Zihin, andan anda sürekli değişen “birşeyin” bireysel, öznel deneyimlemesidir.
“Zihin” kavramının tarifi güçtür ve farklı dillerde farklı biçimlerde kavramsallaştırılmıştır. Zihin için kullanılan Budist terim Sankritçe chitta’dır ve farklı anlamlara gelir. Duyu algısını, sözel ve soyut düşünceyi, hisleri, mutluluk ve mutsuzluk duygusunu, dikkati, konsantrasyonu ve çok daha fazlasını içerir. Budizm zihinden bahsettiğinde her türden zihinsel aktiviteye atıfta bulunur.
Odak fiziksel esas – beyin, sinir sistemi, hormonlar ve saire – veya söz konusu kimyasal ya da elektriksel aktivite değildir. Budizm bunların varlığını yadsımaz, çünkü bunlar elbette mevcuttur ve bütünsel olarak ilişkilidir. Zihin aynı zamanda, beyinde bulunan ve beynin aktivitesini sağlayan manevi bir şeye de atıfta bulunmaz. Dahası, Budizm kolektif bir bilinçdışı veya evrensel zihin iddiasında bulunmaz.
Zihin kavramsallaştırmaları ve teorileri, bir kronolojik zaman işlevi, dini inanç, kültür, antik ve modern felesefeler olarak farklılık gösterirler. Aklın erken dönem teorik anlatımlarda (Platon, Arsitotales ve sonra otraçağ filozofları) zihni, ölümsüz ve tanrısal sayılan ruhla ilişkilendiriliyordu. Modern görüşler dahil tüm anlatımlar zihni, bir düşünce ve bilinç hali olarak karaterize ederler. Zihnin, özel benliğe ait varsayıldığı, "zihnini toparla", "zihnini meşgul et" ve "zihninde tart" gibi yaygın ifadelerde açıkça görülür. Bellek, dikkat, mantık, içgörü, problem çözme, iletişim kurma kabiliyeti, ve teoriye bağlı olmak kaydıyla, duygu, ve bilinç dışı süreçler zihnin nitelikleri arasındadırlar.
Zihin ile beyin arasındki ilişki özellikle son zamanlardaki psikiyatrik ve nörobilimsel söylemde olmak üzere, zihinle alakalı tüm tartışmalarda belirgindir. Bilişsel bilim ve şimdilerde beyin süreçleri, davranış ve bilişselliğin aralarında nasıl ilişkilendiklerini anlamaya çalışmakla meşgul. Bilişsel nöro bilim etkin olarak, aktif ve düşünen birer organizma olan insanların hedeflerini elde etmek ve karmaşık ve değişken çevrelerinde ihtiyaçlarını karşılamak için beyinlerini nasıl kullandıklarını araştırmakta. Bu araştırma, zihin bazlı olduğu varsayılan ile çevre, ve çevreyle fiziksel bazlı olduğu varsayılan hareket arasında ayrılmaz bağlar olduğunu gösteriyor.[1] Son fMRI araştırmaları, [2] tümü zihin bazlı kabul edilen, duyusal ve motor bilişselliğinin belli temel yönlerinin yanında, daha üst seviye süreçler olan yüz ve kelime tanıma ve düşüncenin, beynin yüksek derecede ve sadece o süreçler için uzmanlaşan bölgeleri tarfından desteklendiğini gösteriyor ki, bu durum zihin-beyin etkileşiminin yüksek derecede uzmanlaşmış beyin mekanizmaları yoluyla gerçekleştiğini ortaya koyar. Örneğin, kendine ne zaman, ne olduğunu hatırlama kabiliyeti olan ve sadece insana has olduğu düşünülen olaysal bellek, insan zihninin önemli bir becerisidir. Nörolojik görüntüleme kullanarak [3] frontal lopta, beyinsel olaysal belleğin belirli bölgelerinde (anlamsal bellekle ilişkili olanlardan farklı olarak) çok etraflı araştırmalar yapılmış ve beyinle zihin arasında daha başka bağlantılar da bulunmuştur.
Beyinle zihin arasındaki ilişki özellikle, uzun süre beyin-zihin ikiliği içerisinde tedavi uygulamış olan psikiyatri alanı için çok önemlidir. Gabbard 2005, beyinle zihnin ayrı varlıklar olmadığını, "zihnin, beynin aktivitesi olduğunu" iddia eder. Gabbard, 2005,[4] psikiyatri ve beyin varlığı arasındaki genler, ilaç, ve biomedikal faktörler, çevre ve zihin arasındaki psikoterapi, psikososyal faktörler geniş işbirliğiden şikayet eder ve psikososyal fastörlerle beyin yapısı ve genlerle çevre arasındaki ayrılmaz ilişkinin doğasına vurgu yaparak zihin-beyin birliğini tartışır. Çağdaş psikiyatride beyin ve zihin kutuplaşması ve ardından gelen ilaç tedavisinin biyolojik veya beyin bazlı bozukluklar için uygunken, psikoterapinin psikolojik ve zihin bazlı bozukluklar için uygun olduğu görüşü bir kavram yanılgısıdır ve bu, biyo-psikososyal olan kapsamlı tedavilerin uygulanmasını geciktirir.
Bu psikiyatrik beyin araştırması bağlamında, zihin-ilişkili akılcı değişkenler insanlarda, davranışın nörofizyolojik temelinde bir rol oynayabileceğine dair beyin tarama kanıtı mevcuttur[5]. Bu sonuca, psikoterapinin obsesif-kompulsif bozukluk, panik bozukluğu, ünipolar ve majör depresif bozukluk sahibi hastalar üzerinde yapılan beyinsel tarama araştırmalarının sonuçları temel alınarak varılmıştır. Bu sonuçlarda, psikoterapide dahil edilen fonksiyonlar ve süreçlerin beyin aktivitesi ve esnekliğini etkilediği gösterilmiştir. Plasebo etkisi ile ilgili çalışmaların sonuçları da zihin bazlı mental süreçlerin beyin aktivitesine yol açacağı aynı sonucuna yaklaşmıştır[5]. Bu çalışmalar, sadece bir plasebo ilaç alınarak yaratılan inanç ve beklentilerin, beynin fizyolojik ve kimyasal aktivitesini değiştirdiğini göstermektedir.