik ötesi bir durumda olduğunu düşünürler. Yani eğer ki derler düşüncemiz madde ötesi bir niteliğe sahipse neden evren içinde bunun etkileri olmasın gibi bir düşünce içinde olurlar. Buna bir de Einstein gibi kozmik bir bilincin varlığı ekseninde şekillenmiş bir yaratıcı düşüncesi veya inanışı içinde bakan kişi için düşünselligin de evrenin varlığından bile sorumlu olduğu noktasına kadar giden bir düşünce silsilesi (zincirlemesi) buna eşlik eder.
Buradan da görüyoruz ki ve anlıyoruz ki insanların genel feslefi eğilimleri düşüncelerini belirleme noktasında çok etkili. Yine kendi düşünsellığini maddeye indirgemeyip kendi secimlerini yaptığına dair kişisel 'huzurunu,' bozmayacak düşünce biçimleri de insanlar üzerinde etkili olabilir. Diğer ihtimalde girdiği çıkmaz ve Paradokslar ve yaşayacağı çatışmalar yerine özgür iradesinin varlığına dair güçlü hissi kabul etmek insanın temel düşüncelerinde felsefi anlamda düşünüş biçimlerini, yaklaşım biçimlerini belirleyebilir. Çünkü bir kez düşünselligin metafizik olarak fizik üstü ötesi olduğu düşüncesini kabul eden kişi için çok farklı olasılıklara pencere açılmış olur. Bir dahi olsanız da bir prof olsanız da bu değişmeyebilir. (Not Einsteinın panteist yaratıcı düşüncesi ile inançsızlık arasında gelgitler yaşadığı bilinmektedir. )