Aşk, insanlık tarihinin en büyük gizemlerinden biri. İlkel toplumlarda aşk, romantizmden çok güç ve kaynak paylaşımıyla ilgiliydi. Peki bu güçlü duygu, yalnızca hormonların ve evrimsel süreçlerin bir ürünü mü? Antropologlar, ilk insanların "aşk" hissini eş seçiminde bir avantaj olarak kullandığını düşünürken psikologlar da aşkın, "bağımlılık yaratan bir süreç" olduğunu keşfetmiştir. Dopamin ve oksitosin gibi hormonlar, bağlanmayı sağlayarak yavruların korunmasını kolaylaştırmıştır. Beyin taramaları, aşık olan insanların beyninin uyuşturucu bağımlılarıyla benzer şekilde çalıştığını ortaya koymuştur. Feodal Avrupa’da ise "şövalyelik aşkı" kavramı doğmuş, ulaşılamayan sevgiliye duyulan tutku, şiirlerin ve destanların temeli olmuştur. Günümüzde Tinder, Bumble gibi uygulamalar, eş seçimini veri analizine dönüştürdü. Hatta Metaverse’te sanal aşk yaşayanlar bile var! Peki bu, insan duygularının gelecekteki evrimi mi? Aşk, biyolojik kökenlerinden dijital dünyaya uzanan uzun soluklu bir serüven yaşıyor. Belki de değişmeyen tek şey, onun hâlâ insanlığın en büyük motivasyon kaynağı olması.