Keşfedin, Öğrenin ve Paylaşın
Evrim Ağacı'nda Aradığın Her Şeye Ulaşabilirsin!
Paylaşım Yap
Eserler
İncelemeler
Kişiler
Aklımdan Geçen
Komünite Seç
Aklımdan Geçen
Fark Ettim ki...
Bugün Öğrendim ki...
İşe Yarar İpucu
Bilim Haberleri
Hikaye Fikri
Video Konu Önerisi
Başlık
Bugün Türkiye'de bilime ve bilim okuryazarlığına neler katacaksın?
Gündem
Bağlantı
Ekle
Soru Sor
Stiller
Kurallar
Komünite Kuralları
Bu komünite, aklınızdan geçen düşünceleri Evrim Ağacı ailesiyle paylaşabilmeniz içindir. Yapacağınız paylaşımlar Evrim Ağacı'nın kurallarına tabidir. Ayrıca bu komünitenin ek kurallarına da uymanız gerekmektedir.
1
Bilim kimliğinizi önceleyin.
Evrim Ağacı bir bilim platformudur. Dolayısıyla aklınızdan geçen her şeyden ziyade, bilim veya yaşamla ilgili olabilecek düşüncelerinizle ilgileniyoruz.
2
Propaganda ve baskı amaçlı kullanmayın.
Herkesin aklından her şey geçebilir; fakat bu platformun amacı, insanların belli ideolojiler için propaganda yapmaları veya başkaları üzerinde baskı kurma amacıyla geliştirilmemiştir. Paylaştığınız fikirlerin değer kattığından emin olun.
3
Gerilim yaratmayın.
Gerilim, tersleme, tahrik, taciz, alay, dedikodu, trollük, vurdumduymazlık, duyarsızlık, ırkçılık, bağnazlık, nefret söylemi, azınlıklara saldırı, fanatizm, holiganlık, sloganlar yasaktır.
4
Değer katın; hassas konulardan ve öznel yoruma açık alanlardan uzak durun.
Bu komünitenin amacı okurlara hayatla ilgili keyifli farkındalıklar yaşatabilmektir. Din, politika, spor, aktüel konular gibi anlık tepkilere neden olabilecek konulardaki tespitlerden kaçının. Ayrıca aklınızdan geçenlerin Türkiye’deki bilim komünitesine değer katması beklenmektedir.
5
Cevap hakkı doğurmayın.
Aklınızdan geçenlerin bu platformda bulunmuyor olabilecek kişilere cevap hakkı doğurmadığından emin olun.
Size Özel
Makaleler
Rastgele Soru
İnceleme
Hatice Kutbay
Hatice Kutbay
113.0K UP
İnceleyen 2 saat önce
Michel Foucault , Entelektüelin Siyasi İşlevi: Seçme Yazılar 1, entelektüelin toplum içindeki konumunu, sorumluluğunu ve iktidarla kurduğu ilişkiyi yeniden düşünmeye zorlayan metinlerden oluşur. Foucault bu yazılarda, geleneksel anlamda “hakikati bilen ve topluma yukarıdan seslenen entelektüel” figürünü sorgular ve bu figürün modern iktidar biçimleri karşısında artık geçerliliğini yitirdiğini savunur.

Foucault’ya göre klasik entelektüel, evrensel doğrular adına konuştuğunu iddia eden, halk adına söz alan bir otorite figürüdür. Oysa modern toplumlarda iktidar, yalnızca devlet ya da hukuk aracılığıyla değil; bilim, tıp, eğitim, psikiyatri ve medya gibi bilgi alanları üzerinden işler. Bu nedenle entelektüelin temel görevi, “doğruyu söylemek”ten çok, doğrunun nasıl üretildiğini, kimler tarafından ve hangi çıkarlar doğrultusunda dolaşıma sokulduğunu açığa çıkarmaktır. Entelektüel, hakikatin sözcüsü değil, hakikat rejimlerinin eleştirmenidir.

Bu kitapta Foucault, “özgül entelektüel” kavramını öne çıkarır. Özgül entelektüel, toplum adına konuşan soyut bir figür değil; kendi bilgi alanı içinde, iktidarın somut işleyiş biçimlerini ifşa eden kişidir. Örneğin bir doktor sağlık politikalarını, bir hukukçu ceza sistemini, bir akademisyen bilgi üretim mekanizmalarını sorguladığında siyasal bir işlev üstlenmiş olur. Böylece siyaset, parlamentoyla ya da ideolojilerle sınırlı olmaktan çıkar; gündelik pratiklerin içine yerleşir.

