Öncelikli olarak yerçekimini veya daha doğru adıyla kütleçekimi gözlemlemiyor olduğumuz doğru değil. Ligo deneyi ile tespit edilen kütleçekim dalgaları ile bir kez daha bu kuvvetin varlığına bir kanıt bulmuş olduk.
Bunun dışında nesnelerin birbirlerini çekebiliyor olduğu çok eski zamandan beri düşünülen bir konsept. Sadece bunun adını koymak bir meseleydi. Bilim neden ve nasıl sorusunu sormak adına hareket ettiği için Newton bunu kütle çekim olarak adlandırdı. Einstein ise kütlelerin birbirlerini çekmek yerine uzay zaman düzlemini büktüğü böylece diğer nesnelerin de o bükülmüş uzay zamanda gittiği için sanki büken nesne tarafından çekiliyormuş gibi göründüğünü söyledi. Kuantum mekaniği ise henüz kütleçekim ile ilgili kesinleşmiş bir çözüm sunamıyor ve fizik dünyasının en önemli problemlerinden biri de bu.
Tüm bunların dışında daha önemli bir durum var. Bilimde gözlemler her zaman doğrudan olmaz. Bazen dolaylı gözlemler, matematik hesaplamalar da bizi doğruya ulaştırmakta yardımcı olur. Şöyle bir benzetme yapayım, bir odaya girdiğinizi farz edin. Bu odanın alttan ısıtmalı bir sistemle donatıldığını ama boruların da görülemeyecek şekilde döşemeye gömüldüğünü farz edin. Siz odada bir sıcaklık fark edersiniz. Bu bir etkidir. Dolayısıyla burayı ısıtan bir şey var diye düşünürsünüz. Bilimde de bu tür durumlar yaşanıyor. Kara delik fotoğrafını çekene kadar hiç bir kara deliği tam görmemiş olsak da (ki yine aslında kara deliği değil olay ufkunu gördük) varlıklarından emindik.