Doğru tanımlarımız gerçek bilgi inanışı ile özdeşse de, aslında tam olarak aynı değillerdir. Doğru, insan üzerine temellendirilmiş bilgilerin, gerçek ise; varlık algısının dışında var olan bilgilerin tümelidir. Örneğin bireyin varlık üzerindeki olumlu bir etkisi doğrudur. Ancak bu doğrular salt gerçeklikler değillerdir. İyi ve kötü doğrudur, çünkü bunları insan algısı yaratmıştır. İyi ve kötünün gerçek olabilmesi içinse "mutlak" hale getirilmesi zorunludur.
Doğru ve gerçek arasındaki en temel ayrım budur. Ve bu yaklaşım aracılığıyla ahlak anlayışlarımız dinamik hale gelir. Dolayısıyla bu da her kişinin farklı bir doğru bilgi inanışı olduğu gerçeğini öne sürer. Doğru bireyselliğin, gerçek ise mutlağın sembolüdür.
Doğru bilgi ulaşılabilecek bir bilgi mertebesi değil. Zaten doğrular üzerinde yaşantımızı sürdürüyoruz. İnsanlar artık gerçek bilginin tutkunu haline gelmişlerdir. Mutlak bilgi doğruları aştığından, "her şeyin teorisi" buna örnek olarak verilebilir. Doğruyu ne kadar ararsan ara, olanların hepsinin sen de başlayıp-bittiğini farkedeceksin. Çünkü gerçek dediğimiz şey, ne olduğunu henüz bilmediğimiz bir şeydir. Algı odaklı uyaranlarımız aracılığıyla yaşadığımızdan, soyut ve somut bilgi üzerindeki tüm veri haznemiz bu algılar aracılığı ile gerçekleşir. Bu metni okuyan her bir insan farklı anlamlar çıkarır. Ve hepsi de bireysel olarak doğrudur, doğru kabul edilen bilgi ise "zevkler ve renklerin" ürünüdür.
"Her şey" tümevarımsal bir ilke olduğundan, üzerinde radikal yargılar getirilmesi olanaksız olan bir ilkedir. Bilim bu sayede her şeyi açıklayamaz. Bilimin her şeyi açıklayamamasının en büyük sebeplerinden biri de, varlık değerlerimizden ileri gelir. İnsanın varlık bilgisi sınırlı olduğundan, süre gelen bilgi birikimlerimiz insan değerleri üzerine kodlanmıştır. 2+2=4 bilgisi gerçek bilgiden ziyade bir doğrudur. Evrenin başka bir yerinde evrimleşen bilinç düzeyleri için bu sonuç farklı hesaplamalara varabilir.
Ortaya atılan subjektif açıklaman ise oldukça tutarsız. "mantıken büyük patlamanın nasıl olduğunu bilim bulamaz" önermesi skolastik düşünce kipini temellendirir. Bu da dogmatizm görüşüdür. Bilim her şeyi bilemez, ancak bu bilimin hiç bir şeyi bilemeyeceğini göstermez. Eğer bir dindarsan bu başlangıca tanrı yanıtını vermen muhtemeldir. Ama bir gün bilim, büyük patlamanın nasıl gerçekleştiğini keşfettiğinde inançlarını sorgulamaktan ziyade; hayatını yeni keşfedilen bulgunun nedeninin de tanrı olduğuna inanarak geçirirsin.
Felsefe, en geniş anlam kapsamıyla; düşünmektir. Felsefe bir bilim olmadığından, dış dünya hakkında ki bilgilerini çoğaltman biraz zor.
Açıklamanda ki en safsata kısım da tanrıya inanmak zorunda olduğumuzu söylemendi. Bir şeyi açıklayamıyor olmamız, ya da bir anlama-kavrama kabiliyeti gösteremiyor olmamamız bir tanrıyı kanıtlamaz. Epistemolojiden teolojiye geçtiğimizden artık teolojik çıkarımlar üzerine gideceğim.
Tanrı, hiçlik felsefesi ile aynı paradoksu içerir. Tanrı inanılması zorunlu hale getirilmeye çalışılan ve düşünsel anlamda tanrı kabul edilen dinamik bir varlıktır. Bana tanrıyı anlat dersem sen bana gerçek tanrı bilgisini değilde inandığın tanrının bilgisini paylaşmış bulunursun. Tanrı mutlak kabul edildiği için onun bu yanı düşüncenin devinimselliği ile tutarsızlık yaratır.
"Sanat ve sanatkar" argümanı için getirilebilecek karşıt tezlerden biri, sanat olmadan sanatkar olunamıyor ise, bu tanrının yaratıcı olabilmesi için önce yaratması gerektiğini söyler. Ama sınırlandırılan ve yaratıcı olması için yaratmaya ihtiyacı olan bir tanrının sonsuz kudreti nerede kaldı?
Peki ya, Tanrı nedir? En merhametli olan mı, yoksa en adil olan mı? Bunların ikisi de bir arada olamaz. Çünkü ne kadar adil davranmaya çalışırsanız çalışın merhamet duygusu adalete engel olacaktır. Adaletli olan kişinin acımasız olması gereklidir. Ancak acımasızlık duygusu merhamet ile çelişir.
Tanrının seni boşu boşuna yaratmadığını nereden biliyorsun? Tanrı da senin gibi istekleri, zevkleri ve nefret ettikleri olan bir varlık. Yani bir antropomorfik. Bu düşünceden yola çıkarak da, "öylesine yaptım" dediğin bir şey oldu mu? , Peki ya bunu tanrı da yaptıysa?
İnsanlar, amaçsız olmayı kendilerine yediremedikleri için bir çok yönden bir şeyleri tanrı üzerinden anlamlandırmaya ve hayatlarına amaç katma peşindeler. Tüm bu çabalar sonucu artık anlam arayışı kendini bulmak olarak yorumlanmaya başlandı.