Foucault, entelektüelin iktidarla ilişkisini mutlak bir karşıtlık üzerinden kurmaz. Entelektüel de iktidar ağlarının içindedir; üniversiteler, araştırma fonları ve yayın mekanizmaları bunun örnekleridir. Bu nedenle entelektüelin sorumluluğu, iktidarın dışında durduğunu iddia etmek değil, kendi konumunun da iktidar tarafından nasıl şekillendirildiğini sorgulamaktır. Bu öz-eleştirel tutum, Foucault’ya göre gerçek politik müdahalenin ön koşuludur.

Kitapta sıkça vurgulanan bir diğer nokta, entelektüelin “temsil” iddiasından vazgeçmesi gerektiğidir. Foucault, entelektüelin ezilenler adına konuşmasının, farkında olmadan yeni bir tahakküm ilişkisi üretebileceğini savunur. Bunun yerine entelektüelin görevi, susturulan seslerin konuşabileceği alanlar açmak, bilgi ve iktidar arasındaki bağları görünür kılmaktır. Bu yaklaşım, entelektüeli bir rehberden çok bir kolaylaştırıcı konumuna yerleştirir.

Entelektüelin Siyasi İşlevi: Seçme Yazılar 1, entelektüelliği ayrıcalıklı bir bilinç durumu olarak değil, sürekli sorgulama gerektiren bir pratik olarak ele alır. Foucault, entelektüelin siyasi işlevini büyük idealler ya da devrimci sloganlar üzerinden değil, bilgiyle iktidar arasındaki ilişkileri çözümleme ve bozma çabası üzerinden tanımlar. Bu yönüyle kitap, entelektüel olmanın ne anlama geldiğini yeniden düşünmek isteyen herkes için güçlü ve sarsıcı bir metindir.
İnceleme Yaz
Sonra Okuyacaklarıma Ekle
0
0 Yorum
  • Şikayet Et
  • Mantık Hatası
0
  • Paylaş
  • Alıntıla
  • Alıntıları Göster
İnceleme
Hatice Kutbay
Hatice Kutbay
113.0K UP
İnceleyen 2 saat önce
Michel Foucault ,Özne ve İktidar: Seçme Yazılar 2, Foucault’nun düşüncesinde “iktidar” kavramının nasıl işlediğini ve öznenin bu iktidar ilişkileri içinde nasıl kurulduğunu anlamak açısından temel metinlerden biridir. Bu kitapta Foucault, iktidarı yalnızca baskı uygulayan, yasaklayan ya da merkezi bir otorite olarak değil; bireyleri şekillendiren, kimlikler üreten ve gündelik hayatın en küçük ayrıntılarına kadar sızan bir ilişki ağı olarak ele alır.

Foucault’ya göre özne, iktidarın karşısında duran hazır bir varlık değildir; aksine iktidar ilişkileri içinde ve onlar aracılığıyla kurulur. İnsanlar, cinsiyetleri, cinsel yönelimleri, hastalıkları, suçlulukları ya da “normal” kabul edilen davranışları üzerinden tanımlanır. Bu tanımlar, hukuki ya da tıbbi söylemler gibi bilgi biçimleriyle desteklenir. Böylece iktidar, yalnızca “yukarıdan” değil, bilgi aracılığıyla her yerde işler. Foucault’nun ünlü ifadesiyle iktidar, bastırmaktan çok üretir: bireyleri, kimlikleri ve “doğruları” üretir.

Kitapta önemli bir kırılma noktası, iktidarın sadece zor yoluyla değil, bireyin kendisini denetlemesi yoluyla işlediğinin gösterilmesidir. Disiplin toplumunda birey, dışsal bir zorlamaya gerek kalmadan, kendisini izler, düzeltir ve normalleştirir. Okul, hastane, kışla ve hapishane gibi kurumlar, bu özneleşme sürecinin temel mekânlarıdır. Bu kurumlar sayesinde birey, hem itaatkâr hem de “yararlı” bir özne hâline getirilir.

Ancak Foucault için iktidar her zaman mutlak değildir. İktidarın olduğu her yerde direniş de vardır. Özne, iktidar tarafından kurulduğu ölçüde, ona karşı koyma imkânlarını da içinde taşır. Bu noktada Foucault, özgürlüğü iktidarın yokluğu olarak değil, iktidar ilişkileri içinde hareket edebilme ve onları dönüştürebilme kapasitesi olarak düşünür. Öznenin etik boyutu da burada ortaya çıkar: birey, kendisiyle kurduğu ilişkiyi yeniden düşünerek iktidarın dayattığı kimlikleri sorgulayabilir.

