Keşfedin, Öğrenin ve Paylaşın
Evrim Ağacı'nda Aradığın Her Şeye Ulaşabilirsin!
Paylaşım Yap
Eserler
İncelemeler
Kişiler
Aklımdan Geçen
Komünite Seç
Aklımdan Geçen
Fark Ettim ki...
Bugün Öğrendim ki...
İşe Yarar İpucu
Bilim Haberleri
Hikaye Fikri
Video Konu Önerisi
Başlık
Kafana takılan neler var?
Gündem
Bağlantı
Ekle
Soru Sor
Stiller
Kurallar
Komünite Kuralları
Bu komünite, aklınızdan geçen düşünceleri Evrim Ağacı ailesiyle paylaşabilmeniz içindir. Yapacağınız paylaşımlar Evrim Ağacı'nın kurallarına tabidir. Ayrıca bu komünitenin ek kurallarına da uymanız gerekmektedir.
1
Bilim kimliğinizi önceleyin.
Evrim Ağacı bir bilim platformudur. Dolayısıyla aklınızdan geçen her şeyden ziyade, bilim veya yaşamla ilgili olabilecek düşüncelerinizle ilgileniyoruz.
2
Propaganda ve baskı amaçlı kullanmayın.
Herkesin aklından her şey geçebilir; fakat bu platformun amacı, insanların belli ideolojiler için propaganda yapmaları veya başkaları üzerinde baskı kurma amacıyla geliştirilmemiştir. Paylaştığınız fikirlerin değer kattığından emin olun.
3
Gerilim yaratmayın.
Gerilim, tersleme, tahrik, taciz, alay, dedikodu, trollük, vurdumduymazlık, duyarsızlık, ırkçılık, bağnazlık, nefret söylemi, azınlıklara saldırı, fanatizm, holiganlık, sloganlar yasaktır.
4
Değer katın; hassas konulardan ve öznel yoruma açık alanlardan uzak durun.
Bu komünitenin amacı okurlara hayatla ilgili keyifli farkındalıklar yaşatabilmektir. Din, politika, spor, aktüel konular gibi anlık tepkilere neden olabilecek konulardaki tespitlerden kaçının. Ayrıca aklınızdan geçenlerin Türkiye’deki bilim komünitesine değer katması beklenmektedir.
5
Cevap hakkı doğurmayın.
Aklınızdan geçenlerin bu platformda bulunmuyor olabilecek kişilere cevap hakkı doğurmadığından emin olun.
Size Özel
Makaleler
Rastgele Soru
İnceleme
Hatice Kutbay
İnceleyen 58 dakika önce
Michel de Montaigne . Denemeler, kesin doğruların değil, insanın kendi üzerine dürüstçe eğilmesinin kitabıdır. Montaigne bu eserde felsefeyi soyut ilkeler alanından çıkarır; gündelik hayatın, korkuların, alışkanlıkların ve çelişkilerin içine taşır. Denemeler, düşüncenin tamamlanmış bir sistem değil, sürekli yoklanan bir yolculuk olduğunu gösterir.

Montaigne’in yazma gerekçesi daha ilk satırlarda açıkça dile getirilir:

“Bu kitabın konusu benim.”

Bu cümle, eserin hem cesaretini hem de sınırını belirler. Montaigne kendini anlatırken aslında insanı anlatır; çünkü ona göre insan doğası bireysel olanda evrensel olarak görünür. Bu yaklaşım, Orta Çağ’ın dogmatik düşünce geleneğine karşı sessiz ama derin bir kopuştur.

Denemeler’in merkezinde kuşku vardır. Montaigne bilgiye, geleneğe ve otoriteye temkinli yaklaşır. Onun ünlü sorusu şudur:

“Que sais-je?” (Ne biliyorum?)

Bu soru, bir cehalet itirafı değil; entelektüel alçakgönüllülüğün ifadesidir. Montaigne için insanı özgürleştiren şey kesinlik değil, kuşku yetisidir. Bilgiden çok bilgelik peşindedir ve bu bilgelik, sınırlarını bilmeyi gerektirir.

Eserde stoacı dinginlik ile epikürcü yaşam sevinci iç içedir. Montaigne aklı yüceltir ama onu mutlaklaştırmaz. İnsan doğasının zayıflıklarını kabullenir:

“İnsan ne kadar kendini yukarı çıkarırsa, düşüşü o kadar sert olur.”

