Kanıt, somut bir gerçekliği delillere dayandırma amacı güttüğü için, ruh gibi günümüzde soyut olarak tanımlanan bir kavram için kullanılması bir çelişki aslında. Ruh, içinden çıktığı disiplin açısından farklı bir gerçeklik düzeyine ait bir olgudur çünkü. Bu nedenle içinde bulunduğumuz fizik evrene ait gerçeklik kriterleri ile sorgulanarak varlığı denetlenemez. Bunun yapılabilmesi için, böyle bir olgunun somut sonuçları olmak durumunda. Biyolojiyi yönetenin beyin değil, bilinç olduğunu biliyoruz artık. Yani aslında bilinç de soyut bir kavram, ancak neden olduğu sonuçlar somut nitelikte. Bu yüzden bilinci kabul ediyoruz. Din literatürü, konuyu biraz da bedenden bağımsız ele aldığı için belki de aynı kavramı farklı ifade ediyor. Sanki ruh bedene hapsolmuş, ondan tamamen ayrıymış gibi ele alınınca ister istemez fantastik kalıyor bilimsel bakış açısından bakınca. (öyle olup olmadığı bilinemez, farklı bir konu zaten) Oysa bilinç, biyolojinin üst bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Bir çok otör, karmaşık nörolojik aktivitenin (her nöronun ortalama 10bin diğer nöronla etkileşimi) neden olduğu bir kümülatif etki olarak değerlendiriyor. Din bir olgu için gerçeklik kriteri istemi oluşturmaz. İnanca dayalı olduğu için kabul ediş yeterlidir. Bu nedenle "kanıt" gibi somutluğa dayalı gerçeklik arayışı kriterleri ile değerledirilmezler.
Farklı disiplinlerde belli bir bilgi seviyesine ulaşan bireyler böyle konularda kutuplaşarak tamamen kabul etmek ya da tamamen reddetmek yerine ANLAMAYA ÇALIŞMAYI tercih ederlerse holistik bakış açısına ulaşabilirler. Malesef kutuplaşmış kültürel yapımız nedeniyle yoğunluklu olarak taraflaşmış fanatik biçimde ele alıyoruz konuları ve anlamıyoruz bu nedenle.
Bir noktada MUTLAK kabul ve red di bir kenara koyup (gözlüklerimizi çıkarıp) bakmak zorunda olduğumuzu kabul edeceğiz. Umarım bunu geç olmadan becerebiliriz.