Özne ve İktidar, Foucault’nun geç dönem düşüncesine özgü olarak, “kendilik teknikleri”ne de kapı aralar. İktidar yalnızca başkaları tarafından uygulanmaz; birey, kendisi üzerinde de iktidar uygular. Bu nedenle özgürleşme, dışsal bir devrimin değil, aynı zamanda öznenin kendisiyle kurduğu ilişkinin dönüşümünün sonucudur. Bu yaklaşım, klasik siyasal iktidar eleştirilerinden farklı olarak, gündelik hayatı ve bireysel deneyimi merkeze alır.

Özne ve İktidar: Seçme Yazılar 2, modern toplumlarda iktidarın nasıl işlediğini, bireyin nasıl şekillendirildiğini ve özgürlüğün hangi sınırlar içinde mümkün olduğunu gösteren derinlikli bir çalışmadır. Foucault bu metinlerle, iktidarı yalnızca eleştirilecek bir yapı olarak değil, sürekli analiz edilmesi gereken dinamik bir ilişki biçimi olarak düşünmemizi sağlar. Kitap, insanın “kim olduğu” sorusunun, her zaman politik ve tarihsel bir soru olduğunu güçlü biçimde hatırlatır.
9.0/10
(1 Kişi)
Puan Ver
İnceleme Yaz
Sonra Okuyacaklarıma Ekle
0
0 Yorum
  • Şikayet Et
  • Mantık Hatası
0
  • Paylaş
  • Alıntıla
  • Alıntıları Göster
İnceleme
Hatice Kutbay
Hatice Kutbay
113.0K UP
İnceleyen 2 saat önce
“Anarşist Bir Antropolojiden Parçalar”, David Graeber’in antropolojiyi devlet, hiyerarşi ve zorunlu iktidar varsayımlarından arındırarak düşünmeye çağırdığı kısa ama çok etkili metnidir. Graeber bu çalışmada, antropolojinin sunduğu etnografik verilerin, insan toplumlarının zorunlu olarak devlete, merkezi otoriteye ya da hiyerarşik düzene ihtiyaç duymadığını açıkça gösterdiğini savunur.

Metnin temel çıkış noktası şudur: İnsan toplulukları tarih boyunca yalnızca tek bir siyasal örgütlenme biçimi geliştirmemiştir. Antropolojik kayıtlar; devlet dışı, eşitlikçi, geçici, gönüllü ve yatay örgütlenmelere dayanan çok sayıda toplumun varlığını ortaya koyar. Bu toplumlarda düzen, yasa ya da otorite tarafından değil; karşılıklılık, müzakere, sosyal baskı ve etik normlar yoluyla sağlanır. Graeber’e göre bu durum, modern toplumlarda “devletsiz yaşam kaos getirir” şeklindeki yaygın inancı temelden sarsar.

Graeber, anarşizmi bir “ütopya” ya da geleceğe ertelenmiş bir ideal olarak değil, zaten var olmuş ve hâlâ var olan toplumsal pratiklerin bir adı olarak ele alır. Antropoloji tam da bu noktada anarşist düşünce için vazgeçilmezdir; çünkü antropoloji, insanın nasıl yaşamak zorunda olduğunu değil, nasıl yaşayabildiğini gösterir. Özellikle avcı-toplayıcı gruplar, bazı yerli toplumlar ve tarihsel komünal yapılar, zorlayıcı iktidar olmadan da karmaşık sosyal ilişkilerin sürdürülebildiğini kanıtlar.

Metinde önemli bir vurgu da iktidarın doğallaştırılması eleştirisidir. Graeber, modern devletin ve bürokrasinin kaçınılmaz olduğu fikrinin, bilimsel değil ideolojik bir kabule dayandığını söyler. Antropolojinin görevi ise bu kabulleri sorgulamak, “başka türlü yaşamak mümkün mü?” sorusunu sürekli canlı tutmaktır. Bu anlamda antropoloji, yalnızca betimleyici bir bilim değil; aynı zamanda eleştirel ve özgürleştirici bir düşünme pratiğidir.

