Merhaba,
Duygusal anlam yüklemenin birkaç farklı şekli var. Toplumlar bazı nesnelere (doğal veya insan yapımı) kutsallık atfeder. Aile yadigarı bir nesne, kimlik ve aidiyetle ilgili bir bağlanma yaratabilir mesela. Evinizdeki ve çevrenizdeki nesneler, size tanıdık geleceğinden, belirsizlik hissini azaltırlar. Küçük çocuklar bazı yumuşak oyuncaklarına sarılarak duygusal tatmin sağlarlar. Yetişkinler eski eşyaları sayesinde anılarını canlı tutarlar vs. Bazı durumlarda, kişiler bir nesneye saplantı düzeyinde de bağlanabilirler. Ya da belli bir nesneye değil de, istifçiliğe yönelirler - duruma göre kleptomaniye kadar varabilir. Bunlar, tatmin edilmemiş sevgi ve kontrol ihtiyacının aşırıya kaçması şeklinde okunabilir. Uç bir örnek olarak, işkence yapanlar (ve bazı çocuk istismarcıları), bilerek günlük hayatta sık karşılaşılan nesneler kullanırlar ki, kurbanları bu nesnelerle sürekli karşılaşıp travmalarını tekrar tekrar yaşasınlar. Özellikle kurban ve saldırgan günlük hayatta da karşılaşıyorlarsa (hapishane, okul, bakım evi vb.), saldırgan bu nesneyi bir baskı aracına dönüştürebilir. Silah taşımak ve göstermek, karşılıklı güven olmayan ortamda, bir ast-üst ilişkisini korku üzerinden tanımlar. Zayıf taraf, durumunu kabullenir.
Dünyaya geldiğimizde çevreyi sadece görerek değil, hatta daha ziyade dokunarak ve tadına bakarak tanımaya çalışırız. Bir şeye dokunmak, onu zihnimizde daha "gerçek" hale getirir. O nedenle nesneler, soyut fikirlere göre bir miktar daha değerlidir, güven vericidir. Sevilen kişiye ait bir özel eşya, saç tutamı, fotoğraf, vs. uçucu bir anıya göre çok daha yüksek duygusal tepki uyandırır. Yiyecekler somut birer nesnedir. İlk bağlandığımız şeyler; parlak renkleri, sıcaklık-yumuşaklıkları veya aromaları sayesinde bizde olumlu hisler uyandıranlardır. Bu bağlamda tanıdık dost canlısı yüzler de birer etkileşimli nesnedir tabii. Bağlanma/dışlama özelliğimiz sayesinde neyin yararlı, neyin zararlı (ya da dost/düşman) olduğuna hızlıca karar verebiliriz. Tabii dost ve aile kazığı dediğimiz riske de maruz kalırız.
Nesnelere bağlılık, çevremizi ve kaderimizi kontrol edebilme hissine destek verdikleri oranda, bir yere kadar makul sayılabilir. Evimizi, yüzleri, yakın coğrafyayı iyi tanımak, beynimizin sürekli yeni uyaranlarla meşgul etmeyeceği için enerji ve stres tasarrufu sağlar. Beynimiz sürekli alarm durumunda olmayı sevmez. Kutsal nesnelere duyulan kolektif bağlılık, insan topluluklarının birlikte hareket etme, ortak bir kimlik oluşturma potansiyelini desteklediği için her toplumda korunan bir davranış. Zamanla bu daha soyut sembolleri olan dinlere de evrilmiş, ama Hıristiyanlık örneğinde belirgin şekilde haç ve İsa=Tanrı şeklinde daha somut figürler de karşımıza çıkıyor. Bu figürler, evrenin (ya da tanrının/tanrıların) bizi muhatap aldığına dair umudumuzu canlı tutar. Dini yapılar da bir çeşit dokunulmazlığa sahip olduklarından, insanların zor zamanlarda sığınabilecekleri yerler olarak bilinir.
Modern toplumlarda ise duygusal yalnızlaşmanın çaresi, tüketim ve nesne fetişizminde aranır. Pahalı ve nadir bulunan nesneler, birer statü sembolü olarak teşhir edilir. Karmaşık hiyerarşilerde statü, hayattakalmak için elzem bir özelliktir. İster istemez, güvencelerin ve dayanışmanın az olduğu yerlerde, bu eğilim artar, ilişkiler yüzeyselleşir, fetişizm yükselişe geçer. Aynı şey, çaresiz ve güvencesiz insanların dini sembollere sarılmasında da görülebilir. Dolayısıyla çoğu konuda olduğu üzere, duygusal bağlılık, olumlu ve olumsuz eğilimleri destekleyebilir.