Bu bakış, insanı kusurlarıyla birlikte sevme çağrısıdır. Montaigne ahlakı buyurgan kurallar toplamı olarak değil, yaşanmış deneyimlerden süzülmüş bir denge olarak görür.

Ölüm, Denemeler’in en merkezi temalarından biridir. Montaigne ölümü karamsar bir son değil, yaşamı anlamlandıran bir sınır olarak düşünür:

“Ölüm, yaşamın amacı değil; ölçüsüdür.”

Bu yaklaşım, insanı ölüm korkusundan özgürleştirmeyi amaçlar. Ölümü düşünmek, Montaigne’e göre hayattan kopmak değil; onu daha bilinçli yaşamaktır.

Sonuç olarak Denemeler, okura hazır cevaplar sunmaz. Montaigne düşüncesini sürekli geri alır, düzeltir, çelişir. Bu nedenle kitap bir “öğreti” değil, düşünmenin ahlakıdır. Okuyucuyu kendini yargılamaya, başkalarını yargılamadan önce insan olmanın kırılganlığını kabul etmeye çağırır.

Montaigne’in asıl mirası şudur: Kesinlik insanı katılaştırır; kuşku ise insan kılar. Bu yüzden Denemeler, yüzyıllar geçmesine rağmen hâlâ en samimi, en özgürleştirici felsefe metinlerinden biridir.
Kitap
8.5/10
(2 Kişi)
Puan Ver
Orjinal Adı : Les Essais
İnceleme Yaz
Sonra Okuyacaklarıma Ekle
1
0 Yorum
  • Şikayet Et
  • Mantık Hatası
0
  • Paylaş
  • Alıntıla
  • Alıntıları Göster
İnceleme
Hatice Kutbay
İnceleyen 1 saat önce
Cengiz Aytmatov – Toprak Ana, savaşın ve yoksulluğun ortasında insanla toprak arasındaki etik ve varoluşsal bağı merkezine alan, sade diliyle derin bir ağıt niteliği taşıyan bir romandır. Aytmatov bu eserde büyük politik söylemlerden çok, acıya rağmen ayakta kalmaya çalışan sıradan insanların sessiz direncini anlatır.

Romanın merkezinde Tolgonay vardır. O hem bir anne hem bir emekçi hem de toprağın sesi gibidir. Toprak, romanda cansız bir nesne değil; konuşan, tanıklık eden, acıyı taşıyan yaşayan bir özneye dönüşür. Tolgonay’ın toprağa seslendiği an, romanın felsefi kalbini açar:

“Toprak Ana, söyle bana, insan neden acı çeker?”

Bu soru, yalnızca bireysel bir yasın değil, insanlık durumunun sorusudur. Savaş, romanda soyut bir felaket değil; oğullarını, eşini ve hayatını yitiren bir kadının somut deneyimi olarak karşımıza çıkar.

Aytmatov’un toprağı bir anne metaforuyla kurması bilinçlidir. Toprak hem besler hem alır; hem umut verir hem kaybı saklar. Romanda bu iki yönlülük şu ifadeyle yankılanır:

“Toprak bağrına basar her şeyi; sevinci de acıyı da.”

Burada toprak, insanın yazgısına kayıtsız değildir; ama adildir. İnsan ne ekerse, onu biçer. Emek, acı ve sabır iç içedir. Bu nedenle Toprak Ana, kaderci değil; acıdan doğan bir bilgelik taşır.

Savaş eleştirisi romanda açık sloganlarla değil, suskunlukla yapılır. Tolgonay’ın kayıpları karşısındaki sessizliği, binlerce sözden daha ağırdır. Aytmatov bu durumu yalın bir cümleyle ifade eder:

“Savaş insanı yalnız bırakır, kalabalıklar içinde bile.”

Bu bakımdan roman, sadece savaş karşıtı değil; insanı araçsallaştıran her düzenin eleştirisidir. Kadınlar ve yaşlılar, üretmeye ve yaşamı sürdürmeye mecbur kalırken, savaşın “kahramanlık” anlatısı bilinçli olarak dışarıda bırakılır.

Sonuçta Toprak Ana, toprağı vatan olarak yücelten romantik bir metin değildir; emeğin, kaybın ve direncin ahlakını anlatır. Aytmatov, insanın toprağa hükmeden değil, onunla birlikte var olan bir canlı olduğunu hatırlatır. Roman kapanırken geriye şu düşünce kalır: İnsan her şeyini kaybedebilir, ama toprağa tutunduğu sürece yeniden yaşamayı öğrenebilir.