Graeber’e göre anarşist antropoloji, büyük devrim anlatılarından çok gündelik yaşam pratiklerine odaklanır. İnsanların birbirleriyle nasıl karar aldıkları, çatışmaları nasıl çözdükleri, liderliği nasıl sınırladıkları gibi konular, iktidarsız düzenlerin nasıl işlediğini anlamak açısından merkezi öneme sahiptir. Bu yaklaşım, siyaseti yalnızca devlet ve kurumlar düzeyinde değil, günlük ilişkiler içinde düşünmeyi mümkün kılar.

Sonuç olarak “Anarşist Bir Antropolojiden Parçalar”, antropolojiyi yalnızca geçmiş toplumları inceleyen bir disiplin olmaktan çıkarıp, bugünü ve geleceği yeniden düşünmemizi sağlayan politik bir bilgi alanı olarak konumlandırır. Graeber, bu metinle bize şunu hatırlatır: İnsan toplumu tek bir yola mahkûm değildir; hiyerarşi, zor ve tahakküm insan doğasının değişmez parçaları değil, tarihsel tercihlerdir. Antropoloji ise bu tercihlerin başka türlü yapılabileceğini gösteren en güçlü kanıtlardan biridir.
Puan Ver
Orjinal Adı : Fragments of an Anarchist Anthropology
İnceleme Yaz
Sonra Okuyacaklarıma Ekle
0
0 Yorum
  • Şikayet Et
  • Mantık Hatası
0
  • Paylaş
  • Alıntıla
  • Alıntıları Göster
İnceleme
Hatice Kutbay
Hatice Kutbay
113.0K UP
İnceleyen 1 gün önce
Karamazov Kardeşler, yalnızca bir aile romanı ya da bir cinayet hikâyesi değil; insanın ahlaki, metafizik ve varoluşsal sınırlarını zorlayan çok katmanlı bir düşünce metnidir. Dostoyevski bu eserinde Tanrı, özgür irade, suç, vicdan, inanç ve nihilizm gibi temel meseleleri somut insan karakterleri üzerinden tartışır. Roman, modern insanın iç çatışmalarını edebiyatın imkânlarıyla felsefi bir sorgulamaya dönüştürür.

Eserdeki üç kardeş –Dimitri (Mitya), Ivan ve Alyoşa– insan doğasının üç farklı yönünü temsil eder. Dimitri tutkularıyla hareket eden, ahlaki gelgitler yaşayan bedensel ve duygusal insanı simgeler. Ivan aklı, kuşkuyu ve Tanrı’ya yöneltilen entelektüel itirazı temsil eder. Alyoşa ise inancı, merhameti ve ahlaki ideali cisimleştirir. Bu üçlü yapı, insanın tek bir bütün olmadığını; çelişkilerle örülü çok katmanlı bir varlık olduğunu gösterir.

Romanın merkezindeki “baba katli” meselesi, yalnızca hukuki bir suç değildir. Dostoyevski için asıl mesele, düşüncenin suça ortak olup olamayacağıdır. Ivan’ın ünlü “Tanrı yoksa her şey mubahtır” düşüncesi, roman boyunca soyut bir fikir olmaktan çıkarak yıkıcı sonuçlar doğuran bir etik probleme dönüşür. Burada Dostoyevski, aklın mutlak özgürlük iddiasını sorgular ve ahlaki sorumluluğun yalnızca eylemle değil, düşünceyle de ilgili olduğunu ima eder.

Büyük Engizisyoncu bölümü, romanın felsefi doruk noktasıdır. Bu bölümde Ivan, Alyoşa’ya Mesih’in özgürlük vaadi ile insanın güvenlik ve itaat arzusunu karşı karşıya getirir. İnsanların özgürlükten çok ekmek ve düzen istediği fikri, modern toplumların otoriteyle kurduğu ilişkiye dair evrensel bir eleştiri sunar. Dostoyevski burada, özgürlüğün ağır bir yük olduğunu ve herkesin bu yükü taşımaya hazır olmadığını ileri sürer.

Alyoşa’nın karakteri ise Dostoyevski’nin karanlık insan manzarasına karşı sunduğu etik bir umut alanıdır. Alyoşa kusursuz bir aziz değildir; fakat başkalarının acısına kayıtsız kalmayan, yargılamadan anlayan bir figürdür. Roman, kurtuluşu ideolojilerde ya da soyut ilkelerde değil, bireyler arası sorumlulukta ve merhamette arar.

Sonuç olarak Karamazov Kardeşler, insanın hem yıkıcı hem de yaratıcı potansiyelini aynı anda gösteren bir romandır. Dostoyevski, kesin cevaplar vermekten çok rahatsız edici sorular sorar: Suç kimindir? İnanç bir kaçış mı, yoksa ahlaki bir cesaret midir? Akıl insanı özgürleştirir mi, yoksa yalnızlaştırır mı? Bu sorular, romanı yalnızca 19. yüzyıla ait bir eser olmaktan çıkarır ve onu günümüz insanı için hâlâ sarsıcı kılar.
9.9/10
(20 Kişi)
Puan Ver
İnceleme Yaz
Sonra Okuyacaklarıma Ekle
4
0 Yorum
  • Şikayet Et
  • Mantık Hatası
0
  • Paylaş
  • Alıntıla
  • Alıntıları Göster
İnceleme
Hatice Kutbay
Hatice Kutbay
113.0K UP
İnceleyen 2 gün önce
Küçük Prens, yüzeyde bir çocuk masalı gibi görünse de, aslında yetişkin dünyasının değerlerini, zaaflarını ve körlüklerini eleştiren derin bir felsefi metindir. Saint-Exupéry, basit bir dil ve sembolik karakterler aracılığıyla insanın anlam arayışını, sevgiyle kurduğu ilişkiyi ve sorumluluk bilincini sorgular.

Eserde Küçük Prens’in gezegenler arası yolculuğu, yetişkinlerin dünyasını temsil eden tipler üzerinden ilerler. Kral, kendini beğenmiş adam, iş adamı ve coğrafyacı gibi figürler; iktidar hırsını, boş gururu, anlamsız birikimi ve duygudan yoksun bilgiyi simgeler. Bu karakterler, yetişkinlerin çoğu zaman hayatın özünü kaçırdığını gösterir. Saint-Exupéry, bu eleştiriyi çocukça bir saflıkla sunduğu için metin hem yumuşak hem de sarsıcıdır.

Kitabın merkezinde yer alan gül ve tilki, eserin en güçlü sembolleridir. Gül, sevginin kırılgan ama emek isteyen doğasını temsil ederken; tilki aracılığıyla verilen “İnsan ancak yüreğiyle baktığında doğruyu görebilir; asıl olan gözle görülmez” düşüncesi, eserin temel felsefesini oluşturur. Sevginin, bağ kurmanın ve sorumluluk almanın insanı insan yapan temel değerler olduğu vurgulanır.

Küçük Prens, aynı zamanda modern insanın yalnızlığını ve yabancılaşmasını da ele alır. Çölde karşılaşılan pilot ile Küçük Prens arasındaki ilişki, yetişkinlerin kaybettikleri çocukluk duyarlılığını yeniden hatırlama çabasıdır. Bu yönüyle eser, okura bir nostalji sunmaktan çok, içsel bir yüzleşme önerir.

Sonuç olarak Küçük Prens, her yaşta farklı anlamlar sunan, sade anlatımıyla derin düşünceler barındıran zamansız bir eserdir. Çocuklara hayal gücünü, yetişkinlere ise unuttukları değerleri hatırlatır. Kitabın asıl gücü, karmaşık hakikatleri basit ama kalıcı cümlelerle dile getirebilmesinde yatar.
9.6/10
(160 Kişi)
Puan Ver
The Little Prince
İnceleme Yaz
Sonra Okuyacaklarıma Ekle
6
0 Yorum
  • Şikayet Et
  • Mantık Hatası
0
  • Paylaş
  • Alıntıla
  • Alıntıları Göster
Daha Fazla İçerik Göster
Popüler Yazılar
30 gün
90 gün
1 yıl
Evrim Ağacı'na Destek Ol

Evrim Ağacı'nın %100 okur destekli bir bilim platformu olduğunu biliyor muydunuz? Evrim Ağacı'nın maddi destekçileri arasına katılarak Türkiye'de bilimin yayılmasına güç katın.

Evrim Ağacı'nı Takip Et!
Keşfet
Ara
Yakında
Sohbet
Agora

Bize Ulaşın

ve seni takip ediyor

Göster

Şifremi unuttum Üyelik Aktivasyonu

Göster

Şifrenizi mi unuttunuz? Lütfen e-posta adresinizi giriniz. E-posta adresinize şifrenizi sıfırlamak için bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Eğer aktivasyon kodunu almadıysanız lütfen e-posta adresinizi giriniz. Üyeliğinizi aktive etmek için e-posta adresinize bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Close