Bu yönüyle Toprak Ana, sadece bir savaş romanı değil; insanlık onurunun, acı içinden filizlenen umudun edebi ifadesidir.
Kitap
9.0/10
(1 Kişi)
Puan Ver
Orjinal Adı : Toprak Ana
İnceleme Yaz
Sonra Okuyacaklarıma Ekle
1
0 Yorum
  • Şikayet Et
  • Mantık Hatası
0
  • Paylaş
  • Alıntıla
  • Alıntıları Göster
İnceleme
Hatice Kutbay
İnceleyen 1 saat önce
Dante Alighieri – İlahi Komedya, yalnızca bir ahiret yolculuğu anlatısı değil; insanın ahlaki bilincinin, siyasal düzenin ve ruhsal arınmanın alegorik haritasıdır. Dante, Cehennem–Araf–Cennet üçlemesi boyunca bireysel günahı da, toplumsal çürümeyi de aynı etik terazide tartar.

Eserin en çarpıcı başlangıç dizeleri, hem bireysel hem de insanlığa özgü bir krizi dile getirir:

“Hayat yolunun yarısında, karanlık bir ormanda buldum kendimi,
doğru yol yitmişti bende.”

Bu “karanlık orman”, sadece Dante’nin kişisel bunalımı değil; ahlaki pusulasını kaybetmiş insanlığın metaforudur. İlahi Komedya, tam da bu kayboluş anından başlar; çünkü Dante’ye göre kurtuluş, insanın önce kaybolduğunu kabul etmesiyle mümkündür.

Cehennem bölümü, adalet fikrinin en sert ve sembolik biçimde işlendiği yerdir. Cezalar keyfi değil, işlenen günahın mantıksal sonucudur (contrapasso). Kapıdaki ünlü uyarı bunu açıkça belirtir:

“Buraya girenler, bütün umutlarınızı geride bırakın.”

Bu söz yalnızca cehenneme değil, sorumluluktan kaçan her zihinsel duruma yöneltilmiş bir ikaz gibidir. Dante için umudu kaybettiren şey, günahın kendisi değil; bilinçli tercihlerle hakikati reddetmektir.

Cehennem’in en sarsıcı pasajlarından biri, tarafsız kalanlara ayrılan yerdir. Dante bu insanları açıkça küçümser:

“Ne iyilikte ne kötülükte yer aldılar;
Dünya onlardan söz etmeye değmez.”

Bu dizeler, Dante’nin ahlak anlayışını net biçimde ortaya koyar: Erdemsizlik kadar tehlikeli olan şey, kayıtsızlıktır. Dante’ye göre etik duruş almaktan kaçınmak, insan olmanın inkârıdır.

Araf’a geçişle birlikte ton değişir. Burada cezadan çok arınma ve umut hâkimdir. Ruhlar acı çeker ama kurtulmayı bilirler. Araf’ın ruhuna uygun şu söz dikkat çekicidir:

“Burada acı vardır, ama umutsuzluk yoktur.”

Bu ifade, Dante’nin insan anlayışını özetler: İnsan düşebilir, hata yapabilir; fakat bilinç ve iradeyle yükselme kapasitesine sahiptir.

Cennet bölümünde ise akıl sınırına gelir, sözü teslim eder. Burada Beatrice rehberdir; aşk, Tanrısal bilgiyle birleşir. Dante’nin vardığı son noktada şu satırlar yer alır:

“Aşk ki güneşi ve öteki yıldızları hareket ettirir.”

Bu dize, İlahi Komedya’nın nihai felsefesidir. Evrenin merkezinde güç, korku ya da ceza değil; aşk ve düzenleyici bir anlam vardır. Dante için aşk, duygusal bir hâl değil; varoluşu ayakta tutan kozmik ilkedir.

Sonuç olarak İlahi Komedya, bir ölüm sonrası anlatısı değil; yaşarken verilen ahlaki kararların haritasıdır. Dante, okuru seyirci konumunda bırakmaz; her okur sanki kendi karanlık ormanında ilerliyormuş gibi sorgulanır. Bu yüzden eser, Orta Çağ’ın ürünü olsa da zamansızdır: Çünkü günah, adalet, umut ve aşk hâlâ insanın merkezindedir.
Puan Ver
Orjinal Adı : Divina Commedia
Derleyen: Rekin Teksoy
İnceleme Yaz
Sonra Okuyacaklarıma Ekle
1
0 Yorum
  • Şikayet Et
  • Mantık Hatası
0
  • Paylaş
  • Alıntıla
  • Alıntıları Göster
İnceleme
Hatice Kutbay
İnceleyen 1 saat önce
Binbir Gece Masalları, yalnızca masal anlatan bir derleme değil; iktidar, korku, arzu, bilgi ve hikâyenin dönüştürücü gücü üzerine kurulmuş çok katmanlı bir kültürel metindir. Masalların çerçevesini oluşturan Şehrazat–Şehriyar anlatısı, sözün ve anlatının ölüm karşısındaki en güçlü direniş biçimi olduğunu gösterir.

Eserin temel fikri daha ilk çerçeve anlatıda ortaya konur. Şehriyar’ın her gece evlendiği kadını sabah öldürtmesi karşısında Şehrazat’ın seçtiği tek silah hikâyedir. Şehrazat’ın konumu açık bir şekilde dile getirilir:

“Bana bu geceyi bağışla ey hükümdar; sana öyle bir hikâye anlatacağım ki, eğer Allah dilerse sabaha kadar canımı kurtarır.”

Bu cümle, Binbir Gece Masalları’nın özünü özetler. Anlatmak hayatta kalmaktır. Hikâye burada estetik bir zevkten çok, varoluşsal bir stratejidir.

Masallar ilerledikçe farklı toplumsal katmanlardan insanlar, tüccarlar, köleler, kadınlar, cinler ve hükümdarlar söz alır. Bu çok seslilik, iktidarın tek merkezden bakışını kırar. Özellikle hükümdar figürlerinin sık sık yanıldığı, aldatıldığı ya da cezalandırıldığı masallarda şu tür ifadelerle karşılaşırız:

“Zalimlik edenin sonu pişmanlıktır.”

Bu tür cümleler, masalların eğlencelik değil; ahlaki ve siyasal bir eleştiri alanı olduğunu gösterir. Mutlak gücün sorgulanabildiği nadir geleneksel anlatılardan biridir Binbir Gece.

Kadın anlatıcı olarak Şehrazat’ın konumu özellikle dikkat çekicidir. Şehrazat yalnızca masal anlatmaz; masallar aracılığıyla Şehriyar’ı dönüştürür. Onu yavaş yavaş intikamdan merhamete taşır. Bir noktadan sonra anlatının hedefi netleşir:

“Hikâyeler uzadıkça hükümdarın öfkesi azalıyordu.”

Bu ifade, bilginin ve anlatının şeffaf bir iktidar eleştirisi sunduğunu gösterir. Şehrazat, gücü doğrudan karşısına almaz; onu dönüştürerek etkisizleştirir.

Binbir Gece Masalları’nda kader de merkezi bir temadır. Ancak bu kader edilgen değildir; akıl ve cesaretle yönlendirilebilir. Sıkça tekrarlanan şu ifade bunu açık eder:

“Tedbir insandan, takdir Allah’tandır.”

Bu anlayış, insan iradesini yok saymaz; aksine onu ahlaki sorumluluğun merkezine yerleştirir. Masallar bu yönüyle fatalist değil, pratik bilgelik taşır.

Sonuç olarak Binbir Gece Masalları, masal formu altında hayat, iktidar ve özgürlük üzerine derin bir felsefe barındırır. Şehrazat’ın anlattığı her hikâye, yalnızca bir geceyi değil, bir zihniyeti kurtarır. Masallar bittiğinde Şehriyar yalnızca eğlenmiş değil, değişmiş bir insandır. Ve eser şu düşünceyle kapanır: Anlatı, insanı öldürmez; susturulan anlatı öldürür.

Bu yüzden Binbir Gece Masalları, yalnızca geçmişin bir masal kitabı değil; bugün hâlâ sözün, aklın ve anlatının şiddete karşı en güçlü direniş biçimi olduğunu hatırlatan evrensel bir metindir.
8.5/10
(2 Kişi)
Puan Ver
Cilt 1/1
İnceleme Yaz
Sonra Okuyacaklarıma Ekle
1
0 Yorum
  • Şikayet Et
  • Mantık Hatası
0
  • Paylaş
  • Alıntıla
  • Alıntıları Göster
İnceleme
Hatice Kutbay
İnceleyen 1 saat önce
Fakir Baykurt – Yarım Ekmek, yoksulluğu romantize etmeden, onu gündelik hayatın sessiz ama sürekli bir gerilimi olarak anlatan; toplumsal eşitsizliğin insan ruhunda bıraktığı izleri sade ama sarsıcı bir dille görünür kılan bir kitaptır. Baykurt bu eserde büyük olaylardan çok küçük eksikliklerin –yarım kalan bir ekmek, tamamlanamayan bir hayat– etrafında örülen bir gerçekliği merkezine alır.

Kitabın temel izleği, yoksulluğun yalnızca maddi bir yetersizlik değil, insanın onurunu, ilişkilerini ve hayallerini aşındıran yapısal bir sorun olduğudur. “Yarım ekmek” metaforu, hayatta kalmaya yeten ama insanı doyurmayan bir düzeni simgeler. Karakterler aç değildir; fakat hiçbir zaman tam da doymamışlardır. Bu arada kalmışlık hâli, Baykurt’un toplumcu gerçekçi edebiyatının en güçlü yanlarından biridir.

Fakir Baykurt’un anlatımı didaktik olmaktan bilinçli biçimde kaçınır. Yoksulluğu anlatırken ajitasyona başvurmaz; sistemin adaletsizliğini karakterlerin sessiz kabullenişleri, küçük isyanları ve iç kırılmaları üzerinden gösterir. Bu yönüyle Yarım Ekmek, yoksulluğu bir “kader” olarak değil, normalleştirilmiş bir eşitsizlik olarak ele alır. Okuyucuya sürekli şu soruyu sordurur: Bir toplumda bazı insanlar neden hep yarım yaşar?

Eserde dikkat çeken bir diğer tema, alışılmış yoksulluğun yarattığı duyarsızlıktır. Karakterler, yoksunluğa öylesine alışmıştır ki, eksikliği artık sorgulamaz hale gelmişlerdir. Bu psikolojik boyut, Baykurt’un sadece sosyolojik değil, aynı zamanda derin bir insan gözlemcisi olduğunu da gösterir. Yoksulluk, yalnızca dış koşulların değil, iç dünyaların da bir parçası hâline gelmiştir.

Dil ve üslup açısından Baykurt, yalın ama güçlü bir gerçekçilik kurar. Köy edebiyatı geleneğinden beslenen anlatı, gündelik konuşma diliyle şekillenir; bu da metne hem sahicilik hem de duygusal yoğunluk kazandırır. Ancak bu dil, yerelliğe hapsolmaz; tam tersine, anlatılan yoksulluk deneyimi evrensel bir yankı üretir.

Sonuç olarak Yarım Ekmek, yoksulluğu büyük sloganlarla değil, küçük paylarla anlatan bir romandır. Fakir Baykurt, okuyucuyu acımaya değil, düşünmeye ve rahatsız olmaya çağırır. Bu kitap, toplumcu gerçekçi edebiyatın yalnızca geçmişin bir tanığı olmadığını; bugün hâlâ güncelliğini koruyan bir adalet ve eşitlik çağrısı olduğunu hatırlatır.
Kitap
Puan Ver
İnceleme Yaz
Sonra Okuyacaklarıma Ekle
1
0 Yorum
  • Şikayet Et
  • Mantık Hatası
0
  • Paylaş
  • Alıntıla
  • Alıntıları Göster
Daha Fazla İçerik Göster
Popüler Yazılar
30 gün
90 gün
1 yıl
Evrim Ağacı'na Destek Ol

Evrim Ağacı'nın %100 okur destekli bir bilim platformu olduğunu biliyor muydunuz? Evrim Ağacı'nın maddi destekçileri arasına katılarak Türkiye'de bilimin yayılmasına güç katın.

Evrim Ağacı'nı Takip Et!
Keşfet
Ara
Yakında
Sohbet
Agora

Bize Ulaşın

ve seni takip ediyor

Göster

Şifremi unuttum Üyelik Aktivasyonu

Göster

Şifrenizi mi unuttunuz? Lütfen e-posta adresinizi giriniz. E-posta adresinize şifrenizi sıfırlamak için bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Eğer aktivasyon kodunu almadıysanız lütfen e-posta adresinizi giriniz. Üyeliğinizi aktive etmek için e-posta adresinize bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Close